Katliamın 'felsefesi'

İslamcı çetelerin Paris’teki kitle katliamı, bir meseleyi iyice açık etmiş oldu: Küresel kriz, özellikle AB’de, sanıldığından çok daha derin. Bitmek bilmeyen Avro Krizi’nin kanlı sonuçlarıyla daha sık karşı karşıya gelmeye başladık. AB, sadece para politikaları ve çöken çevre ekonomileri üzerinden değil, içinden çıkan bir başka irrasyonalizmle ya da “akıldışı katliam çeteleri” eliyle de vuruluyor. Krizin çok derin olduğuna dikkat çeken komünistlere, “Siz marjinalsiniz, sola yakın bir güçlünün korumasını kabullenmeden siyaset falan yapamazsınız!” türünden suçlamalar eşliğinde saldırıp oraya buraya yollamaya çalışan sözde solcu aklıevveller, elleri kucaklarında, kurbanlık koyunlar gibi bekleşiyorlar.

Ancak artık açıkça bir savaştan söz ediliyor. Sistemin tüm savunucuları, bu görüşü şu ya da bu ölçüde benimsemiş grünüyor. Paris’teki terörist katliam ve sığınmacılardan oluşan “kavimler göçü” hep birer savaş sendromu. Bunlar kaçınılmaz. İyi de, böyle bir saptamanın sonuçsuz kalması mümkün olabilir mi? Bizim krizin derinleşmesi olarak gördüğümüz felaketleri siz savaş görüntüleri olarak niteliyorsanız, bunun sonuçlarından kaçabilir misiniz?

Bunu bizdeki AB maymunlarına sormak gerek. Sol adına AB’de demokrasi görenleri, bu demokrasi denilen muzun, milyarlarca yoksulun sırtı üzerinde yükseldiğini, kendi teknokratlarının önüne attığı kemiklerle şimdiye kadar günü kurtarabildiğini, ama artık deliğin yama tutmayacak kadar büyüdüğünü görüyoruz. Zaten de itiraf ediyorlar: Avro bitti, AB tükendi, Kuzey-Güney AB’si kaçınılmaz vs... 

Paris saldırısı bazı şeylerden kaçılamayacağını ilan etmiş oldu. Misal: Fransa-Almanya hattının İslamcı terörün ana hedefine dönüşmesi için gerekçe çok. Fransa’nın sömürgeci geçmişi, özellikle Ortadoğu coğrafyasında, üstelik tam da “hürriyet, eşitlik, rasyonalizm” başlığı altında o acımasız sömürge pratiği, bunun günümüze varan sonuçları, Paris’in neden ana hedef olduğunu açıklayabiliyor. Ama Paris görece zayıf “efendi”dir. Almanya ise ipleri elinde toplayan bir merkez olarak İslam coğrafyasının hem içinde hem dikkatli bir biçimde dışında.

Tabii Berlin, çürümüş ve orantısız büyümüş bir zenginliğin de simgesi: Avrupa’nın egemeni olduğunu sadece Frankfurt’a çektiği Avrupa Merkez Bankası ile göstermiş değildir. AB’de sadece Berlin’in borusunun öttüğünü artık herkes, sokaktaki yoksullar bile biliyor. Yahudi soykırımındaki Alman sorumluluğu nedeniyle İsrail’e karşı izlediği kayıtsız şartsız yakınlık politikasının da İslam dünyasını çok kışkırttığını biliyoruz. Kaotik bir krizden geçiyoruz yani.

AB’nin sadece çeperi değil, Fransa-Almanya hattı  da dökülüyor. Üstelik Almanya, AB ve/veya Avro Krizi’nden kârlı çıkmasına rağmen, dökülüyor. Parçalanma engellenemiyor. Almanya’nın tüm AB’yi sanayisizleştirmesi, yoksullaşmanın ve oligarşik birikimin tavan yapması, zengin mutfağında büyüyen huzursuzluğun bir başka nedeni. Açıkça yabancı ve İslam düşmanı bir hareket, AfD, şu günlerde yapılan kamuoyu anketlerinde yüzde 10 sınırını zorlamaya başladı. Fransa’da ise Marine Le Pen ve neofaşist sağın 2017 veya 2022’de dizginleri ele alması kimseyi şaşırtmayacak.

Bunlar var. Ama hepsinden önemlisi, Papa’nın bile Üçüncü Dünya Savaşı gibi değerlendirdiği bu son krizin, aklın ve rasyonel tutumun tasfiyesi anlamına geldiğini görmemizdir. O da var.

