İçsavaşın dışı kimi yakar?

Kriz, merkezdeki zenginleri daha bir vurmaya başladı. AB, bir refah kalesi olmanın bedelini ödemek zorunda kalıyor. Henüz Doğu Avrupa o boyutlarda değil, ama Balkanlar çöküşün sonuçlarını, “prekaryasını”, yani gelecekten tüm umudunu yitirmiş yoksullarını, sanayi merkezi Almanya ve uydularına göndererek yaşıyor.

Ama onları geride bırakan gelişme, Ortadoğu cehenneminden kaçanların da önce Avrupa’nın hegemonuna, yani Almanya’ya yönelmesidir. Kaçak sığınmacılara sınır dayanmıyor ve Almanya’da aşırı sağ, neoliberal yoksullaşma sayesinde daha geniş bir kitle tabanına sahip olmanın rehavetiyle sistemi sallıyor.

Ortalık karışıyor.

“Türkiye yüksek yoğunluklu nihai içsavaş sath-ı mailine girdi” derken, yoksa Avrupa da mı içsavaş sendromu gösteriyor? Neoliberal barbarlığın refah kalelerinde ürettiği geniş yoksullar kitlesi, giderek daralan orta gelir katmanlarının üzerinden sistemi sarsabilir. Zaten ilk büyük işaretleri almaya başladık. Özellikle bütün bir kıtayı neredeyse sanayisizleştirerek hegemonyasını ilan eden dev sanayi ülkesi Almanya, hedefe dönüştü: Milyonlarca kaçak gözünü Almanya’ya ve bu ülkedeki iş olanaklarına dikmiş durumda.

Bizdeki liboşları hiç aratmayan ve Türkiye solunun “liberal şımarıklar kahvesinde” çok sık rastlanan bir bilimadamı tipi, Prof. Dr. Herfried Münkler, önceki gün en etkili Alman gazetelerinden Frankfurter Allgemeine Zeitung’da “Biz hegemonuz” diye yazdı. Bir tür “çağa uydurulmuş Carl Schmitt” izlenimi veren bu “çalışkan demokrat”, Almanlara Avrupa’daki hegemon rolünün gereğini yerine getirmesi için çağrıda bulunuyor. Halkı ve siyaset sınıfını gerçeklerle yüzleşmeye çağırıyor. Münkler, bunu elbette demokrasi için yapıyor ve “Almanya eğer Avrupa merkezi gücünün gerektirdiği görevlerin altından kalkamazsa, Avrupa da karaya oturur” uyarısında bulunuyor. Hazret, Alman halkının bu hegemonyal görevler karşısındaki duyarsızlığından pek şikayetçi. Yoksulları anlayamıyor. Her neyse...

Bizim için önemli olan şu: Avrupa ve hegemonu, beraberce, zangır zangır sallanıyor. Bunların geleceği hiç öyle parlak değil.

O halde, AB’cilerin bizde ve Avrupa’da, işini çok zorlaştıran bir dalgalanma içindeyiz.

Bizdeki gelişmelerin, muhtemel bir içsavaşın muhtemel dış etkilerine dikkat çekmiş olalım: Federal Almanya’da bu yıl, normal koşullarda sığınma hakkı verilemeyecek olan “yoksul ekonomik kaçaklardan” oluşan yaklaşık 1 milyonluk bir ek ordunun işgali bekleniyor. Yani memleketlerinde yerel çatışmalar, içsavaş ve siyasi baskıdan çok, ekonomik herhangi bir gelecekleri olmadığı için, geleceksizlik nedeniyle kaçıyor bu milyonlar ve ilk hedefleri hep Almanya... Hegemon işte bu “tehacüm” karşısında zangır zangır titriyor. Çünkü neonazilerin sığınmacı yurtlarına ve çadırlarına saldırıları yoksul halktan destek görüyor. Yoksullaştıkça acımasızlaşan insanların temel içgüdülerini kullanıyorlar. Bu, bir ihracat mucizesi olan Alman ekonomisini beyninden vuracak bir gelişmedir. Irkçılık öne çıkarsa, ihracat şampiyonu bu ülke dışarıya hiçbir şey satamaz. Alman oligarşisinin başdüşmanı, elbette komünizmden sonra, aşırı sağ. Ama oligarşi ve sözcüleri de sağcı.

