Kriz, savaş arifesi ve aldatılanlar

NATO’da görevli Türk subaylarının bir NATO ülkesine sığınma başvurusunda bulunması, sadece yeni bir gösterge. Ortalık fena karışıyor. Her yerde. Resmen bir ticaret savaşından geçiyoruz mesela.

Şöyle diyelim: Biz zaten yanıyoruz, tamam, ama dünya sisteminde de işler hiç iyi gitmiyor. Trump diye Bush’u bile aratacak kadar çarpık çurpuk bir karikatürün “piramidin tepesine” çöreklenebilmesi, krizin derinliği hakkında yeni bir fikir verebilir.

Örnek çok. Biz SSCB artıklarına bakalım: Eski sosyalizmden çıkmış iki sosyalizm düşmanının son zamanlardaki saptamaları aynı şekilde birer endişe göstergesidir.

Biri Gorbaçov. Bu canlı cenaze, Gorbi, çoktan ceset, fakat arada bir Batı basınında kendisine soru soran yine de buluyor. Birkaç gün önce yine bir yerlerde “Dünya sanki bir savaşa hazırlanıyor” demiş. Analitik bir yeteneği yoktur, tam bir beyinsiz aparatçik, ama bir şeyler duyduğu da açık. İzleniminde haksız sayılmaz. Çünkü görünen köy kılavuz istemez.

Madem Rusçada kaldık, onunla devam edelim. Türkçede pek bilinmeyen, ama son yıllarda ABD’de yaşamayı seçtiği için “bizde” de boy göstereceği anlaşılan Boris Groys, Rusçanın ve SSCB’nin yükünü omuzladığı ve pazarladığı için, yani sırf o yük nedeniyle sanat ve toplum üzerine farklı şeyler söyleyebilen, yeryer çok ciddiye alınması gereken bir -kendisi tersini de iddia etse- antisosyalisttir. New York’taki evinden Trump ve zamanı üzerine kendince ağır şeyler yazdı. (1947 Doğu Berlin doğumlu Groys’u on yıllar önce Kürt hareketi henüz Türkiye solunun bir parçasıyken yayımlanan günlük Demokrasi gazetesinde ilk kez biz çevirerek Türkçeye dahil etmiştik. Neyse...) Saptamalarının bir bölümü, Trump ABD’si ile araya mesafe koyacakmış gibi ısınma hareketleri yapan Almanya’nın pek muteber bir yayın organında yayımlandı. 12 Ocak 2017 tarihli haftalık Die Zeit gazetesindeki geniş makalesinde Groys, “komünizmin oluşmasından önceki zamanı hatırlatıyor” dediği bir dönem yaşadığımızı savunuyor. Şöyle:

“Şu sıralarda, küresel rekabet ve herkesin herkese karşı savaşımının, (belli değerler üzerine kurulu) cemaatleri de çözdüğünü saptıyoruz. Etnik ve ulusal bencillikler üstünlük kazanıyor ve herkes kendisini bir tür start-up şirket sayıyor. Bu, tek tek uluslar için de geçerlidir ve Trump bu konuda en vurucu örnek. İngiltere ve Fransa’daki yurttaşlar, bölgelerini yabancılara karşı korumak isteyen Kuzey İtalya, Katalonya, İskoçya gibi bölgelerdeki yurttaşlar, küreselleşmede şans falan değil, sadece büyüyen bir tehlike görüyorlar. İnsan yavaş yavaş tarihsel komünizmin ortaya çıkmasından önceki zamanlara doğru geri itiliyor. Yani Birinci Dünya Savaşı öncesine, piyasalarda vahşi bir rekabetin, sömürge savaşlarının, ‘celebrity cultur’ın, terörizm  ve milliyetçiliğin olduğu zamana geri atılıyor insan.”

Kriz büyük. Giderek de büyüyor.

Böyle bir ortamda aldatılmaya meraklı siyasetçi çok çıkar. Ankara böyleleriyle dolu. Hele hele muhalif geçinenler. Türk gericiliğinin bu aldatılma pratiğini neredeyse soldan ödünç aldığını düşünecek durumdayız. (“Niyet mi okusaydık, biz ne bilelim?”) Olabilir. Ama Türkiye’nin göbeğinden bağımlı olduğu Almanya Avrupası da benzer bir siyaset sınıfına sahip.

Yani sadece CHP ve HDP’nin arkasında sıraya giren bizim sol cemaatler değil mesele, bu uyuşturucu “kar” veya ölü toprağı her yerde var ve etkin. İspanya, Yunanistan gibi görece kenardakilerde değil, AB’nin göbeğindeki zenginlerde, Almanya, Avusturya, Fransa, İtalya, Hollanda, Avusturya ve benzerlerinde de var aldatılmaya teşneler... Türk sağının “reisi” ise, malum, uzunca bir süredir aldatıldıklarını söyleyip duruyor. Eski ortakların oyununa geldiğini söylemeyen sağcı yok. Ya solda?

Muhalefetin “sol kanadına” bakalım, görürüz: Türkiye’de, sosyalizmden başka her çağrının ve programın arkasında sıraya geçmeyi, en çok da CHP ile HDP’yi mecburen desteklemeyi siyaset sanan bir sol var; TKP’nin bu kolaycılığı gömmekte kararlı ve ısrarlı olması düzen solunun ortak hedefi haline gelmesine yol açıyor. Cemaatlerin partiye saldırması doğaldır. Şaşıracak değiliz.

Ama sorun ortada duruyor. Kriz büyük ve hızla derinleşiyor.

Siyasette aldatma olmaz. Krizde hele hiç olmaz; ortada resmen bir suç ortaklığı var. Bir başka ifadeyle, burjuva siyasetinde hesap, satışa gelmeye teşne olmak, mülk sahibi sınıfların çöplüğünde feraha çıkmayı bekleyenler olur, bunların işi mülkiyet rejimi için aldatmak ve aldatılmaktır. Mümkündür.

Ama sürekli aldatıldığını söyleyen solcu, başka şeylerin yanı sıra, bu mülkiyet rejiminin en azgın bir militanıdır. Sosyalizm dışında her programın mankenlerine, bu sol cemaatlere fazla takılmamak gerekiyor.

Büyük kriz asıl böylelerini besliyor. Anahtarın sosyalist bir hükümet programında olduğunu bilenlerle, yani partiyle muhtelif/muhalif cemaatler arasındaki mesafe de mecburen büyüyor.

Kriz göstergeleri işte...