‘Devr-i Saadet’ vurgunu

Dinde “asr-ı saadet” diye de geçer ve peygamberin yaşadığı dönemi imlemesinin dışında, bugüne yansıyan önemli bir yanı vardır. Modern siyasette ve özellikle solda açtığı gedikler nedeniyle üzerinde düşünülmesi gereken bir tuzak bu. Ne midir?

Belki şudur: Geçmişte cennet ve hazine aramak, akıldışı bir ısrardır. Efendilerin elinde de dinsel bir silah. Buradan ve bu bakıştan sola, sosyalizme ekmek çıkmaz ancak etkisi inanılmaz boyutlarda.

Sadece sağın ve dinselliğin etki alanından söz etmiyoruz. Bu, devrimci siyasette de bir tuzağa karşılık geliyor.

Türkiye solunda bir kesimin uzun yıllar reel sosyalizmi bir tür asr-ı saadet gibi algıladığı biliniyor. Bir doğru siyasi oluşuma, reel sosyalizme, uşakça bir dinsellik içinde bakılıyordu. Kimilerine göre, reel sosyalizme biat etmek, sol siyaset için yeterliydi. Direnenler de var tabii, ama günümüzün bütün etkili döneklerinin, o zihniyetin öncülerinden çıktığını biliyoruz. Bizde ve Avrupa’da...

Gelmek istediğimiz yer biraz farklı: Reel sosyalizm yıkıldıktan sonra, geçmişe dinselliği aratmayan bir yüceleştirmeyle bakışın tümüyle silindiğini söyleyemeyiz. Bunun hem düzünden hem de tersinden korkunç bir tuzak olduğunu atılan bazı adımlara bakarak görebiliyoruz.

Geçmişte veya şu anda dünyanın herhangi bir yerinde “asr-ı saadet” aramak, oralara, büyük sosyalist yürüyüş için önemli kazanımlar olmaları dışında bir dinsellik vehmetmektir. Bizde sol kemalizmin de cumhuriyet rejiminin kuruluşunu böyle bir “saadet dönemi” olarak algılaması ve propaganda etmesi, bu tuzağın gücüne bir başka örnek sayılabilir. Nasıl bir tuzak olduğunu herhalde AkParti-AsParti iktidarının 11’inci yılında görebilmişlerdir. Göremeseler de, önemi yok.

Ancak, bu tuzak, sadece bizde değil, emperyal metropollerde de etkili. Örnek: Almanca, sosyalizmin başyapıtlarının verildiği ve sadece isyanlar değil, somut bir sosyalist cumhuriyetin de kurulduğu dil. Burada da “asr-ı saadet” vurgunu gözlüyoruz. Alman solu burada ikili bir darbeyle karşı karşıya: Toplumsal yankısı dar bir çevre, reel sosyalizm ve yıkılan sosyalist cumhuriyeti bir dinsellik çemberi içinde algılamayı sürdürüyor. Bu, normal. Anormal olan, bazı sol siyasetçilerin de bu referansları kapitalist Almanya’ya yansıtarak kullanması. Muhalefetteki SPD, Yeşiller ve hatta Sol Parti yönetimi, Federal Almanya’nın 1960’lar, 1970’ler ve kısmen de 1980’lerde emekçi sınıflar lehine yaşanan refah yıllarına dönüşü, bir alternatif program olarak önerebiliyor. Dünya kapitalizminin geçmişe dönemeyeceğini kabullenmek istemiyorlar.

Oysa Avrupa emperyalizminin içeride emekçi sınıflara verdiği tavizlerin ardında, Doğu Avrupa sosyalizminden duyduğu korku yatıyordu. Reel sosyalizm olmasaydı, ki bu tarihi 1917’ye kadar çekmemiz gerekir, bırakın Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulamamasını falan, tüm Avrupa emekçileri yerlerde sürünürdü.

Almanya’da, 22 Eylül’deki genel seçimlerde, halkın karşısına eski “sosyal adaletçi Alman kapitalizmi” önerisiyle çıkmak, halkı ikna edebilecek bir tutum değil.
Dünya, sosyalizm için olgun bir dünyadır.

Türkiye, sol tarihi sanıldığından çok zengin ve bazı kesimler, “Postmodern bir MDD’cilik”te ısrarlı görünüyor. Buna Batı’daki “postdemokrasi” tartışmaları eşlik ediyor. Olabilir. Ancak böyle bir arayış, Türkiye ve Avrupa’da, felaketin sorumlusu sermaye iktidarlarına bir hayat öpücüğü olacaktır. İşte bunu tartışmamız gerekir. İktidar isteyen sosyalistlerin birbirinden uzaklaşması için değil, birbirine yakınlaşması 
için...