Dijital devrim ve merkezi plan (2)

Açıkça ifade ederek, geçen hafta kaldığımız yerden sürdürelim: Evet, Türkiye’yi nasıl bir planlı ekonomiyle yöneteceğini, hangi somut adımları atacağını Türkiye sosyalist hareketi ilan etmek zorundadır. Bunu henüz layıkıyla yapabilmiş değiliz. Ama bizlerin de içinde olduğu zorlayıcı bir kesimin bu işi ciddiye aldığını biliyoruz. Liberallerin, “solculuk ve hatta marksistlik taslayanları dahil”, çeşitli renkleriyle hem dışarıdan hem de içeriden “krizden ancak sosyalizmle çıkılabilir” tezini savunanlara aralıksız saldırması, bu nedenledir. Adamlar bizi beğenmemekte haklı: Resmen ekmeklerine mani oluyoruz.

Ama kendi işimize bakmakta da biz haklıyız.

Dijital olanaklardaki büyük sıçrama, erken sosyalizmdeki birçok teknik tıkanıklığın ileri sosyalizmde yaşanmayacağını gösteriyor. İki mesele var.

Bir: Sosyalizmi ciddiye alan Türkiye solunun ilgili kesimleri, planlı ekonomiyi nasıl tasavvur ettiklerini ve pratikte neler yapacaklarını sadece kendi içlerinde değil, kamuya açık toplantılarda ve yayınlarda da ilan etmelidir. Bu, düzenli toplantılar ve yayınlarla olur.

Ancak ondan daha önemlisi ve iki: Plan için elbette farklı sol anlayışlar masaya oturabilir ve görürler ki, üretimi yeniden kurgularken daha ilk adımlarda, özellikle de kamulaştırmalarda, burjuvaziyi nasıl ve hangi cephelerden etkisizleştirecekleri konusunda birbirlerine çok yakınlar. Bu, sosyalizm zemininde kurulacak bir ortaklık yoludur. Plan, sosyalizmdir ve aslında tek ittifak zeminidir. İttifak için yola buradan çıkılabilir, yoksa “Beni seven arkamdan gelsin” diyen sermayenin şu veya bu kesimine çalışan aparatçiklerin yamacından değil.

Neden mi?

Çünkü sosyalizm için masaya oturmak, korkunç cayırtılarla çöken bir ülkede, Türkiye’de, başlı başına bir umuttur. Halka verilecek tek umut. Asıl önemlisi, birbirine pek uzak düştüğünü sanan sol içinde de bir toparlanmadır.

Solun solu böyle ortaya çıkar. Örneğin böyle bir kamulaştırma tartışmasında artık AKP-MHP militanlığıyla tarihe gömülmüş eski maocu bir çizginin solla hiçbir ilişkisi olmadığı, burjuvazinin hiçbir kesimine kıyamadığı, dolayısıyla “aşırı kemalizm” etiketiyle burjuvazinin vurucu timleri olarak hizmet vereceği hemen ortaya çıkacaktır. Zaten asıl, ulusalcılarla liberallerin birbirini tamamlamaması şaşırtıcı olurdu.

Krizdeyiz. Ülke parçalara ayrılmak üzere. Bizim bu felaketi, ekonominin her sektöründe ve hayatın her alanında nasıl bir planlı ekonomiyle göğüsleyeceğimizi açıkça toplumun önünde tartışmamız, acil kararlar almamız gerekiyor.

Sosyalist bir hükümet gerektiren kamucu ekonomi, daha kriz kapitalizmi koşullarındayken her ayrıntısıyla topluma anlatılır ve tek çözüm önerisi olarak toplumun gündemine zorla sokulursa, sosyalist kuruluşu yakınlaştırır, kolaylaştırır.

Burada bir niyet bildiriminden falan söz etmiyoruz. Burada somut bir mücadele başlığından, bir toplumsal yeniden kuruluşu tedavi yöntemi olarak ayrıntılarıyla geliştirmekten söz ediyoruz. Sosyalist iktidar için ittifak siyasetinin zemininden...

