Kriz karşılaştırması

Ne diyeceğiz? Almanya Başbakanı Merkel’in cumartesi öğleden sonra apar topar Türkiye’ye gelip Başbakan Davutoğlu ile görüşmesini, bir tür cephe teftişi yaparken mülteciler için gönderilecek milyarların nereye harcanacağının kuruş kuruş takip edileceği mesajını vermesini ve hemen ardından da ülkesine dönüp, yani 10-12 saat falan sonra, ABD Başkanı Obama’yı karşılamasını nasıl tanımlayacağız? Tesadüf mü?

Bu trafik, bir göstergedir. Türkiye’nin dünya sistemi içinde dış dünya ile birinci irtibat merkezinin Berlin, büyük patron ABD için de Almanya’nın Türkiye’nin “başsorumlusu” olduğunu gösteren bir örnek diyelim. Değil midir?

Değilse eğer, bu trafik ne demek oluyor?

Artık İngiltere’nin, daha doğrusu Büyük Britanya’nın, AB’den çıkma hazırlıkları yaparken Avrupa’daki ABD birinci temsilciliği rolünü de Almanya’ya bıraktığı ileri sürülebiliyor ve Türkiye tüm bu ilişkiler ağı içinde yakıcı bir düğüm noktası oluşturuyor.

Hep söylediğimiz gibi: Dış politika bir yana, ama Türkiye her sorunu ve kriziyle epeydir Alman iç politikasının bir unsurudur. Örnek: “Erdoğan’ın 1000 imamı” olmaksızın bundan böyle Alman iç politikasındaki fırtınaları algılamak da mümkün olamayacaktır. Almanya’daki 2500’ü çok aşkın cami ve mescitin en önemli bölümlerinde görev yapan Ankara’dan maaşlı imamların bu ülkenin dış politikasında yer aldığını kim ileri sürebilir? Birer iç politika unsurudurlar.

Medyada, Berlin üzerine yorumlarda, AB’nin ve Almanya’nın Türkiye’den daha zor durumda olduğuna inanılmaması yolundaki uyarılar artıyor. İki kriz bölgesi sanki. AB ve Almanya yöneticilerinin ağırlıklı bölümü, henüz “AB’nin mi yoksa Erdoğan rejiminin mi daha zor durumda olduğu” konusunda henüz bir karar verebilmiş değil. Dolayısıyla kimin kime iradesini kabul ettirebileceği konusunda bir belirsizlik var. Ama ibre, yavaş yavaş Türkiye’deki krizin AB’deki mülteci krizinden çok daha ağır olduğu görüşünden yana dönüyor.

“Erdoğan bize değil, biz Erdoğan’a dediğimizi yaptıracak konumdayız, adamın bir ayağı hapiste, iktidardan düştüğü anda kendisine yakın kadrolarla birlikte Mübarek ve sonrasında da Müslüman Kardeşlerin durumuna düşebilir” diye düşünenlerin sayısı artıyor. “Tarzan zor durumda” yani. Medyadaki yorumlara ve siyaset sınıfındaki son tepkilere bakarak böyle söyleyebiliriz.

Demek ki Brüksel, daha doğrusu “jeoekonomik güç” Berlin, taleplerini kabul ettirmek konusunda Ankara’dan çok daha geniş bir hareket alanına sahip. İki kriz bölgesinde krizler arası bir karşılaştırmadan zararlı çıkacak olan elbette Türkiye yönetimidir.

Uçurumun kenarında durmak, önemli fırsatlar da doğurabilir, böyle deniyor. Doğrudur, olabilir. Ama kimin için fırsat? Ankara’nın İslamcıları için mi yoksa Berlin’deki neoliberal cendere için mi?

Bir bakışa göre, Avrupa ve hegemonu, halkayı Ankara’daki İslamcı iktidarın burnuna takalı çok oldu. Bunu kullanmaması düşünülemez. O nedenle olmalı, Şansölye Angela Merkel, Jan Böhmermann’ın ünlü “hakaretâmiz şiiri” hakkında kişisel olumsuz görüşünü bildirmesinin hata olduğunu söyledi Türkiye gezisi öncesinde. Bunun zamansız bir özeleştiri olduğunu kim iddia edebilir? Şu anda her 5 Alman’dan 4’ü, Merkel’in “Erdoğan politikasını” yanlış buluyor. Kamuoyu bindiriyor. Bu, etkisiz kalamaz. Hele Avusturya’da İslam’a karşı “popülist sağın” (FPÖ) dünkü başkanlık seçimi başarısından sonra...

Almanya, mülteci krizinin Türkiye’deki içten içe büyüyen krizden daha büyük veya önemli olmadığını düşünmeye başlarsa, Ankara’nın hesapları boşa düşer.

Avrupa başkentleri, Ankara’da her an her şeyin olabileceği sanısına daha çok kapılmaya başlamış gibidir. Öyle görünüyor.

Dedik ya, çember aralıksız daralıyor.