Faşizan küreselleşmeden, 'korumacı' faşizmlere

İş sanıldığından daha tehlikeli; kanlı bir batağa son hızla giriyoruz. 

Emperyalist merkezler de bu gelişmeden masun değil. Göçmen hareketleri bile metropolleri sarsmaya yetti. Tabii, yeni önlemler alınması için yapılan önerilerin ardı arkası kesilmiyor. 

Tehlikeli öneriler bunlar. 

Biri, Berlin’in atom gücü olmaya hazırlanması üzerinedir. Almanya’nın bir nükleer güç olması ve kendi atom silahlarını caydırıcı bir unsur olarak artık vitrinine yerleştirmesi isteniyorsa ülkenin en büyük yayın grubunun tek ciddi gazetesinde (Die Welt), iş çok daha kötüye varacak demektir. Bu tür adımlar, ABD Başkanı Trump’ın Almanya’yı neredeyse bir numaralı rakip, hatta düşman olarak tanımladığı koşullarda atılıyor ve  gerginliğin alabileceği boyutlar hakkında bir fikir veriyor. 

Düşünülmesi gereken şu: Almanya’nın artık kendi atom silahlarını kullanıma hazır hale getirmesi yolundaki talepler, dünya ticaretinin korumacı eğilimlere yenildiği yolundaki analizlere paralel tartışmaya açılıyor. Askeri bir gücü yok, henüz yok, ama ekonomik ve bunun üzerinde yükselen Fransa’lı siyasi gücüyle Almanya, emperyalist piramidin hâlâ en üstündeki lider gücü, ABD, resmen sallıyor.  Düşüremiyor, ama sallıyor; Muharrem İnce ile Erdoğan ilişkisini andıran bir sahne bu. 

Tedirgin olmamak mümkün değil. 

Dünya sermayesi de şaşkın ve tedirgin. 

1929’daki büyük mali çöküşle İkinci Dünya Savaşı denilen korkunç mezbahanın harekete geçtiği tarih arasında 9-10 yıl ya var ya yok. Bu tür mali çöküşlerin mutlaka bir sonucu  olur. O dönemde, ki dünya coğrafyasının altıda birinde sosyalist bir kuruluş (SSCB) yükseliyordu, emperyalist-kapitalist sistem içindeki korumacı eğilimler, sonunda silahların patlamasına yol açtı. Sovyetler Birliği’nin kapitalist restorasyonu için kurgulanan korkunç soykırım saldırısı (14 milyonu çocuklardan oluşan en az 27 milyon ölü ve yaklaşık 50 milyon sakat) ve faşizmler, tesadüf değildi. Faşizmi Ekim Devrimi’ni ilerletemeyen Avrupa proletaryasının ödemek zorunda kaldığı bir ceza olarak tanımlayan Clara Zetkin’in bu yaklaşımından hareketle, tarihin en büyük insan imhası, en büyük soykırım olarak tanımlanması gereken SSCB’ye yönelik Barbarossa Harekâtı, faşizm ve ceza tanımından ödünç alarak söylersek, bu ülkeye sosyalizmi kurma cüreti gösterdiği için kapitalist dünya tarafından reva görülmüş bir cezaydı. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. İkinci Büyük Savaş’tan sosyalist bir dünya sistemiyle çıkıldı. 

Şimdi durum hiç iç açıcı değil. 

Dünya emperyalist-kapitalist sisteminde 1914 öncesi ruh hali egemen olmaya başlıyor. Türkiye’nin 1876’nın gerisine düştüğü zamanlarda, yakın çevresi de bir büyük boğazlaşmanın eşiğinde gibidir. 

Avusturya’da, Macaristan’da, Polonya’da  ve hatta İtalya’da açıkça faşistoid, faşist kesimlere sahip sağ popülist hareketler iktidar veya iktidara ortak. Bu ülkelerdeki sermaye sınıfları kendilerince korumacı talepler de dile getiriyorlar. Almanya’da açık faşist bir harekete evrimleşeceği gözlenen faşistoid sağ, AfD, hızla yükseliyor. Fransa’daki postmodern veya neoliberal faşist hareketin (geçen ay "Rassemblement National” olarak değiştirilen adıyla “Front National”) gücü zaten malum. 

