Berlin’in gücü

Suriye’ye saldırıda, Almanya’nın bizzat yer almayacağı anlaşıldı. Elbette cephe gerisinden epey destek çıkacak. Ondan şimdilik kaçınamaz. Kaldı ki, Berlin’in bu mesafe koyucu tavrına eşlik eden ağırlıklı bazı isim ve kurumların “Müttefiklerimizi yalnız bırakamayız!” uyarıları da yok değil. Ama bunları fazla ciddiye almak gerekmiyor.
Seçmenin 17 gün sonra sandığa gideceği Almanya’da, hükümet de muhalefet de Suriye’ye askeri müdahale istemiyor.
Bu, Şam’ın direnme gücünün bir sonucu kuşkusuz. Nitekim, Başbakan Angela Merkel olsun, SPD’nin bu hırslı Doğu Alman’ı hiç aratmayacak kadar kararlı neoliberal adayı Peer Steinbrück olsun, kendi meşrepleri içinde “Biz girmeyiz bu işe” dedilerse, bunda Esad hükümetinin dayanıklılığı merkezi bir rol oynuyor. Tamam.
Tamam ve demek ki, geçen yüzyılın ilk çeyreğinde “cetvelle” çekilen sınırların iptal sürecinde (“Lübnanlaştırma politikaları”), Almanya pek yok. Daha doğrusu, Soğuk Savaş’taki emperyalist alışkanlıkların dışında bir renkle var.
Bunun nasıl bir anlamı olabilir?
Bu, barış demek değil kuşkusuz. Üçüncü Dünya Savaşı, 1989-1990’da sessiz sedasız, yani çatışmasız başlamışsa eğer, şimdi ortaya çıkan bu tür görüş ayrılıklarının başka bir anlamı olmalı.
Var: Bu, büyük savaş içinde lokal çatışmaların giderek yayılması ve derinleşmesi, komuta katında da yeni sürtüşmelerin ortaya çıkması demek. Çay geçerken at mı değiştirmek zorunda kalıyorlar?
Ne olursa olsun, “düvel-i muazzama” birbirinin ayağına basmadan birlikte yürüyemez: Böyle olduğunu 1916’nın ilk yarısında kaleme alınan “Emperyalizm” kitapçığından iyi beri biliyoruz. Nitekim aradaki asırlık mesafeye rağmen, bir karakterin kendisini hatırlattığını gözlüyoruz. 2013’te şöyle: Felaket üzerine felaket yaşayan Arap dünyasında, Almanya’nın görece itibarlı bir konumda kalmayı tercih ettiği, “Ne şiş yansın ne kebap!” politikalarının sonuç alabildiği, Berlin’in emperyalist liderlik içindeki yerini sağlamaştırmaya çalıştığı söylenebilir. Rusya ve Çin ile son dönemde yoğun ekonomik ilişkiler kuran bir “büyük” Almanya’dır sahnedeki.
Bir mesafe var gerçekten emperyal başkentler arasında.
ABD ve Avrupa’da, Almanya’nın da tetiklediği “sanayisizleştirilme-finansallaştırılma-ticarileştirilme sürecinin” sonucunda, Washington ve Londra, dünyanın her yerine “güç yetiremez” duruma düştüklerini bizzat görüyorlar ve canları çok sıkkın. Dolayısıyla bir reel ekonomi merkezi (“ihracat şampiyonu”) olarak kimliğini koruyan ve geliştiren Almanya’nın, bu avantajını Washington ve Londra’dan çok daha yakın olduğu Ortadoğu’daki çatışmalarda kullanacağı anlaşılıyor.
Ancak, bizim söyleyeceğimiz şey çok başka: Berlin’in girmediği ve gönderdiği Patriot bataryalarıyla da en fazla “zevahiri kurtarmaya çalıştığı” bir ahlaksız savaşın patlaması için Ankara elinden geleni yapıyor. Obama’ya bile yaka silktirecek kadar azgın bir İslamcı iktidar var Türkiye’de...
Ya Berlin? Yani Berlin’in uzak durduğu bir savaşı, Ankara ne kadar derinleştirip yaygınlaştırabilir?
Suriye, bizim için böyle bir laboratuvar galiba: Emperyalist liderlik içindeki sıralamaların, koalisyonların, iktidar kaymalarının haritasını buradan izleyebileceğiz. Acı.