KP: Kriz Partisi

Gelişmekte olan ülke piyasaları arasında en kötü durumda olan Türkiye ve onun şirketleriymiş. “Yükselen Piyasalar” başlığı altındaki yeni tablolar Türkiye’deki şirket hisse senetlerinin 2018’de yüzde 20’lerde bir değer düşüşü yaşadığını, bu gerilemenin 2019’da yüzde 64’ü bulacağını gösteriyor. Türkiye çökmüş durumda. Küresel ölçekteki “emerging markets”, Türkiye ve iki küçük ülke hariç umut veriyormuş, yani hisse senedi fiyatlarında bir yükselme mümkünmüş, ama Türkiye’nin işi çok zormuş. “Battı” diyorlar ve batan Türkiye gemisinin mallarının yok pahasına satın alınabileceği müjdesini Batı medyasındaki finans haberlerinin/tablolarının satır aralarını okuyanlar hemen görebiliyor.  

Türkiye’nin şirketleri haraç mezat gidecek, anlaşıldı. Bu enkazdan savaşsız çıkış çok zor...

* * *

Kuşkusuz, sermayenin “devir-teslim” dertleri bizi fazla ilgilendirmez. Ama krizin boyutları ilgilendirir, emekçi ve yoksul halkımızı vuracağı için ilgilendirir. Krizden çıkışın ya sosyalizmle ve bir bütünsellik içinde veya korkunç bir savaşla ve paramparça olarak gerçekleşebileceğini söylememiz, bundan.

Kriz büyük ve Türkiye krizini artık herkes bağırıyor. Bağırmayan adamdan sayılmıyor. Avrupa’nın krizini de herkes bağırıyor.

Bağırıyorlar, çünkü göz ardı edilemeyecek kadar ortaya saçıldı çıkışsızlık. Paris ve Roma  sokakları mesela, başka bir izlenime olanak tanımıyor. Londra, malum. Fena sıkıştılar.

Hatta, krizin kaymağını yiyen ve kasalarından adeta avro ve dolar fışkıran, bunları hangi zengin grubun kasasına aktaracağını bilemeyen “Büyük Almanya” bile artık krizin etki alanında: Alman ekonomisinin bu yıl resesyona gireceğine kesin gözüyle bakılıyor.

Kriz bu kadar yaygın.

Peki, partisi var mı?

Ya da sol politika “Lütfen kriz olmasın, olursa da aynı gemide bulunduğumuç için aman sermayeye bir el verelim!” mi demek? KP, yani Kriz Partisi veya Komünist Parti, krizden sosyalizmle çıkış demek değilse, ne?

Bizde bir KP var, evet. Kapitalizmin kriz demek olduğunu, krizden de ancak sosyalizmle çıkılabileceğini savunan, bunun için örgütlenen bir parti... Sermayenin şu veya bu dinci-etnik kesimine yaslanarak solculuk yapılabileceğini sananların en kızdığı parti. Samimi sosyalistlerin yüzünü döndüğü, diğerlerinin ise ifrit olduğu bir parti. İyi...

* * *

Doğrudur: Avrupa’nın ve Türkiye’nin hegemonu Federal Almanya, 70 yıllık Pax Americana (Amerikan Barışı) döneminde, bu düzeni pek sevenlerce bir tür cennet yaşadı. Savaş görmedi, bağımlı ülkelerin ve yoksul dünyanın sırtından semirdi, bu arada sosyalist bir cumhuriyeti yutup Avrupa’dan da sosyalizmi kazıyarak iyice büyüdü. İkinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan bir emperyalist ülkenin, savaşın sonuçlarını tümüyle tersine çevirebildiğine tanık olduk. Bunu Amerikan Barışı sayesinde başardı Büyük Almanya. Şimdi çok tedirgin, çünkü o barışın gömüldüğünü görüyor. Artık yeni ve daha tehlikeli bir dönemdeyiz. Sosyalizmden arta  kalan dünyada mayınlar art arda patlıyor.

O eski düzen yok, dedik. Eski küresel denge yok. Almanya’ya çalışan denge tamamen ortadan kalktı. Dünya zor zamanlardan geçiyor ve çok daha zor zamanlara doğru yol alıyor. Büyük krizden şu ana kadar hep ve en kârlı çıkan Almanya ne yapacak?

Sol partiler Almanya’yı mı kurtaracak? Emperyalist merkezlere bağımlı ülkelerden gelir akışı devam etsin diye mi uğraşacaklar?  Azgelişmişlerden ithal edilen demokrat “liboş uzman” sürülerini eğitip geriye ihracat memurları olarak mı gönderecekler ve emperyalist sömürü çarkı yoksulların sırtından “demokratik ölçüler” içinde mi sürecek?

