Kapitalizmin tamirci çırakları değiliz!

Aslında çoktan, belki de İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında ilan edilmesi gereken, ama çeşitli nedenlerle ve çok olumlu koşullara rağmen maalesef unutturulmuş bir yol ayrımındayız. Tuhaf mı? Değil. Çünkü tarihte hep böyledir: En olumsuz koşullarda hep en olmadık sıçramalar gerçekleştirilir.

Bir şeyi ilan etmek zorundayız. Bu ülkenin emekten yana, devrimci, aydınlanmacı acil bir sol hükümete ihtiyacı olduğunu savunanların, başka çizgilerle karıştırılmamak için şunu açıkça söylemesi gerekir: Biz kapitalizmin tamirci çırakları değiliz! Olmadık! Olmayacağız!

İş galiba burada karışıyor.

Çünkü bu tutum kabul görmüyor. 1930 ve 40’lardaki dünya devrimci hareketinin merkezi gücünü (SSCB) yok sayarak ve bugün de mutlaka cephe başlığı altında kapitalizmin tamir edilmesini öneren liberal veya ulusalcı solun, yani sosyalist hareketin içine yerleşebilmiş gericiliğin gözünde, böyle tavır almak siyasetsizliktir. Kapitalizmin şu veya bu önerisine kapılanmayı sol siyaset sananlar/sayanlar için, kapitalizmi tamir etmeme inadı, kendi kabuğuna çekilmek ve siyasetten düşmektir. Kimileri için ise “steril siyaset” arayışıdır.

Öyle midir?

Kapitalizmi tamir etmeyi değil, onu aşmayı önerenler, bunun ancak siyasal bir iktidar değişimiyle yapılabileceğini bilenlerdir. İşçi sınıfını ve aydınlanmayı esas alırlar. Nasıl kendi dar çevrelerinde sıkışıp kalabilirler?

Hele 21’inci yüzyılda?

Yani üretici güçlerin ve üretim ilişkilerinin artık bir sıçramayı gerekli de değil, elzem kıldığı koşullarda, “Tabii canım, kimsenin malına halel gelmesin, oturup konuşalım ve bu kaotik durumu aramızda çözelim, gerekirse ortak bir hükümet kuralım ve kapitalizmi tamir, emperyal merkezlerin evrensel demokrasisini de ihya edelim” mi denecek?

Sosyalizm adına böyle söylenmeyeceğini bilir çoğu, ama kaosa dur demek için kapitalist sınıfın şu veya bu (“demokrat”) fraksiyonuna bazı tavizler verilmesi gerektiğini, bunun için bir ilerici cepheyle sistemin “hatalarının” giderilebileceğini, tamir edileceğini söyleyebilirler. Amaçları emekçilerin nefes almasıdır. Bahanenin köküne kıran mı girdi?

Peki, öyle midir?

İki meselede açık olmalıyız.

Bir: Ortada tamir edilecek bir ülke yok artık. Felaketin eşiğinde falan değil, felaketin içindeyiz. Ya bu enkazı kaldırmanın ve eskisine benzemeyen bir cumhuriyet ve toplum kurmanın yollarını anlatacağız, sizler de bize tahammül etmek zorunda kalacaksınız ya da yıkılan bu gökkubbenin altında karşılıklı cilveleşerek ölümü bekleyeceksiniz. Ölümden sonra dirilme falan da yok, bunu bilerek...

İki: Kime mi söylüyoruz? Sosyalistler veya komünistler ya da devrimciler, yani kapitalizmi en azından lafzen reddedenler, sosyalizmin de gerekli bir aşkınlık olarak mutlaka gerçekleştirilmesi gerektiğini düşünen genç kuşak, sistemin kırılmasından fazla telaşa kapılmamalı, “Var bu yıkımdan sonranın bir çaresi ve bu yıkımın faturasının emekçi halka, onun aydınlarına çıkarılmaması için yeni bir siyasal iktidar gerekiyor” diyebilmeli. Demenin ötesinde, o iktidarın ilk 100 gün programını hemen ilan edebilmeli. Yapmadık mı?  

