Berlin’de ilan edilen 'Soykırım Cumhuriyeti'

“Vakit tamam, seni terk ediyorum!”

Böyle diyorlar, tabii bilmiyorlar Ahmet Kaya’nın şarkısını, ama Türkiye, Berlin’in parlamento kararından sonra, artık tarihsel meşruiyeti olmayan bir “soykırım cumhuriyeti”dir. Terk edilmiştir. Bir “anomali” karşısındayız. Biz bu gazetede yıllardır, en son da geçen yıl 13 Nisan ve 27 Nisan’da, Papa’nın soykırım açıklamalarından sonra, o açıklamaların temelinde yatan, Papalığın sesi bir yazarın Ermeni katliamının 100’üncü yılı vesilesiyle çıkardığı kitabından (Michael Hesemann, “Völkermord an den Armeniern”) hareketle, asıl dertlerini hatırlatmaya çalışmıştık. İsteyen o yazıları arşivimizden okuyabilir. Hesemann, Türkiye’yi 2.5 milyon Hıristiyan’ın imhasıyla kurulan bir cumhuriyet olarak damgalıyordu. Hazret, Murat Belgeler, Taner Akçamlar, Ayşe Hürler, Ahmet Altanlar, Halil Berktayların falan ağababası olduğunu hatırlatıyordu aslında...

Artık kimseyi kurtaramazsınız.

Bu Türkiye’yi kimse kurtaramaz.

Herkes her şeyi biliyor çünkü. Onun için Ermeni halkına karşı bir savaş suçu işlendiğini hep savunmuş ama yeni cumhuriyeti “Kutsal İsyan” olarak da adlandırmaktan kaçmayan, hatta Mustafa Suphiler ile bu kutsal savaşa katılmayı ve katledilmeyi göze alan Türkiye’nin komünistleri neredeyse cumhuriyet rejimiyle yaşıt bir biçimde bağırıp duruyor “Bu emperyalizmi evinize sokmayın, bunlar er ya da geç sizi bitirir” diye.

Dedikleri tek tek çıkıyor.

Hiçbir önemi yok: Bronsart von Schellendorf’un, Osmanlı Genelkurmay Başkanı kimliğiyle, 27 Mayıs 1915 tarihli Tehcir Kanunu’nun taslağını hazırlayıp Osmanlı’ya, “Jöntürklere”, onay için sunduğunu bilmeyen yok. Gerçi “Bronsart Paşa”nın bugün tüm arşivinin açık olmadığı da söylenir, ama ne beis var: Suçlu olanlar Osmanlılar falan değil, Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bu cumhuriyetin, yani komünistlerin içeriden ve dışarıdan desteklediği bir kuruluşun, tarihsel meşruiyeti yoktur. Soykırım üzerinde yükselmiştir. Nazizmin stajıdır. Böyle bakıyorlar...

Aydınlanma düşmanlığını, emperyalist demokrasi aracılığıyla dinci parçacıklar siyasetinin sonuçlarına dökmeye kararlılar. Yapacaklar.

Bu cumhuriyeti artık kimseye kabul ettiremezsiniz.

Sadece dışarıda değil, içeride de. Dinciler, Osmanlıcılar (“Şerefsiz Osmanlı’ya Dönüş”) zaten reddediyor. Kürtler kopmuş durumda. Türkler milliyetçi barbarlığın kucağında çözüm arıyor. Ateşe benzin döküyorlar...

Sadece 1923’ün meşru mirasçısı  olduğunu ve onu ileri taşıyacağını ilan eden sosyalistler/komünistler yeni bir emekçi cumhuriyetiyle feraha çıkılabileceğini anlatmaya çalışıyor. Sosyalizm yoksa, bu ülke de yok.

Kapitalist Türkiye’nin yaşama şansı sıfırdır. Göreceğiz. Bildiğimiz cumhuriyet, coğrafi, tarihsel ve güncel ölçüleriyle tarihe karışmış bulunuyor.

Bütün bu tartışmaların temelinde yatan şudur: Bölgemizin kilit ülkesi Türkiye, özel mülkiyet rejiminde kaldığı için ortadan kalkacak ve parçalara ayrılarak, birer etnik cinayet örgütü halinde, yani küçük, ama mutlaka dinci ve tüccar mafya devletçikleri formunda devam edecektir. Bölge alev alev yanacak... Şimdiye kadar yandığından çok daha fazla yanacak. Yakacaklar. Özel mülkiyet rejiminde ısrar (“demokrasi”), coğrafyamızda taş üstünde taş bırakmayacak. Görürüz...

Türkiye’nin tarihsel meşruiyetinin iptal edildiğine tanık olduk geçen hafta.

Berlin’in Washington’a benzemediğini de anlarız.

Almanya, 100 yıl sonra, tehcir ve katliam kararını Osmanlı’ya kabul ettirdiği zamanlardan çok daha fazla bu ülkenin sahibidir. İsteyen ekonomik temellere baksın. Tornavida bile üretemezsiniz Berlin istemezse...

Ekonomik temel belirleyicidir.

12 Eylül’ün sahibi de Washington’dan önce “yüce demokrat” ve Karl Popper hayranı bir Helmut Schmidt’in Bonn’udur. O dönemde Bonn reddetseydi, Ankara’da yaprak kımıldayamazdı. Dedik ya, isteyen, Türkiye’nin ekonomik temellerine baksın, o temellerin dış dünyada nerelere uzandığına...

Bu meşruiyetsizlik, yani “soykırım cumhuriyeti” kararı çok önemli. Geri dönüşü de yok.

Bugün Türkiye’nin her metrekaresi tazminat veya mülklerin iadesi davalarına konudur artık. Hem de rayiç bedelle...

100 yıl önceki Türkiye’nin Hıristiyanlarından gasp edilerek gerçekleştirilen  servet dağılımının geriye işlemesi istenecek ve dünyadaki bütün ilgili mahkemeler Ermeni, Rum, Süryani, Keldani mülklerinin Ankara tarafından tazmin edilmesini veya geri verilmesini kabul edecektir.

Soykırım, zaman aşımına uğramayan bir suçtur.

Türkiye zaman aşımı olmayan bir suçla kurulmuş cumhuriyettir.

Bunu ilan ettiler geçen hafta Berlin’de. Hükümetin onayı tazminat davalarında önemli olduğu için olmalı, hükümetin üç başı, Başbakan Angela Merkel, Başbakan Yardımcısı Sigmar Gabriel ve Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier “göstere göstere” katılmadılar oylamaya.

Her neyse...

Ortada neredeyse bütün büyük parlamentolarca kabul edilmiş bir suç var. Türkiye’yi bir soykırım cumhuriyeti olarak ilan edenler, bunun mantıki sonuçlarını da çağıracaklardır. Taş üstünde taş kalmayacaktır. Özel mülkiyet çağdaş demokrasinin temelidir madem, tüm Ermeni, Rum, Süryani mülklerini geri vereceksiniz. Veremezseniz, verecek bir şeylerinizi bulurlar.

Bu cumhuriyetin bittiği, Avrupa’nın hegemonunda da ilan edildi. Sonrası, parçacıklar siyasetidir.

Sosyalist bir cumhuriyet dışında bu coğrafyada on yıllarca huzur bulamayız.

Artık faşistlerin ve dinci katillerin ortalığa saçılacağı, emekçilerin son lokmalarına da el konulacağı, aydınların diri diri gömüleceği bir savaş düzlemindeyiz. Bir Türkiye bitti.

O nedenle: Ya sol Türkiye, ya yok Türkiye!