Bereketli topraklar üzerinde kriz

Bunlar mı pek bir arkadan geliyor, yoksa biz mi fazla öndeyiz? Bu sorunun yanıtı yok. Sormaya gerek de yok. 

Çünkü her şey ortada. “Parçacıklar siyaseti”, bağımlı ülkelerin küçümen parçalara ayrılması, emperyalist temelin bir tür üstyapısına dönüşeli çok oldu. Hatta bu parçalanma pratiği metropolleri de pençesine almış görünüyor.  

Bize bakalım: Krize eşlik edecek biçimde ve yıllardır, başka şeylerin yanı sıra, burada, soL Yayın Grubu bünyesindeki çeşitli haber ve yorumlarda, bazı vurgularımız oldu. Ana hatlarıyla baktığımızda, 1990'ların sonu ve 2000'lerin başından itibaren bir Barzanistan-Talabanistan modülü yaratıldığını, dolayısıyla gündemde Kürt düşmanlığı yaymayı iş edinmiş Türk şovenizminin ağzından düşürmediği “Büyük Kürdistan”ın falan değil, küçümen Kürt mafya devletçiklerinin kurulması bulunduğunu görebildik. Bu nedenle Irak ve Suriye’nin yanı sıra Türkiye'nin de her durumda küçültüleceğine işaret ettik. Çok milliyetli İran’ın bu çemberin en kırılgan bir parçası olduğuna dikkat çektik. Son yıllarda, o bütünselliğiyle çok övülen/övünen “Türk siyasetinin” bile birkaç parçaya bölünerek devletleşebileceği sinyallerini tartışmaya çalıştık. 

Normaldi bu arayışlarımız.

Çünkü biliyorduk: “Parçacıklar siyaseti”, emperyalizmin başından beri temel yönelimiydi. Hâlâ da öyle. 

O halde: Bu parçalanma, Türkiye'de yüksek yoğunluklu ve nihai bir içsavaş sonucu gerçekleştirilecekti. Emperyalist sistemin mantığı bunun gerektiriyordu. 

Bu sitede bu çerçevede çok değini oldu. Tartışıldı. Ancak, onlar önemli değil. Önemli olan, bütün bunların epeydir taksit taksit dışımızdakiler tarafından da yinelenmesi. Masalarında bizlerin, sosyalizm inadımızdan kaynaklanan bir ısrarla krizi çözümlerken üzerinde tartıştığımız tezleri didikliyorlar. Oradayız artık. Kriz herkesi sarsıyor. 

Kendilerine muhalif ve hatta solcu diyen sistem kurtarıcılarının veya kapitalizmin korucubaşlarının, bu gerçeklerin son dönemde altını pek sık çizmeye başlaması, krizin derinleşmesine karşı kapitalizmi korumaya alma hezeyanlarıyla yakından bağlantılı. Solculuk taslamaları gerekiyor inandırıcı olmaları için. Ama ucuz makyajları çok dayanıksız; hemen akmaya başlıyor. Kriz fena ısındı çünkü. Tek dertleri, İslamcı mafya şebekelerinin altından iktidar koltuğunu çekmek ve ılımlı İslamcı hatta laik bir sermaye olarak eski günlere dönmek. Zor. Siyasette koltuk kavgası sürerken özel mülkiyet rejiminin yıkılmasını, gündeme bir sosyalist cumhuriyet seçeneğinin girmesini önleyebilecekler mi? Bu doğrultuda hiç yol alamadıklarını, en azından şimdiye kadar, söyleyemeyiz. 

Sonuçta, bir rıza üretmiş durumdalar, ama çok kırılgan bir rıza bu. Kalıcı bir dengesizlik veya Türkiye'nin unutulmaz bir genç devrimcisinin saptamasıyla, bir “suni denge” içinde yaşıyor Türkiye ve bölge. 

Rıza üretiyorlar, dedik: Bunu sadece kaba güçle, asker ve polis marifetiyle yapmıyorlar, askeri-polisiye şiddet arkadan geliyor. Bu rızayı, başta medya olmak üzere, kültür endüstrisi üzerinden üretiyorlar. Bu da artık herkesin paylaştığı bir sır. Bir yenilik yok yani ortada. 

Asıl mesele galiba şu: Bu medyaya sağır ve kör olmak mümkün değil. Yani o medyanın etkisi dışında kalmak, devrimciler için de mümkün değil. Yeni yeni Ufuk Uraslar hep bu iklimden besleniyor. Ufuk Uras, artık önceki ve sonraki kuşaklara rahatça teşmil edilebilecek bir kimliktir. Her devrimci hareketten çıkıyor. Türk ve Kürt sosyal demokrat gericilikleri, CHP ve HDP’ye egemen siyasi ekipler, devrimci hareketten çıkan bu Urasları kullanarak bir yol alabiliyor. Kriz, çok kırılgan gerçekten. 

Ne olursa olsun, medyanın saldırısına karşı kayıtsızlık veya kulak tıkayıp göz kapatarak zırhlanmak mümkün değil, dedik. Televizyonu açmasanız başka bir köşeden sistemi olumlayan, onaylayan ve eleştiren bir propaganda salvosuna maruz kalıyorsunuz. 

Muhakkak karşı saldırıya geçmeniz gerekiyor. Yani bu propaganda salvolarına karşı kendi salvolarınızı, entelektüel direncinizi ve aşkınlığınızı devreye sokmanız gerekiyor. Dijital çağda, bu da çok zor değil. Büyük haksızlıkların göstere göstere yapıldığı bir çağda, sınır dinlemeyen dijital teknoloji üzerinden bir duvar örmek mümkün. Sermaye rejimini kökünden reddeden, kapitalist yerleşiklikten tümüyle farklı, ama anlaşılabilir ve anlatılabilir bir içerik, bu nihai krizin sosyalist bir aşamaya geçiş için uygun zemine dönüştürülmesini hızlandırabilir. 

Şaşırmayalım, kapitalizm böyle bir şey: Mezarını kazarken kâr edebiliyor ve kâr ederken de mezarını kazabiliyor. Aşılmasını sağlayan yollar açabiliyor. Ancak “Ne Yapmalıcılar” müdahale etmedikçe de, bu kısırdöngü sürüp gidiyor. 

Halka ve aydın adaylarına seslenebilen bir içerik, gerçekten de belirleyici bir önem kazanmış durumda. 

İçerik, yani örgütlenme... Örneğin krizin elinde parça parça olacağı kesinleşen Türkiye’de, sahneye kamucu ve bütünsel bir devlet kurma ısrar ve iddiasıyla çıkma... Büyük çöküşe sadece bir örgütlülük içinde direnmek ve onu aşmak mümkün. Şu sıralarda pek aşılmaz görünen toplumsal rızanın, krizin geri dönülmez noktasında birdenbire tuzla buz olabileceğini görmek için, hem o aykırı içeriğe hem de o içeriği taşıyacak bir örgütsel sağlamlığa sahip olmak yeterli. 

Şu sıralarda, bütün kapitalist yolcuların radikal solculuk taslaması, örneğin CHP-HDP yönetimlerinin bile hiç inanmadıkları sol sloganları bağıra bağıra sağcılık yapması falan, kaotik çıkışsızlığın bir sürprizi. 

Kriz var. İyi. Derinleşiyor. Bu daha da iyi. Üzülecek zamanımız yok, gerek de yok, sadece sosyalist seçeneği geliştirmek ve yaymak gerekiyor. Bereketli topraklar üzerindeyiz.