Cehennemimiz: Mağduriyet ideolojisi

Mağdur olmak siyasal bir şans mı gerçekten? Öyle. Özellikle sistem içi, yani mevcut toplumun kapitalist ilişkilerini temelinden sorgulayamayan her “gayrimemnun” hareket, bu yöntemden nemalanmak zorunda kalıyor. Çürüme sürecindeki burjuva toplumunun çaresizliğinden yağ çıkarmak isteyenlerin rantı, bu yolda iktidarlaşabiliyor. Örnek çok. Özel mülkiyet rejimi veya oligarşi ya da zenginler ve hırsızlar demokrasisi, artık ne derseniz deyin, bu sayede köklü bir tehditle karşı karşıya kalmıyor. “Majestelerinin sadık muhalefetini” örneklemek istersek 21’inci yüzyılın ilk çeyreğinde, mağduriyete oynayan tüm siyasal hareketleri art arda sıralamak zorunda kalırız. Neden?

Çünkü sosyalist siyaset, reel sosyalizm tarihe bile karışmış olsa, esas olarak, bir yapabilirlik, bir inat ve ısrar, hatta aşkın bir görev bilinci üzerinde yükselir. Mağdur, böyle bir işin altından kalkamaz. Mağdurlardan bugün artık sosyalist siyaset ve sol bir kurtuluş çıkaramayız. Mağduriyet ideolojisi üzerinden sol bir yükselişi ise hiç yakalayamayız. Ama çok verimli bir toprak olduğunu tekrar tekrar vurgulamış olalım. Kullanıyorlar. Toplumsal atomizasyonu kanatlandıran, egemen “parçacıklar siyasetini” besleyen bir zihniyet bu.

Özellikle Türkiye gibi dağılma sürecindeki bir rejimin ve toplumsal birliğin, bu alanda çok verimli bir tarla olduğu açık: Piyasadaki mağduriyet ve mağdur sayısına bakarak bu verimliliği test etmek kolay. Adamlar hiç de haksız sayılmaz. Kapitalizmi ihya etmekte kararlı sağ ve sol, el ele, bu alanda önemli kazanımlar elde etmiş bulunuyor. Sadece Ankara’daki parlamentoya bakmak bile yeter. Hepsi birer mağduriyet militanıdır. Herkes en mağdur olduğunu kanıtlamakla meşgul ve çoğu da başarılı zaten. Dinciler, Türkizm, hatta Kürdizm... 

Bizi asıl ilgilendiren mesele ise şu. Mağduru oynamak, halkın ilgi ve dikkatini çekmek için en kolay yoldur, ancak son tahlilde ve sınıflı toplumda, oligarşinin veya kleptokrasinin ya da plütokrasinin düzeni sürdürme ilacıdır. Mağdurlar hiçbir şeyi tehlikeye düşürmez çünkü ve bunlar çok kolay yemlenir. Çabuk ikna edilirler. Mağduriyet anlayışıyla kapitalist ilişkileri bırakın ortadan kaldırmayı, bunlara soru bile yöneltemezsiniz. Ama bu yol sol tarafından da nedense kolayca kabullenilmektedir.

Oysa solun, elbette sosyalist bir toplum için mücadele veren ve sosyalist siyasal iktidarı bu yolun başlangıcı sayan solun, tıpkı din gibi bu “mağduriyet mesleğini” de soyunması gerekiyor. Bunun hiç yapılmadığını söyleyemeyiz. Dinden sola bir hayır gelmediğini düşünen etkili bir sol kanadımızın varlığı, mağduriyet edebiyatıyla ancak mevcut sistemin devamının sağlanabileceğini anlayan ve tepki veren solumuzun da müjdecisidir. Bu paralellik tesadüf değildir.

Mağduriyet ideolojisinin neden sola bir hayrının dokunamayacağı, hatta tersine, tam da  sola karşı bir panzehir olduğu yıllardır ortada zaten:

1. AKP iktidara gelmeden önce ve geldiğinden beri köklü bir mağduriyet şarkısı seslendiriyor. Saatler ve ayakkabı kutularıyla, kaçak saraylarla, korkunç zenginlikleriyle bu iş artık inandırıcılığını yitirdi gerçi, ama onlar yine de bu yoldaki propagandalarını sürdürüyorlar. AKP, mağduriyetten iktidar çıkarabilmenin somut örneği olunca, kendisini solcu sanan/sayan/satan bazı çevrelerin de bu alana yığışmasını doğal karşılamak gerek. Sol bir yana, şu anda parlamentodaki tüm partiler tam bir mağduriyet yarışı içindedir. Buradan sadece oligarşik sistemin bekası çıkar; hepsi biliyor. Zoka böyle yutulur.

