Dijital devrim ve merkezi plan (1)

Eskilerin tabiriyle, “kaçmaktan kovalamaya vaktimiz mi var”? Biraz da bu nedenle, sadece geçerken değinebiliyoruz, ama ölümcül bir meseleyle karşı karşıyayız ve hak ettiği mesaiyi harcadığımızı iddia edemeyiz. Yine de ısrarla ışığı bu mesele üzerine tutmak gerek.

Bilgisayar teknolojisindeki büyük sıçramanın veya dijitalleşmenin sonuçları önümüzde duruyor. Sadece kapitalizme ve kâr oranlarına değil, emek mücadelesi ve sosyalizme de yansıyacak adımlar var ortada: Üretici güçlerdeki gelişme, nasıl sadece kapitalizm bünyesinde kalabilir ki? Dünya emperyalist sistemindeki tehlikeli cepheleşmelerin, Rusya ve Çin’in ABD ve Almanya Avrupası (AB) ile yaşadığı sürtüşmelerin arkasında bile bu mesele yatıyor.

Ancak bu, bizi sadece ekonomiye bilgisayar teknolojisiyle gelen büyük üretim sıçraması ile gereksizleşen emek nedeniyle patlayan işsizlik (dolayısıyla talep tırpanı) arasındaki asimetri yüzünden ilgilendiriyor değildir. Böyle bir çelişki elbette kapitalizme içkin sürekli krizin ana alanlarından biridir; tamam. Ama bu, sosyalist devrimcileri asıl “merkezi planlama” aşaması nedeniyle ilgilendiriyor.

Nasıl mı?

Kapitalist sistem içinde ve neredeyse her alanda, dijitalizasyon müthiş bir prodüktivite ve üretim patlaması yaratmış durumda. Ancak beraberinde de korkunç bir emek açığı, yani işsizlik, dolayısıyla talep çöküşü getiriyor. Küçük bir örneği, haziran sonuna doğru Alman teknoloji devlerinden Bosch verdi. Türkiye’de de büyük yatırımları bulunan Bosch’un Dresden’de 1 milyar avroluk bir yatırıma yapacağı ve burada toplam -daha doğrusu “topu topu”- 700 kişiye iş olanağı yaratacağı açıklandı. Asimetri ortada.

Bir başka örnek de uluslararası ticaret rakamlarından verilebilir. Üzerinde uzlaşılan resim şudur: Dünya ticaret hacmi 2012’den bu yana dünya ekonomisinden daha yavaş büyüyor, hatta 2014’ten bu yana yerinde sayıyor. Tercümesi: Gerçi üretim artıyor, ama ticaret büyümüyor. Dünya talep hacmindeki bu durgunluğun öncelikli nedeninin düşük yatırım olduğunu ileri sürenler var. Bu arada Çin’de “yeni piyasa katılımcıları”nın meydana çıkması ve böylelikle bu ülkeye ithalatı baskı altına alması, ithal mallara talebi düşürmesi de bir başka vakıa. Asimetrinin sonu gelmiyor. Biz buna eşitsiz gelişme yasasından beri yabancı değiliz. Böyle yürür işler bu kapitalist-emperyalist âlemde.

Arz patlamasıyla talebin çöküşü (işsizlik), kapitalizmin Marx’tan bu yana özellikle ünlü çelişkisini (“aşırı üretim”), kapitalizmin hiç çözülemeyecek çelişkisini doğurmakla kalmıyor. Çünkü bu çelişki, kendi başına kapitalizmi yıkmıyor. Kapitalizmin krizinde sosyalizmi gereksizleştirecek restorasyon için yollar aranmasını da kanatlandırıyor.  Buna demokratizm de diyebiliriz. Solu da can evinden vurabilen -hatta vurmuş: 1989- bir tuzak bu, son tahlilde.

Kapitalizm, sadece ekonomideki arz ve talep arasındaki dengenin bozulmasıyla sona ermez; kapitalizmin son aşaması emperyalizm de öyle: Siyaset, kültür, ordu, ahlak, sanat pratikleri vs... Bunların hepsi bir arada kaptalizmin ve emperyalizmin bekasını sağlarlar. Eşitsiz gelişme, sürekli bozulan bir dengenin, büyük bir devrimcimizin formülasyonuyla söylersek, “suni denge”nin nedenidir.

Sürpriz değil: 1902’den beri, bu bütünlüğe ve yapısal dengelere/dengesizliklere dışarıdan müdahale edilmesi gerektiğini biliyoruz. İşçi sınıfının öncü partisi, gökten zembille ve bazı düşünürlerin keyfi olsun diye inmedi; bu nedenle var. Yıkmaktan çok, kurmak için var. Sonuçta, partisiz hiçbir şey kuramazsınız ve zaten tam da o kurucu irade kapitalizmin kırılmakta olan fay hatlarından sosyalizme geçişi sağlar. Sosyalist kurucu irade, krizdeki tek antikapitalist yapıdır. Diğerlerinin hepsi, kapitalist bünyeyi tamir amaçlıdır. O nedenle komünistlerden nefret ederler.

Biz dijital devrimin sadece kapitalizmde korkunç fay kırıkları yaratmakla kalmadığını, bu kırılmanın ardından aynı teknolojinin açığa çıkardığı enerjiyle kamu mülkiyeti üzerinde yükselen bir planlı ekonomiye daha kolay geçilebileceğini de söylüyoruz. Demokrasi adına merkezi plan ve gereklerinden kaçanlara “kapitalizmin hayranları, emperyalizmin uşakları” dememiz boşuna değildir. Küfür hiç değildir. Sadece “mal”ın etiketlenmesidir.   

Dijital dönüşüm, sosyalizmi ve merkezi planlamayı, 1930’lar ve hemen ardındaki on yılda da tarihte eşine rastlanmamış boyutlarda bir yıkım getiren Nazi barbarlığının saldırısına karşı Anayurt Savunması dönemiyle karşılaştırıldığında, çocuk oyunu haline getirmiş gibi görünüyor. Sadece ekonomideki tedarik tıkanmalarını öngörmek, önlemek ve arz-talep dengesini sağlamak açısından değil. Her alanda etkisini görebiliriz. Erken sosyalizmin takıldığı birçok noktada çözümlere sahip görünüyoruz. Hadi biraz abartarak söyleyelim: Şu ünlü “input/output analizlerini”  cilalamak, üretimi parçalara ayırmak ve birleştirmek, sonra da tüketimle uyumu sağlamak vs. artık çok daha kolay. Daha zor olduğunu söyleyenler, o tanımsız “demokrasi” yolunun, yani kapitalizmin militan kadrolarıdır. İyi.

Demek ki, geniş bir sol kesimi kapitalist bünyeden nemalanan şu veya bu siyasetçinin ya da partinin peşinde nal toplamaktan çekip almak mümkün; tamamen bize ait konularla, toplumun önüne nasıl bir seçenekle çıktığımızı ilan edebiliriz.

Nasıl mı?

Paul Cockshott ile Allin Cottrell “vesile-i hasenesiyle” gelecek hafta devam etmeye çalışırız.