Büyük depreme doğru

Sık yineliyoruz: Bazen tek bir istisna bile kaideyi bozar!

Haziran İsyanı böyle bir şey oldu. Tamam, yarım kaldı, fakat bu, etkisiz kaldığı veya hep etkisiz kalacağı anlamına gelmiyor. Haziran’ın bir türlü yerleştirilemeyen şu gerici cumhuriyetin, artık İlber Ortaylı’nın bile “B.k Cumhuriyeti” başlığı altında görmeye başladığı anlaşılan “İkinci Cumhuriyet” rezaletinin temellerini sarstığı kesindir. Bu, işin kitlesel yanı. Bu ışığın tarihimize ve üzerimize düşmemesi olanaksız. Eğer AKP diktatörlüğünün uzun süre hiç saklamadan suyuna giden, bu arada -maalesef tam cahili olduğu- Türkiye soluna yerli yersiz hakaret etmeyi de unutmayan Prof. Ortaylı bile eğer bugünkü noktaya gelmişse, Erdoğan taifesinin günleri sayılıdır, diyebiliriz. Alametler bu doğrultuda...

Fakat biz, iktidardaki badem bıyıklı tüccar imamların suyunun derindeki kriz nedeniyle ısındığını söylüyoruz. Almanya’yla yaşanan ihtilaf, yani iki tarafın birbirlerinin “istihbaratçılarını” içeri atması bile, Ankara yönetiminin geleceği olmadığına dair bir gösterge kabul edilebilir. Malum, Ankara bir Alman’ı casusluk gerekçesiyle ve aslında Almanya’da biri Erdoğan’ın danışmanı üç istihbaratçının tutuklanması karşılığında rehin aldı. Bu işin sonu yok. Ankara ile Berlin arasındaki geleneksel iyi ilişkiler artık yerlerde sürünüyor. Berlin, medya üzerinden verdiği mesajlara bakacak olursak, diktatörden nefret ediyor. Bu frensiz diktatörün bölgedeki Batı çıkarlarını tehlikeye attığı görüşü yayılıyor. Alman dış istihbaratının Amerikan istihbaratı NSA için Avrupa’da bilgi toplaması, son birkaç gündür Alman siyasetini zangır zangır sarsıyor. Ankara tedirgin: Yani Berlin, sevmediği politikacılar ve yandaşları hakkında her türlü bilgiye sahip olduğu mesajını daha nasıl versin?

Her neyse... Biz biraz önce “istisna” dedik ve 2013’teki büyük Haziran’dan söz ettik. Daha sonra bir öncü deprem daha yaşadık; 1 Mayıs’ta Haziran’dan çok daha az kitlesel olan bir başka istisnaydı bu. İşte bu öncü depremin kısa bir sürede en az ilki kadar etkili olacağını hep birlikte göreceğiz: KP’li genç eylemcilerin Taksim Meydanı’nı yasaklayan diktatörlüğün zavallılığını, barbarlığını, güçsüzlüğünü Türkiye’nin ve dünyanın aklına yazan müdahalesinden söz ediyoruz. Birincinin kitleselliğini kat kat aşan bir enerji ve etki alanı yaratması hiçbirimizi şaşırtmayacaktır. Şimdilik kendini pek ferah “duyumsayan”, kimlikçi-dinci politikaların ve liberal rüzgarların ardında solculuk yapabileceğini sanan geniş kesimlerin soğuk bir duş yaşamakla yetindiğini görüyoruz. Bu soğuk duşun sonuçsuz kalmasını kimse beklemesin.

Neden mi?

Birinci neden, Türkiye ve Türkiye solu ile ilgili. Türkiye halkı da Türkiye solu da, Haziran’da ve 1 Mayıs Taksim eyleminde, “birdenbire kendisiyle karşılaştı” ve tüm ezberleri karıştı. Buna öznel cephe diyelim.

Nesnel cephe hem yerel hem de küreseldir: Eylemci kardeşlerimizin yürekleri ve yaratıcı akılları dışında, nesnel koşullar dediğimiz şey, mesela kriz, Türkiye’yi uzak-yakın çevresiyle birlikte büyük bir çalkantının, hatta depremin orta yerine bırakmıştır ve bunu görmeyen de kalmamıştır. Ondan...  

Krizin Avrupa’daki anlamını görmek istemeyen olabilir. Ama Akdeniz’deki kitlesel ölümler, dünya sisteminin nasıl bir felaketin içinde çırpındığını fazlasıyla anlatıyor. Her gün yüzlerce insan sulara gömülüyor. Ölenlerin tam hesabını yapamadıklarını bizzat egemenler itiraf etmek zorunda kalıyorlar. Çünkü sadece görebildiklerini kayda geçiriyorlar, bu arada kimsenin farkına varmadığı ölümlerin yoğunluğu korkutucu boyutlarda.

Karşılaştıralım; daha önce de değinmiştik: Berlin’e çok uzak olmayan “Zentrum für Zeithistorische Forschung  Potsdam” (Potsdam Tarih Araştırmaları Merkezi), 1961-1989 yıları arasında, Berlin Duvarı’nı yasadışı yollardan aşarak Batı Almanya’ya kaçmaya çalışan 98 kişinin ya sınır muhafızlarınca vurularak, ya kazaya uğrayarak ya da intihar ederek yaşamını yitirdiğini bildiriyor. 28 yıllık bilanço, bu. Ayrıca 8 Demokratik Alman sınır muhafızı da öldürülenler arasında. Kaçanlar, Batı’nın büyük bir propaganda bombardımanıyla eşitlikçi rejimleri terk etmeye çağırdığı insanlardı. Bugün neredeyse her gün yüzlerce insan Akdeniz’e gömülüyor. AB kalesinin diğer sınırları başka bir felaket... Genç emekçiler, Batı istemediği için insan tacirlerinin elinde kitleler halinde bu refah ekonomilerine koşuyorlar ve ölüp gidiyorlar. Hayvan mumamelesi gördükleri bile kuşkuludur.

İyi de, Afrika’daki cehennemin genç kaçakları başka ne yapabilir? Dünya Bankası korkunç bir gerçeği raporlarında bizzat açık ediyor, o kadar çaresizler: “The ten richest Africans own as much as the poorest half of the continent!” En zengin 10 Afrikalının mal varlığı, siyah kıtada yaşayan insanların yüzde 50’sinin toplam mal varlığını aşıyorsa eğer, bu krizin üstesinden gelmesi normal koşullarda mümkün değil. Kısa bir süre öncesine kadar insanların değil fikirlerine yerleşmek akıllarına bile gelmeyecek kadar canavarca bir eşitsizlik egemen artık dünyaya. Bu eşitsizliği taşıyabilecek bir sistem yaratılmadı henüz. Derinleşen kırılganlığa dinle çare bulacağını sananlar, yaşanan krizi hiçbir dinci-milliyetçi çimentonun yapıştıramayacağını anlayacaklar. Sosyalizmin hatırlanmaması mümkün değil.

Seçimlere bile halklar artık zenginleri eğlendiren aşağılık bir oyun olarak bakıyor.

Türkiye de buradadır.

Sevindirici olan, CHP ve HDP hesapları battıktan sonra, yani daha sandık rezaleti gecesinde, Türkiye solunun “birdenbire kendisiyle karşılaştığı” iki öncü depremin etkisini büyük depreme taşımaya başlayabileceğidir. Alametler, yani öncü depremler birikiyor. Göreceğiz.