2. Türkiye solu, sosyalist iktidarı unuttuğu anlardan itibaren, ki 1970’lerin sonu büyük bir iktidar fırsatı yaratmış, ama bu fırsat devrimci çevrelerce “demokrasi ve mağdurların en geniş cephesi” adına çiğnenmişti, maalesef mağduriyet tuzağına düşmüştür.

3. Kürt hareketi, baştan sona mağduriyet üzerine kurulu bir siyaset izledi. Buna hakkı olmadığını kimse iddia edemez. Türkiye’nin asli unsuru bir halktan söz ediyoruz: Dili bile yasaklanmış ve varlığı tümüyle inkar edilmiş, son derece yoksul bırakılmış bu halkın kendisini mağdur hissetmesi için özel bir çaba harcaması zaten gerekmiyordu. Ama bu temelden, sadece mağduriyete dayalı bir siyaset çıkarıldı. Egemen Kürt siyaseti, bugün kendi dar çevresine odaklanıp Türkiye’deki aydınlanmacı ve sosyalist güçleri yok sayarak ya da öylece peşine takarak, bir iktidar oyunu oynayabileceğine inanıyor. Mağduriyet dopinginden yararlanıyor. Bildiğimiz Türkiye’den bir veya birkaç Kosova çıkmasının mümkün olduğunu söyleyip duruyoruz. Ama sosyalizme karşı konuşlanmış bu mağduriyetten doğacak rejimlerin tüm bölge halklarına ek felaketler getireceğini de ekleyelim... Kürt halkına refah ve özgürlük getirmesi imkansız bir mağdurlar krallığı, çağdaş ve aşkın bir kurtuluş rejimine de sıcak bakmayacaktır. Sosyalizm mağduriyetten doğmuyor artık.

4. Fakat Sezar’ın hakkı Sezar’a: Dinci iktidar ve Kürt siyasal hareketi, bu mağduriyet edebiyatını bizzat icat etmiş değillerdir. Bu geriliğin asıl yaratıcısı, bu topraklarda, antikomünist bir histeri olarak Türkçülük, daha doğrusu Türk-İslam sentezi denilen faşist-cani kafa oldu. Türkçülüğün yetersiz kaldığı yerlerde dincilik AKP’yi, bir başka etnik ve kültürel-dilsel bağlılık da Kürt siyasal hareketini sağlamlaştırdı. Hepsi mağduriyetten kârlı çıktılar. Hep birlikte bir felaket havuzu oluşturdular.

5. Çok önce dağıtılmış, tarihin çöplüğüne atılarak etkisizleştirilmiş sol kemalizmi artık hesap dışı sayabiliriz, ama özellikle sağ kemalizm (“İlker Başbuğ ve takım arkadaşları”) nihai olarak tasfiye edilmeden önce, burada bütün bu dağıtıcı yolları destekleyen bir mağduriyet çemberi yaratabildi. 12 Eylül, bugünün dincilerini ve her türden etnikçisini, elbette Türkçülük başta olmak üzere, doğurdu. Yani dinci siyaset ve Kürt siyasal hareketi, asıl derslerini “1945 sonrası Türkçülük” de diyebileceğimiz bu sağ kemalizmden ve onun mağduriyet ideolojisinden aldılar.

Peki, nereye geldik?

Şuraya: Türkiye’de siyasi bir odak olmaya çalışan ve iktidar başarısı arayan her grup, önce mağduriyet çemberi oluşturuyor. Kendi müşterilerinin mağduriyetini somut örneklerle ve tarihsel kaynaklarıyla işliyor. Mağdur olmayanların siyasal şansları sıfırlanıyor. Ama Türkiye solu, 60’lardaki ve -ondan daha güçsüz olmak üzere- 70’lerdeki büyük yükselişinden sonra bu yolu büyük ölçüde kullanılmaz ilan etmemiş miydi? Mağduriyet çemberinden çıkamayanlara yeniden döneceğiz. Ama devrimci ve çağdaş Türkiye solu artık bu dilin çok yabancısıdır. Nâzım’ı, Dr. Hikmet’i, Behice Boran’ı, Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş’i, onların meşru mirasçılarını, bütün bir 80’leri ve 90’ları acımasız baskılar altında geçiren kavgacıları, kısaca bugünün Türkiye sosyalist hareketini mağduriyetle falan açıklayamayız. Hatta Kürt aydınlanmasını da öyle.

Mağduriyet, kapitalizmden demokrasi yağı çıkarmaya meraklı mağdurlara kalsın. Biz sosyalist iktidar hedefiyle sol hükümet kurmak isteyenleri bu çemberde bulamayacağımızı biliyoruz. Siyasette bulaşıklık esastır, tamam, ama şu da bir gerçek: Mağduriyet ideolojisi ve her mahfele sızmış bu mağdurlar tugayı, devrimci Türkiye solunun damarları arasında yer almıyorlar. Bunlar yeni kapitalist cehennemin kurucu unsurlarıdır. Değil midir?