Elbette bu hedefi sadece böyle söyleyenler gerçekleştiremez.

Ama toplumun önüne bu alternatifi, bir sosyalist reçeteyi de koymak gerekir. Eski rejimin yıkıntılarının temizlenmesine ve toplumun yeniden planlanmasına yönelik bu program, kapitalizm sonrasına aittir. Yıkımı önleyip kapitalizmin tamirciliğine soyunmakla, emekçi halkı ve aydınlanmanın kazanımlarını koruyarak sol bir cumhuriyet örgütlemek, taban tabana zıt programlara karşılık gelmektedir.

Tepkisiz kalamaz. Etkisiz kalması mümkün olmayacağı için bu tepkiler olağandır: “Biz çöken kapitalist sistemi tamir etmeyeceğiz, kapitalizmin tamirci çıraklığını reddediyoruz” diyenler, bir masaya oturdukları andan itibaren o masanın sadece şeklinin değil bileşiminin bile değişeceğini söylemiş olurlar.

Böyle bir inadın ve ısrarın, ortak çalışma yapmak için çok mu sekter olduğu düşünülüyor?

Türkiye’nin, “Biz kapitalizmin tamirine talip değiliz, sistemin tamirci çırakları da olmayacağız” diyebilen bir siyasi iktidar alternatifine ihtiyacı var.

Öyle bir parti olmadığını kim söyleyebilir?

Aklı iyice karışmış solun bu taraklarda bezi kalmadı aslında. Kendilerine bu kaosta bir yer bulabilmek için, bize, “Siz n’olacaksınız, cirminiz kadar bile yer yakamazsınız, kaybolun, solun adını kirletmeyin” diyebilecek kadar kire bulaşmış, kapitalizmin parçası olmuş bir sürü “solcu” dolanıyor ortada; o, doğru.

Tamirci çırakları sosyalist iktidar falan isteyemez. Kendilerine verilen köşede, önlerine atılacak demokratik “haklarla” yetinirler. Zor’suz cephe bunu gerektiriyor herhalde.

Hayat acımasızdır: Kaosun ne demek olduğunu yakında hep birlikte, bütün haşmetiyle gösterecek bize dünya emperyalist-kapitalist sistemi. Türkiye bitti, farkında mı acaba bu “arkadaşlar”? Üstelik şimdiye kadar yaşadığımız felaketler, anlaşılan, sadece prelüd.

Kapitalizmin tamircileriyle, onun düşmanları ve aşkın alternatifleri arasında bir nitel fark vardır. O farkı hep birlikte öğreneceğiz.

Demek ki, bu tamirci çıraklığını reddetmekle başlayacak her şey.

İnsanı kurtarmanın, eşitliği ve özgürlüğü yeniden kurgulamanın ilk sözü herhalde budur: “Tamirci çırakları değiliz! Biz bu kapitalist sistemi tamir falan etmeyeceğiz! Faşist ve dinci bir sermayedarın gidip yerine demokrat veya kemalist bir sermayedarın gelmesi, bu cehennemi yaşanır kılmıyor. Bu mezbahada boğazlananlar bizleriz. Kapitalizm insan mezbahasıdır. Bu mezbahayı tamir etmeyeceğiz! Yıkılmasına engel olmayacağız. Sosyalizmi kuracağız!”

Solculuk adına ortalıkta dolanıp duranlar, toplumdaki her “kimlikçi” veya “demokrat” kapitalist “hışırtının/öksürüğün arkasında” (Stefano G. Azzara) taklalar atanlar, “Hemen, şimdi, derhal sosyalizm!” diyenler dışında herkesle ortak iş yapmayı solculuk sananlar, bunu akıllarına yazsınlar. Kapitalizmi tamir işinde biz yokuz. Ama bu coğrafyada  insanı, emeği ve aydınlanmanın evrensel değerlerini kurtarma işinde varız. Sorun şu: Nereye baksanız biz varız, “sekter doğrularımız” var.

Artık birbirimizi iyi tanıyoruz. Şimdi adım adım konuşalım.