‘Avrupalılaştırma’ şiddeti

Artık çok açık: AB dışındaki veya kenarındaki bir ülkenin Avrupalılaştırılması, bir başka ifadeyle “AB normlarına uygun hale getirilmesi”, o ülkenin ayrılıkçı ve kanlı bir iç hesaplaşmadan, küçülmeden, en açığı yüksek yoğunluklu bir içsavaştan geçmesiyle mümkün oluyor. İçsavaş ve parçalanma yoksa, Avrupalılaşma da yok yani.

Çok mu ters oldu? O zaman şu son yaşananları nasıl tanımlayacağız? Kaosu?

Biliyoruz, hem de solculuk adına, AB’nin bir savaş örgütü olmadığı, sivil-barışçı bir uygarlığı temsil ettiği falan savunuldu hep. Yugoslavya’nın yerle bir edilmesinden beri işlenen tüm savaş suçlarında birinci derecede rolü olmasına rağmen bu “demokratik oluşumun”, böyle tezler ileri sürülebildi. Oysa bunun ne denli basit ve ahmaklaştırıcı bir propaganda olduğu, bilinçleri hedefleyen dinsel-kültürel bir çekiçten başka bir anlam taşımadığı son 20 yılda yeterince ortaya çıkmalıydı. Bu olmamışsa, bunu sosyalizmin eksikliğine, yani sahnede güçlü bir sosyalist “tehdit” olmamasına bağlamak zorundayız.

Sosyalizm yoksa, bu çarpıklığı algılamak çok güç gerçekten. Demek ki, bu kaosta özellikle solun içinden çıkan ve hatta hâlâ solcu falan olduğunu iddia eden demokratların önemli payı var. AKP diktatörlüğünün altını demokratik gerekçelerle besleyip destekleyenler gibi... Solun bir biçimde suç ortağı yapıldığı bir politikaydı, ama en son Hasan Cemal ve Ertuğrul Özköklere bile bakarak bunun bugün iflas sürecinde olduğunu rahatça söyleyebiliyoruz.

Ne demek mi istiyoruz?

Ukrayna üzerinden ve “AB’leştirme” operasyonlarına bakarak, şunu: Özellikle “parçacıklar siyaseti” üzerinden, merkezin dışındaki görece büyük bütün siyasal yapıların, devletlerin, küçük etnik, dinsel, kültürel parçalara ayrılması ve bunların da hükümet denilen neoliberal mafya çetelerinin elinde Batı’ya değer aktarmak üzere yeniden yoğrulması gerekiyor. Bu yolun hangi yöntemlerle yapıldığına, dünya kamuoyu kısa süre önce pek şaşırmadan tanık oldu: Bir Svoboda milletvekili ulusal televizyon kanalını basıp buradaki genel müdürü kameralar önünde döverek zorla istifa mektubu imzalatıyordu. Demokrasi odur. Kim o sahnelerin, AB’nin gerçek yüzü olmadığını iddia edebilir?

Demokrasi, esasen bir finansman yöntemidir. Bir mutlu azınlık için kurgulanır ve onun hem fizik hem de ideolojik “bekası”, aşağı sınıflar ezilerek finanse edilir: Halkın ya da çalışan sınıfların yönetimi ele alması falan söz konusu değildir.

Batı demokrasisi, artık etnik ayrımcılık, paramparça edilen görece büyük devlet yapıları, dincilik, kültürel ayrımcılık, yani “kesinlikle birlikte ve iç içe yaşamama” zihniyeti üzerinde yükseliyor. Böyle finanse ediliyor. Tıpkı Atina demokrasisinin, çalışan sınıfları küçük bir azınlık için helak etmesi ve onları tüm haklardan yoksun bırakması gibi... Ne farkı var?

Ukrayna kaosu, AB’nin yerleştirdiği mayınların art arda patlamasıyla bağlantılı olmalıdır. Batı kamuoyunu kısmen şaşırtan bu mayınların en büyüklerinin açık faşist parti ve çetelerin sokaklarda ve sonra da parlamentoda patlaması oldu. Svoboda, Sağ Sektör ve onların müttefikleri vs... Bunların hepsi demokrat.

Bizi çok ilgilendirdiği için tekrar tekrar vurgulayalım. Bu Avrupalılaştırma operasyonları, Ukrayna için ne anlama geliyorsa, Türkiye için de aynı anlama geliyor. Yani müflis Ukrayna’ya bakan, solsuz Türkiye’nin yakın geleceğini görüyor. Avrupalılaştırma şiddeti, odur.

Onun için: Ya sol Türkiye, ya yok Türkiye!