Bizden başka pek kimsenin üstlenmeye yanaşmadığı, kendini solcu sanan/satan çevrelerin ezici çoğunluğunun ise daha düşünürken bile dudaklarını uçuklatan bir başlık bu. Yeni yayınlar, yoğun toplantılar gerektiriyor. Krizi yönetmek ve sermaye rejimine makyaj tazeleme fırsatı tanımak, bu arada emekçi sınıfların ve aydınların önüne birkaç parça sus payı kemiği atılmasını sağlamak (“demokratik reform”) için değil. Köklü, nitel bir toplumsal dönüşüm için.

Zor. Çünkü krizde büyük acılar çeken emekçi sınıfların, hatta aydınların bile bu konuda pek umudu yoktur. Desteği de yoktur. Ama sosyalistlerin entelektüel şiddeti ve toplumsal çöküş, iç içe, böyle bir konuşlanmayı mecbur kılıyor. Görev, yani.

O zaman, işe Paul Cockshott ile Allin Cottrell’in neredeyse çeyrek yüzyıl önce yayımladıkları ve doğrusu kurulan sosyalizme, dolayısıyla da bize pek fazla dostça baktıkları söylenemeyecek kitaplarını (“Towards a New Socialism”) irdeleyerek, daha doğrusu eleştirel bir süzgeçten geçirerek zenginleştirmeye başlayabiliriz.

Apar topar Türkçeleştirip bu yazarların önünde iki büklüm “Yahu siz ne büyükmüşsünüz abiler” falan demek için değil. Ondan yeterince var; solcu geçinen, şimdi adını burada ansak gereksiz yere papaz olacağımız yayınevleri: Hani şu devrim hareketimizi, entelektüel açıdan da Batı’nın gerisinde sanan yarıgelişmişler... Fakat, son tahlilde Cockshott-Cottrell de dahil, reel sosyalizmi desteklemiş ve onu hep büyük bir olanak olarak görmüş, ama bununla yetinmemek gerektiğini savunabilmiş insanlar vardı, hâlâ da var. Almanya’dan ve sosyalizmi kurmuş bir dilden örnek: Kendisine gerçekten yakışan yayınevini bizde şimdi bulmuş olan Georg Fülberth, sonra Lucas Zeise, Winfried Wolf, Heinz J. Bontrup, Andreas Wehr, hatta kısmen Sahra Wagenknecht , Thomas Kuczynski, Gerfried Tschinkel ve diğerleri... Dilimizi ısırmayalım; açık olsun: Batı’nın solculuğu (“marksistleri”) birçok noktada bizden çok geridir; “biz” deyince komşudaki ele avuca sığamayan YKP’yi de anlıyoruz tabii... Emperyal merkezlerde marksizm iddiası taşıyanların, içlerinde iyi unsurlar içerenleri bile son tahlilde reddetmeyi göz alarak, birikimini içermeye ve ama her şeyi yeniden kurmaya başlamaktan söz ediyoruz...

Cockshott-Cottrell’in internetten kolayca indirilebilecek bu kitaplarının ve merkezi planla ilgili başka benzerlerinin neden popüler Türkçeye, sosyalist devrimci hareketin jargonuna girmediği basit bir soru değildir. Acı bir saptamadır: Kriz bir ülkeyi ortadan kaldırmaktadır ve Türkiye’nin sosyalistleri, belki -bizim gibi “sekter”- bir kesim hariç, sosyalizmi kurmaları için gereken malzemeye karşı resmen kör ve sağırdır. Bilmiyorlar, istemiyorlar, ilgilenmiyorlar. Ama hangi bayrağın altında ve hangi fırıldak demokratın mabadında sıraya gireceklerini, hangi “büyük yürüyüşü” sola çekeceklerini kurcalamayı solculuk sayıyorlar.

Dedik ya, işimiz zor. Önce bu “solculuğa” ve “solculara”, bildiklerini unutturmak ve gerçek bilgi kaynaklarına yönelmeyi öğretmek gerekiyor. Bu da sınıfsal bir iştir ve kapitalizmin ötesine bakabilmeyi, sosyalist bir hükümet kuruluşunu ilk hedef saymayı gerektirir.

Zor. Tamam. Ama başka bir yol da yok.