Beklentilerimize, durumumuza ve bir açıya dair

Soldayız ve sosyalizmin artık tek çıkar yol olduğunu söylüyoruz. Beklentilerimiz veya hedeflerimizle, isteyen umutlarımız olarak da anlayabilir, bulunduğumuz yer arasında bir uyumsuzluk mu var? Bir açı? Bir kapanmaz mesafe?

Evet, bir uyumsuzluk var. Bir açı var. Kapatabileceğimiz bir mesafe var. 

Var ama, biz işte tam da o uyumsuzluk, o açı, o mesafe nedeniyle sahnedeyiz.

Her şey uygun ve olgun olsaydı, hayat dediğimiz olaylar silsilesini kendi gidişine bırakır, oturur seyrederdik gelişmeleri. Öyle olmuyor.  

Hatırlatmış olalım geçerken: “Gerçekçi”, ki 12 Eylül işkencelerinde bir anda gerçeği bulan itirafçılara devrimcilerin taktığı isimdi, malum, şimdilerde bu “beklenti-mevcut durum” ikileminde yeniden sahneye çıkmış oluyor: Bunlar, gerçekçi oldukları için, bulundukları yeri, koşullarını yani, kısa vadede değiştiremeyeceklerini (mesela sosyalizm için çok erken ve solun da zaten şu sıralarda aşırı güçsüz olduğunu) düşünürler. O zaman, beklentiler ve/veya hedeflerde, hatta umutlarda bazı kesintiler, düzeltmeler yapmaya, “sosyalizmi bir an bile unutmadan” tasarruflarda bulunmaya çağrı yaparlar. Bulundukları yer (“koşulların yetersizliği”),  geri adım atmalarını meşrulaştırmaktadır. Diğer dillerde de benzerleri var, ama Almanların çok kullandığı bir sözdeki gibi, “Yemek, pişirildiği sıcaklıkta yenmez” türünden bir avuntuları hep yedekte beklemektedir. Dönekliğe ve itirafçılığa gerekçe mi yok?.. 

Devrimci, biraz farklı bir insan tipine karşılık geliyor. Bulunduğu yeri, içinde bulunduğu koşulları değiştirmek ve beklentilerine/umutlarına dokundurmamak için yaşayan, bu amaçla mücadele eden insandan söz ediyoruz.

Komünistler veya devrimci sosyalistler için yineleyebiliriz: Beklentilerimiz, umutlarımız, hayallerimiz, kısaca hedeflerimizdir bizi biz yapan, bulunduğumuz yer veya koşullarımız değil. O beklentilerimizi gerçekleştirmek için durumumuzu/koşullarımızı değiştirmeye çalışırız. Hedeflerimizi yontup kısıtlı veya yetersiz koşullarımıza uydurmayı ise kirli bir iş ve devrim düşmanlığı sayarız.  

Neden mi?

Bulunduğumuz yer, sahip olduğumuz/olamadığımız olanaklar vs. nedeniyle beklentilerimizi geri çekersek ne mi olur? 

Belki “rötuşlanmış” beklentilerden bazılarını gerçekleştiririz, ama bu, boşa geçmiş bir ömre karşılık gelir devrimci için. “Sosyalizm, hemen, şimdi!” diyen biri, acaba bu hedefini mi, yoksa beklentisini gerçekleştirmek için gereksindiği malzemeyi, çevreyi, bilinci, kısacası içinde bulunduğu koşulları mı gözden geçirmeli, değiştirmelidir.

“İkisi de olabilir” diyenler haklı değil.  

Beklentiler kolayca geri çekilebilir. Asıl zor olan, içinde bulunduğumuz koşulları hedefle uyumlu hale getirmektir. Beklentilerini, umutlarını, hedeflerini pek kolay geri çekerek kendisini koşullara uydurmaya çalışan insanlardan devrimci çıkmaz, devrim parazitleri çıkar. Bunlardan paspas olur. 

Kolayı seçenlere neden reformist dendiği ve sosyalizm mücadelesinde bu türe neden iyi gözle bakılmadığı, hatta aşağılandığı, herhalde böylece bir kez daha açıklık kazanmıştır: Amaçlarını kolayca satabilmek, hep son derece makul gerekçelerle sosyalizmden vazgeçmek demek. Bunun gerekçesi, koşulların, daha doğrusu kitle desteğinin eksikliğinde yatıyor; bakış, bu.