Çevresi alev alev yanan Türkiye’nin kısa bir sürede büyük bir ekonomik krize gireceğini ise artık söylemeyen ve yazmayan kalmadı. Avrupa medyasından söz diyoruz: Türkiye bugün yarın patlayacak bir barut fıçısı. Trump’ın Erdoğan’a son “papaz paparaları” boşuna değil. . Yönetiminde her biri diğerinden cahil imamlar var bu ülkenin ve muhalefet diye geçinenler de en az iktidardaki İslamcılar kadar düzeysiz, cahil ve dar kafalı... Hele iki sosyal demokrat parti, CHP ve HDP üst yönetimleri... 

Zor, çok zor günler geliyor. 

Benzersiz bir zorluk olacağı, kapitalizmin Türkiye’nin yakın çevresinde de ağır bir krize girmesinden kaynaklanıyor. 

Galiba şöyle bir yerdeyiz:

Bir, 1917 bütün sonuçlarıyla, ki bu sonuçlardan biri de “Türkiye 1923” idi, tarihe karıştı ve tersine çevrildi. Yerine bir düzen getiremediler. Fırtına ektiler, kaos biçiyorlar... 

İki, İkinci Dünya Savaşı, bütün sonuçları tersine çevrilerek kapandı ve anlaşılan yeni savaş dönemleri açılıyor. Almanya Avrupası, 1945 sonrasındaki sosyalizm ve barış sürecini kapattı, insanlığın kazanımlarını kazıdı, şimdi büyük ve çok kanlı olacağı anlaşılan maceraların eşiğinde. Yerine bir düzen kurulamadı. 

Üç, Türkiye, İslamcı bir mafya güruhunun 1923 Cumhuriyeti’ni tüm sonuçlarıyla ve halk desteğiyle kazımasından sonra her türlü maceraya açık bir coğrafyadır artık: Derin bir ekonomik kriz, kalan coğrafyayı paramparça edebilecek... Orhan Gökdemir’in estetik gücü yüksek benzetmesini kullanarak söylersek, İslamcılar öldürdükleri cumhuriyetin cesedine her fırsatta tecavüz ediyorlar, ama onlar da yerine bir şey, yeni bir sistem koyamıyorlar. Tarihte eşine az rastlanmış bir düzeysizlik yarışı içinde, felaketine koşan, daha doğrusu bombalar yüklü duvara saatte 200 kilometre hızla çarpmaya hazırlanan frenleri patlamış bir tuhaf araba gibi artık Türkiye. 

Bu tablodan sağlam çıkmak zor. 

Ama mucize yaratmak, sosyalist siyasetin bir başka tanımı değil midir? 

Tek çaremizin bu topraklardaki ilerici-devrimci geleneklerin yeniden harmanlanarak güncel çıkmaza yeni devrimci yanıtlar yaratılmasından geçtiğini  biliyoruz. Derinlerdeki jakoben-sosyalist damarın gerektirdiği itidali ve direnci sokağa yayabilirsek, bu felaketten sosyalist bir kurtuluşla çıkabiliriz. 

Yoksa Erdoğan hanedanı ile Kılıçdaroğlu-İnce- Akşener ve HDP’nin Türkiye’nin ilerici-sosyalist  müktesebatından nefret eden yöneticileri arasında geçecek bir kayıkçı dövüşü sonrasında bu toprakların dağılıp gittiğine tanık oluruz. Öyle de “terk-i dünya” ederiz. O da mümkün. 

Kemal Okuyan’ın haklı uyarılarından hareketle bakalım: Zamanımız yok, tamam, ama bir koyup hepsini ve kolayca almak da yok: “Garanticilik”, sosyalist politikaya sığmayan ve hep hüsranla biten sağ ve sığ bir kolaycılıktır. 

Kaygan ve kanlı topraklarda siyaset yapıyoruz, sosyalizm öneriyoruz. 

Sosyalizm, bir yanıyla hep bir mucizedir, evet. Çünkü çok basittir.