Bileşik kaplar hadisesi karşımızda: Rasyonel tutum, akılcılık, eğer dünyanın böyle birbirine yakın iki bölgesinden birinde tarihe karışır, akılcı cumhuriyet, laiklik, eşitlik düşüncesi fos bir dine dönüştürülmüş özgürlük fikriyle boşa çıkarılıp çöpe atılırsa, yani komünist direnç tasfiye edilirse, o akıl düşmanlığı başka kılıflarla diğer bölgelerde de muadillerini bulur. Ankara’daki dinci iktidar, yani aydınlanmacı cumhuriyet, laiklik ve kadın düşmanı bu oligarşik saldırı, ister istemez zengin mutfağında, yani dükkanın asıl sahiplerinde de benzerlerini türetir. Rasyonel olan yerini irrasyonele bırakır. Akıldışı bir şiddet rejimi dünyaya yayılıyor. Katliamlar bunun göstergesidir. Ankara’daki katliamı Paris’in izlemesi hiçbirimizi şaşırtmamalıdır.

Neden?

SSCB’nin, 27 milyon ölü ve 50 milyonun üzerinde sakat bıraktığı bir savaşta, yaşadığı o benzersiz imhaya ve elindeki tüm askeri olanaklara rağmen, Nazi Almanyası’nın şehirlerini, sivil halkı yukarıdan korkunç fosfor bombalarıyla vs. imhaya yeltenmediğini biliyoruz. Bu katliamları İngiliz ve Amerikan savaş uçaklarının yaptığı, Alman şehirlerindeki sivil halkın yukarıdan, bombardımanlarla kırıldığı herkesin malumu. Rasyonalizmi yaşatan Kızıl Ordu ise, delirium halindeki irrasyonel bir iktidara (“Hitlerci rejim”) verilen büyük halk desteğinden intikam almayı düşünmedi. O insanları yukarıdan atılan bombalarla bire kadar kırma yoluna gitmedi.

Bunu, tarihin ilk işçi iktidarının dünyanın diğer halkları hakkındaki duygusal yüküne bağlamakla yetinemeyiz. Yani Sovyetler Birliği yönetiminin ve Kızıl Ordu komutanlarının, özetle reel sosyalizmin, sadece emekçi halkları, yanlış ve canavarca yollara sapıp inanılmaz acılar yaratsalar bile sevmesine falan bağlayamayız. Başka bir şey daha var: Milliyetçiliğin üzerinde yükselen irrasyonel bir barbarlığı, Nazi Almanyası, benzer bir acımasızlıkla karşılayamayacak kadar akılcı, irrasyonalizmin panzehiri bir iktidardı reel sosyalizm. Rasyonalizmin temsilcisiydi. Farklı davranmak zorundaydı. Antisovyetizmin ve antikomünizmin nasıl aklı reddeden, akıl düşmanı (“delirten irrasyonalizm”), sonuçta da insanlık düşmanı bir barbarlık ve yeni barbarlıklar üreten bir gübrelik olduğuna ileride değineceğiz. Şimdilik, bu meselenin bir yansımasına, onun Türkiye, Türk kültür endüstrisi ve Türkiye’deki sınıflar mücadelesi üzerindeki etkilerini içeren bir mücevhere, sosyal pratiğe 1998’lerde girenlerin parlak bir temsilcisi olan Cangül Örnek’in “Türkiye’nin Soğuk Savaş Düşünce Hayatı“ adlı kitabına işaret etmekle yetinelim. Bu kitaba ve yazarının şaşırtıcı kapasitesine ayrıca değinmek zorundayız. Çoktan açılmış bulunan bir dönemi (“98’lilerin sokağı”) imleyen ve sosyalist devrimin temsilcisi genç bir müfrezenin nasıl dolu bir tarihin ürünü olduğunu gösteren, onun gizli-açık entelektüel hazinelerini yeniden dolaşıma çıkaran bir kilometre taşıyla yüz yüzeyiz çünkü. Buna döneriz.

Gelmek istediğimiz yer şurası: Yeni ortaçağımız aklın silindiği ve akıldışılığın, milliyetçilik, dincilik, “demokrasicilik” olarak sahne aldığı, dolayısıyla insanların böcek olarak görüldüğü bir rejimin adıdır. Bayağı solun genlerine işlemeyi başaran AB emperyalizmi, işte böyle bir rejimin gübreliği konumundadır. Misal: Erdoğan rejimi bir ABD/AB ortak mamulüdür.

Aklın silinmesi, irrasyonalizmin dinci, milliyetçi, “demokratik” kisvelerle sahneye egemen olması halinde de böyle kanlı katliamların yinelenmesi kaçınılmazdır.

Komünistlerin, emperyalizmle, milliyetçilik, dincilik, demokrasilik gibi irrasyonel ideolojilere cepheden karşı çıkmasını, bu tür eğilimlerin gölgesinde siyaset yapmayacağını ilan etmesini, art arda işlenen bu kitlesel cinayetlerden sonra her şeyi herkesten daha iyi bilen “siyaset cambazları”, belki anlarlar.

Aklı, işçi sınıfını, yeniden ve sosyalizm için örgütlemek dışında bir yolumuz yok. Pek zamanımız da yok. Oradayız.