Ama sorun da bu ve sosyalizm açısından zaten kimse maddi koşullar (“üretim ilişkileri” veya “üretici güçlerin gelişkinliği”) açısından bir gelişmemişlik olduğunu ileri süremiyor. Kapitalizm bugün artık herkes için fazlasıyla olgundur. Reformist paspaslar da farklı düşünmüyor. Sosyalizm için maddi koşullar, biraz marksizm ile ilgilenen herkes biliyor ki, gelişkin. Tek sorun, halkın, emekçi kitlelerin bunu henüz yeterli çoğunlukla bir talep haline getirmemiş olması... Hele 1989 kapitalist restorasyon dalgasından sonra bunun neredeyse “ham hayal” olarak tanımlanması...

Kriz tüm acımasızlığıyla vurmadıkça, sahnedeki gerçeğin asıl gerçek olduğu ileri sürülebilir gerçi, ama krizsiz kapitalizm de yok. Kitlelerin, emekçi halkın ve ortakçı bir düzene çağrı yapan aydın adaylarının sosyalizmi acilen talep etmemeleri, krizi algılamak için gerekli sinir uçlarının, duyargalarının törpülenmiş olmasından kaynaklanıyor. Bu, kapitalizm yaşadıkça ve örgütlü jakoben bir müdahale olmadıkça, sosyalizmin toplumsal havsaladan uzaklaştırılmasıyla ilintili. Tekelci dönemde kapitalizm yaşadıkça ve üretici güçler geliştikçe, sosyalizmi emekçi halk nezdinde yakınlaştırmıyor, tersine, uzaklaştırıyor: Kültür endüstrisi, medya, dinsellik, cinsellik, etnikleştirme, demokratizmler vs. hep bu sonuca hizmet için var.

İçimize sızmış, içimizden çıkmış reformcu paspaslarla sermayenin ortak talebi, şudur: Kriz art arda vurduğunda sosyalizm bir seçenek olarak sahnede yer almamalı, cılız sol sunumlarda da emekçi halk bu seçenek veya öneriyi üstlenmemelidir.

Egemen sınıfların tümüyle başarısız olduklarını, mevcut tablonun gerçeği hiç yansıtmadığını kim iddia edebilir?

Kendi koşullarını değil, umutlarını, beklentilerini ve hedeflerini törpüleyip duran insan tipine, devrim mücadelesinde yer olmadığı çabuk ortaya çıkıyor. Dökülenlerin, dönenlerin, yani “gerçekçilerin” en büyük sorunu da bu. Yemlendikleri yerin hayrını göremiyorlar pek.

Bulundukları koşulları değiştirebilenler, sosyalizmi yakın hedef olarak görüp ondan taviz vermeyenler, ortak gemi safsatalarını yırtıp atanlar, sosyalizm için sınıf partisini kurup geliştirenler, geçmişin devrimci değerlerini satmayıp bugüne bir enerji olarak taşıyabilenler, sadece onlar, 21’inci yüzyılın devrim mücadelesinde öncülük yapabilir. 

Diğerleri dökülüp gidecek. Hazretlere söyleyelim. Nabi Yağcılara, Ufuk Uraslara ve bunların “ekiplerine” bakarak, devrimcilik iddiasıyla sosyal demokrat partilere siftinen şimdinin “pek devrimci kurnaz tilkileri” ne hale geleceklerini görebilirler. Daha da rezil olacaklar ve bu rezilliklerini de fark edemeyecekler. 

Bulunduğumuz yer ile beklentilerimiz arasında mesafe varmış! İyi ki var.

İyi ki varız.

Böyle zamanlarda Hirsch Glik’in 22 yaşını bile bulmamış bir savaşçı olarak bu dünyayı 1944’te Sovyetler Birliği’nde, bugünkü Estonya’da, Nazi sürülerine karşı çarpışırken terk etmeden önce Yiddiş gibi küçük ama köklü bir dilde yazdığı ve dünya dillerine buradan giren “Partizanın Şarkısı” şiirindeki ana motifi ve son dizeyi hatırlıyoruz: “Parola: Biz buradayız.”

Varız yani. Hedeflerimizi, beklentilerimizi törpülemeyi reddediyoruz, koşullarımızı zorluyoruz. Her şey, her an mümkün. Sosyalizm de.