Fırtına çoktan patladı

Avrupa Birliği âşıklarının yaşlı kıtanın tekelci medyasında yazıp çizdiklerine, hatta ağlaşmalarına bakarak söyleyebiliriz: Büyük depremin habercileri artık sahnededir. Yüz yüzeyiz. Yani sadece Türklerin kısa ve gericilikte sınır tanımayan sevimsiz temsilcisinin bombalı saldırı nedeniyle gidemediği AB Zirvesi’nin sonuçsuz ve muhtemelen yakında da Britanya’sız kalmasıyla ilgili değil bu. O var. Ama Lehman Brothers etiketli büyük krizden, özellikle de 2008’den beri zaten dünya ve AB ekonomisinin dikiş tuttuğunu, krizlerin denetim altına alınabildiğini gören ve söyleyen yok. Bu krizin bir yerde biteceği müjdesini veren hele hiç yok. Bir kargaşanın içine atılıyoruz hep birlikte.

Bunu sermaye önceden görmedi değil. Onun için “sol gösteren” siyaset oyunbazlarını sosyalizmden rol çalmaları için besiye çektiler. Syriza’dan Podemos’a, İngiliz İşçi Partisi’ndeki Jeremy Corbyn’den ABD’nin “aslan sosyalisti” Bernie Sanders’a her tarafta bir solculuktur gidiyor. François Hollande’ın Gerhard Schröder gibi bir kazık sağ planı Fransızlara yutturmakta kararlı olması da bu iklimle ilintilidir. Bunların hepsi sağcıdır. Kriz derin, dolayısıyla sola ihtiyaçları büyük.

Yıkılan sosyalizmden geriye kalan dünya ekonomisi ve toplumsal yapılar parça parça olmaya devam ediyor, dedik. Peki, Türkiye bu parçalanmaya tek başına nasıl direnecek? Çaresiz, sonunu bekliyor.

Mali piyasalardaki kriz, ki geçen hafta borsalardaki ilk sarsıntılar asıl büyük dalganın habercisi kabul ediliyor, çöküşün boyutları hakkında fikir veriyor. Çin ve diğer büyük “gelişmekte olan ülkeler” de krizden geçiyor. Avro Bölgesi bölük pörçük olmuş, her an iptal edilebilir; mülteci akınına ise bu enkaza tüy konduran bir felaket olarak bakılıyor. Dünya karşılıksız trilyonlarca dolar ve avroyla tıka basa doldurulmuş durumda. Üçüncü Dünya Savaşı senaryoları kültür endüstrisinin gözdeleri arasında. Büyük bir finansal felaketin eli kulağında. Borsalarda korku kol geziyor. Biz söylemiyoruz. Sağcı ve solcu AB medyası bunları yazıp çiziyor. Durum vahim ve umut diye bir şey yok.

Ancak bu mesele bizim etrafımızda daha da vahim. Türkiye, merkezinde bulunduğu bir coğrafyanın tüm depremlerini içinde biriktiyor. Her sınırından şiddet ve çatışma fışkırıyor. Bulgaristan ve Yunanistan kaynıyor. Irak yok gibi, Suriye tam bir felaket, AB’ye şimdiden tarihe karışmış gözüyle bakılıyor ve Londra bu saptamanın kanıtı olarak ortada. Cumhuriyetin doğmadan düşmanı ünlü Ali Kemal’in “soyundan” gelen Londra Belediye Başkanı Boris Johnson’ın bile AB’den çıkılması için çağrıda bulunacağı, Cameron’a bayrak açacağı açıklandı dün akşamüzeri. AB darmaduman yani. Bunlara bir de Donald Trump gibi bir ABD Başkanı eklenirse, dizginler tamamen boşanmış olacak. Böyle bakılıyor.

Dünyanın “solsever demokratları” en az sol düşmanları kadar umutsuz.

O zaman ne olacak? Trajedinin boyutları, birkaç gün önceki AB Zirvesi’nde, sadece Davutoğlu’nun gelememesi nedeniyle bile altüst olan Avrupa’da ortaya çıktı. Almanya Başbakanı Angela Merkel, mülteci baskınında yegane güvencesinin bu dinci Türk başbakanı ve Kaçak Saray’daki diğer dinci uzun adam olduğunu, onların eline mahkum kaldığını açıkça itiraf etmedi belki ama, koşullar, Berlin’in dinci tüccarlar Ankara’sının elinde oyuncak olduğunu gösteriyor. Alman sağı çok açık yürekli: Bu mahkumiyetin Avrupa’nın hegemonu konumundaki Alman büyük sermayesi için uzun süre sineye çekilecek bir rol dağılımına karşılık gelmediğini düşünüyor. Alman sağı, sosyal demokratları ve yeşilleri dahil, Erdoğan’ın oyuncağı Angela Merkel’i dövmekte kararlı. Dünyanın en güçlü kadını, gerçekten zor durumda. Mülteci meselesinden sağlam çıkması mucize.

Bizim açımızdan mesele şu: Türkiye krizi bütün bu krizlerin bir ortalaması değil, anlaşılan, onlardan çok daha ağır bir çöküş ve daha önce tanışmadığı şiddette bir depremle karşılaşacak. Alman medyası Türkiye’de açıkça bir savaş yaşandığını herhalde boşuna yazıp görüntülemiyor. Avrupa büyük sermayesi, krizin acısını çıkaracağı ülkeler arasında, küçülteceği (“parçacıklar siyaseti”) Türkiye’yi hepsinden çok önemsiyor, çünkü bölgeyi uzaydaki kara delikleri andıran bir uçuruma çevirerek krizi buraya gömebileceğine ve böylece depremin Batı Avrupa’ya doğrudan yansımasını önleyebileceğine inanıyor. Sermayenin makul olduğunu kim iddia edebilir?

Şu, doğru: Türkiye, dünya krizinin ortasında ve bu krizin bütün etkilerini üzerinde toplayacak kadar nazik bir coğrafyadır artık. Ya paramparça olur ya da bir devrim merkezine dönüşür.

Siyasette birkaç saatin bile her şeyi altüst edebileceği bir küresel kaderden geçiyoruz.

Kötülük merkezlerine harıl harıl liberal mikroplar üzerinden yönlendirebilecekleri “sol siyasetçi” yığmalarına bakılırsa, AB merkezlerinde de durum felaket. Antikomünizm silahı için en uygun iklimdeyiz. Etnik-dinsel-liberal bayağılıklarla el ele solculuğa soluk aldıracağını sanan tasfiyecilere acımaktan başka elimizden bir şey gelmez. Hallerini DİSK’e bakan görüyor zaten.

İş başa düşüyor. “Fırtına ikliminde” siyaset yapmak, önceki siyaset etme biçimlerini kısmen geçersiz ilan etmeyi de gerektiriyor; biliyoruz.