Öyle görünüyor. Demokrasi, böyle bir şey. Bir yerlere ve içeriye faşizm ekmeden merkezde demokrasi biçemiyorsunuz. Fakat bu ekme-biçme yöntemi de artık tarih oldu. Ortam çok sıcak...

* * *

Bize dönelim: Eğer bir sahiplik ilişkisi kurulacaksa, Büyük Almanya’nın Türkiye’nin gerçek sahibi olduğunu söylemek kolay. Abartarak söyleyelim: Türkiye, Almanya’sız tornavida bile üretip satamaz. Göreceğiz. Bu ilişkiler ağındaki Alman ağırlığını, Türkiye ekonomisinin dış bağlantılarına ve içerideki gelişmelerine bakarak iddia edebiliriz. Ekonomide Büyük Almanya’nın yerini alabilecek bir başka emperyalist ülke bulunmuyor şu anda Türkiye için.

Ama sorun bu değil.

Sorun şu. Ekonomideki bu açık hegemonya, siyasette hiç mi yok? Ekonomik dev Almanya, Türkiye için siyasi bir cüce mi?

Olmaz öyle şey. Siyasetteki etkisi görece geri plandadır, gizli bir etki diyebiliriz. Ekonomik bir devin gizli de olsa siyasi etkisi olur mutlaka. Berlin büyük patron ABD’den şu sıralarda uzaklaşmaya çalışıyor. Türkiye’nin üzerindeki hegemonyal ağırlık, Berlin’in gücü, böyle bir dönemde daha bir önemli. Ama dikkat: Üst katlarda ve hegemonlar arasında Türkiye nedeniyle ek bir sürtüşme sürpriz olmayacaktır. Parçalanmalar (“parçacıklar siyaseti”) sadece parçalanan coğrafyayı değil, o coğrafyanın hegemonlarını da birbirine düşman eder. Şu veya bu ölçüde...

Bir şeyi görmek gerek: Özellikle Alman sosyal demokrasisi bütün versiyonlarıyla Ankara’daki örtülü ve açık İslamcı siyasetlerin son 40 yılda pek müfrit bir destekçisi oldu. Gizliden ve demokrasi  şemsiyesi altında yürütüldü bu politika. Örtülü İslamcı darbe (12 Eylül 1980) ile açık İslamcı seçim darbesi (3 Kasım 2002) ve sonraki cumhuriyet rejimini yıkma süreci, Almanya’nın Ankara’ya özel “sosyal demokrat” desteği sayesinde gerçekleşti. (İsteyen bu kirli öykünün kısa özeti için “12 Eylül - Bir Alman Pastası” kitabına göz atabilir.) Ancak...

* * *

Ancak Avrupa’nın da sahibi Alman sermayesi büyürken başka bir şey daha yaptı: Binlerce devrimciyi 12 Eylül günlerinde Avrupa’ya ve Alman demokrasisine çekti, tüm devrimci umutlarını söndürüp enerjilerini emdi, posalarını çıkardı, sinirlerini aldı, tamamen tehlikesizleştirdi. Bu arada Türkiye krizinin yayılmasını önledi, sosyalist bir Türkiye ile dünya sosyalizminin serpilmesine set çekmeyi başardı. 1989’un stajını Türkiye’de tamamladı. Burada demokrat solcuların çok ekmeğini yedi.

Şu sıralarda solculukla belki bir ilişki içinde, ama gelişkin işgücü oldukları kesin binlerce genç teknokratı, “aydın adayını”, yine Almanya’nın uzman işgücü  açığını kapatmak için buraya çekiyor.

12 Eylül’de kaçamayanların veya kaçmayanların aydın rütbesi düşürülmüştü. Bugün de durum farklı değildir. Muhalif deyince, buralara doluşmuş her türden sözde solcuyu, sosyalizme düşmanlıkta Erdoğan’la yarışabilecek binlerce “tilkiyi”, (Bknz. Can Dündar, Celal Başlangıç, Ahmet Nesin &Co.)  alternatif olarak sahneye sürmeyi başardılar.

Ortada böyle bir kriz var. Ama parti de var. Sol cemaat şımarıklıklarından, mafya tipi cemaatlerin yönetimindeki Türk veya Kürt sosyal demokratlarının kucağında “kendini inkâr kampanyalarından” çok farklı bir parti.

KP, Kriz Partisi veya Komünist Parti, bizim coğrafyadaki adıyla TKP, böyle yıkımlardan sosyalizm çıkarmayı hedefleyen partinin adıdır. Gericiliğin kalesi halini almış seçim sandıklarını sosyalizm olasılığıyla (“Sosyalizmden aşağısı kurtarmaz!”) alev alev yakmak, sermayenin uşaklarıyla yürümeyi ilkesel düzeyde reddederek mümkün. Var öyle bir parti. “Kriz çok büyük, parti pek küçük” diyenlere hatırlatalım: Tarihte hep öyle olur, böyle başlar bu işler.