Geçmişin ihyası: 
Ham hayal

Olmuyor. Mümkün değil. Ne kadar başarılarla dolu da olsa, zamanını bir biçimde kapatmış veya resmen çökmüş her “devr-i saadet”, sadece geçmişin bünyesinde bir anlam taşıyor. Geçip gitmiştir, ihya edilemiyor, yani yeniden canlandırılamıyor. Hele hele herkesin gözü önünde büyük gürültülerle çökmüş olanı yeniden ve bir kurtuluş reçetesi diye gündeme getirmek, sadece tarih bilincinden nasiplenmemişliğin bir göstergesi olabiliyor.

Maziyi umut olarak sunmak ve onu güncel büyük krize karşı siyasal reçete haline getirmek, gerçekten de tarihin ve tarihselliğin inkarıdır.

Üç mesele var: Birincisi, Ukrayna... Orada çok tuhaf şeyler oluyor. Eğer iktidar mücadelesinde “azalan sayılar yasası” varsa, Kiev’de kendini bir kez daha göstermişti, şimdi Doğu Ukrayna’da da tartışmaya öncülük ediyor. Kiev’deki iktidar değişimi için meydana (“Maidan”) çıkanların sayısı 10-20 bin arası... Buna Goebbels hezeyanlarını aratmadığı gözlenen demokrat Batı medyası bile itiraz edemez oldu. Doğu Ukrayna’da ise yüz binler sokaklara çıkıyor ve Moskova sürekli bunu hatırlatıyor. Gerçekten de Kiev’i geride bırakan bir çokluk karşısındayız. Demek ki, hareketli kitleler artık seçim oyunundan çok daha önemli bir iktidar unsurudur ve sandık, hareketsiz kitleler çağında sadece iktidarı onaylayan bir kurumdur. Dolayısıyla günümüz kapitalizmine karşı bir iktidarın sandıktan çıkacağına kimse ihtimal vermiyor. Erdoğan ve Batı’nın sandık manyası anlaşılabilir.

Buna tekrar döneriz. İkinci mesele, şu sırada gündemde olan daha önemli bir şey, bir çıkmaz sokak. Ukrayna veya başka bir yerde krizle ve gericilikle mücadelede geçmiş veya mazi hiç yardımcı olamaz bir hâlde. Gerçi Doğu Ukrayna’da bile kızıl bayraklar ve enternasyonal marşı, savunulan Lenin heykelleri gündelik mücadelenin parçaları olarak sahnede. Ama geçmişe dönmek mümkün mü?

Reel sosyalizme de dönemiyorlar... Ukrayna, dünyanın ilericilerine geçmişe dönüşün olanaksızlığını bir kez daha göstermiş oldu. Mazi, geçip gitmiştir ve artık sadece bir yaradır.

Geçmiş ihya edilemiyor. Hiçbir yerde... Nitekim, Türkiye’de de durum farklı değil. Cumhuriyet rejiminin kuruluş yıllarına, 1920 ve 30’lara, yani “Atatürk devrine”, tarihsel bir ilerleme olarak bakmayı bırakıp dinsel bir “cezbeyle” adeta tapınan (“devr-i saadet”) ve ona dönüş ya da onu tamamlama isteyenlerin sonu da öyle... Burjuvazi o alandan çekilmiş durumda, ama bürokratların, özellikle de üniformalı bürkrasinin o yıllarda huzur bulması, bugünle ilişkilendirilemeyecek bir ham hayal tutkusuna karşılık geliyor.

Artık herkes anladı herhalde. Örneğin, “Şerefsiz Osmanlı’ya Dönüş”ün imamları bile burun üstü çakıldı. Bazı “ilericilerin” Birinci Cumhuriyet’i, Atatürk Türkiyesi’ni falan ihya etmek için çırpınması tam bir çaresizlik. Hepsi çöktü bunların.

Reel sosyalizm de öyle. Çöktü maalesef. İhya edilemez. Yeni ve yeniden köklü bir kuruluş tek çare.

Galiba Türkiye sosyalist hareketinin dramı da biraz burada: TİP’li veya Dev-Genç’li görece yaygın ve etkili (“utkan”) yılların örgütlenmelerini bugünün önüne çözüm gibi çıkarmak, onları bir biçimde yinelemek/yenilemek, yaşadığımız krizin özgünlüğünü ve derinliğini anlayamamak demektir.

Geçmişi yineleyemeyiz. Geçmişi yenileyemeyiz. Onu gömmek zorundayız. Geçmişin diliyle bugüne çözüm bulamayız. Belki...

Belki geçmişteki bazı kazanımlarımızı, etki alanımızı vs. bugünkü krize karşı kurtuluş ve yeniden kuruluş politikaları için “data” gibi kullanabiliriz. Ama kelimenin felsefi anlamında “soyutlayarak” ve geçmişten bugüne somut çözüm (“reçete”) çıkmayacağını bilerek yaparız bunu. Geçmişin bugün üzerindeki görünür etkisi bile geçmişle açıklanamaz, tersine, sadece bugünün verileriyle açıklanabilir.

Faşist darbecilerin demokrat Kiev’i ve ona direnen Doğu Ukrayna, başka birçok şeyin yanı sıra “utkan mazinin” nasıl hiçbir işe yaramadığına somut bir örnek. Ama Ukrayna’nın gölgesi üzerimizde demiştik. Bu da var.

Üçüncü ve üzerinde daha sonra durmamız gerekecek bir mesele ise şu: Avrupa’nın hegemonu Almanya, daha doğrusu Avrupa Almanyası, yeni konumunu eski Almanya’ya (“Nazi Almanyası”) veryansın ederek, onu sürekli aşağılayarak, hatta ondan koptuğunu iddia ve propaganda ederek kurdu. Öyle mi?

Aklımızda bulunsun.