Ne olacak şimdi?

Ya Türkiye’deki çatışmalı süreç birden açık bir içsavaşa dönüşürse?

Sadece bir olasılığı kayıtlara geçmiş olalım: Şu anda Batı Avrupa’da 5.5 milyon civarında Türkiye kökenli insan yaşıyor. Bunların 3 milyonu Federal Almanya’da. Türkiye’nin dağılması ve ülkede içsavaşın patlak vermesi halinde bu insanların Türkiye’deki 20-25 milyonluk akrabalarına sahip çıkmaları, bunların bazılarını yanlarına çağırmaları çok normal. Acaba Türkiye’den kalkıp kendine Almanya ve yakın çevresinde bu akrabalarının yardımıyla bir gelecek kurmaya kalkışanların sayısı kaç milyonu bulacak? AB’nin hegemonu ve yakın coğrafyası, bu akıma direnebilecek mi?

Türkiye’den Almanya’ya bir “kavimler göçü” yaşanması kimseyi şaşırtmayacaktır. Ancak bu “gelenler”, herhalde Türkiye’deki bir içsavaşı da aynen Almanya topraklarına taşıyacaktır. Bu, daha önce yaşanmadı, ama Türkiye her zaman sürprizler içeren bir emrivaki değil midir? Bilemiyoruz.

AB’yi de onun hegemonunu da çok zor günler bekliyor. Zenginliği, korkunç boyutlardaki dış ticaret fazlası, sanayi gücü, Almanya’yı bir çekim merkezi haline getirdi. Malum, “Paran var mı, derdin var” veya “Büyük başın derdi de büyük olur”. AB ve hegemon gücü Almanya, acaba SSCB biterken, Doğu Avrupa çözülürken, Yugoslavya parçalanırken, Arap dünyası çökerken hiç yaşamadığı bir şeyi, Anadolu’da halklar birbirine girdiğinde de yaşamaz mı?

Bizdeki içsavaş, dışarıda sessiz mi kalır?

Bunun yanıtı yok.

Asıl önemlisi, siyaset sınıfları ve sol liberaller açısından yaşanan paralellik. Türkiye’deki çöküşün aktörleriyle AB merkezlerinde ve hegemon ülkedeki siyaset sınıflarının, liberal solcularının vs. birbirlerinden hiç öyle büyük bir farkları yok. Çürümüşlükte ve acımasızlıkta ortaklar.

AB uşaklarına bunu anlatamayız, Atina’dan her gün gelen derslere rağmen görmek istemiyorlar. Tamam, ama Türkiye ateşler içinde yanmaya başladığında, hiç umulmadık kıvıcımlar tehlikeli bir biçimde Avrupa’nın ortasındaki güce, Prof. Münkler ve kafadarlarının “Zentralmacht” dediği “merkezi iktidara” sıçramayacak mıdır gerçekten?

Türkiye’de en az 20-25 milyonluk bir insan topluluğunun Almanya ve çevresiyle birebir bağlantısı var, dedik. Çöküşte, bu bağlantıların ne anlama geleceğini hep birlikte yaşacağız. Türkiye’deki içsavaşın dışta kimleri yakacağını göreceğiz.

Herkes ateşle oynuyor. Sosyalistlere, sosyalizmin tek gerçekçi kurtuluş projesi olduğu tezine kulak vermemenin bedelini ağır ödeyecekler.

Görünen o ki, uzun yola ve ağır bedellere mahkûmuz, “mataramızda tuzlu su”.