Asırlık yanılsama

Hiç ağlayıp sızlamayalım ve o büyük 1917 yılının dünya soluna talihsiz bir armağanından hareketle açıkça söyleyelim. Kaybedeceğimiz bir şey yok...

Önce şu on yıllardır kangrenleşen ve dünya sosyalizmini felç eden talihsiz armağanın, o temelsiz kolaycılığın altını çizelim. 1917 yılında Kerenski hükümetini bir manevrayla ıskartaya çıkartıp sosyalist iktidarı gerçek kılan Lenin Okulu, kendi isteği dışında, sonraki kuşaklara şöyle bir “otomatizm” devretti: Büyük gericilikten, açık zorbalıklar ve faşizmlerden iktidarı devralan ılımlı demokrasi güçleri, sosyalist bir iktidarın önünü açabilir.

Açabilir mi gerçekten?

Bizdeki adıyla “aşamacılık”, o kadar kolay mı?

Türkiye ilericiliğinin en derinlikli kesimleri, mesela geçmiş mücadelelerin imbiğinden geçirdiği bazı yönelimleri/sloganları ısrarla temel ilke halinde öne çıkaran ve bu gazetenin de ardında bulunan siyasi akıl, böyle bir aldatmacaya kesinlikle prim verilmemesi gerektiğini haykırıp duruyor. Benzer bir tepkiyi komşuda ve KKE’de de görüyoruz. Şunu anlatmaya çalışıyorlar: Kapitalizmin tarihinde, özellikle her alanı ekonomikleştirmiş, ticarileştirmiş ve parasallaştırmış neoliberal barbarlıkta, böyle bir yol pek yok. Tersine, günümüzde sosyal demokrasi veya benzeri bir “sözde solun”, daha doğrusu “antikomünist solun” ilk ve en büyük görevi, bir sosyalist iktidarı engellemek, yani siyasi iktidarın işçi sınıfı lehine el değiştirmesini olanaksızlaştırmaktır.

Kerenski deneyimi tarihe karışalı asır oldu ve bu aldatmacayı dünya ve Türkiye solunun bünyesinden çıkarıp atmadıkça, sosyalizmin bir rüya ve bazı mafyöz grupların eğlencesi olarak kalacağını görüyoruz.

Daha açık nasıl söylenir? Ilımlı demokrasiden sosyalizme geçiş falan yok, tersine, o tür aşamalar artık sadece sosyalizmi imkansızlaştıran “köprülerdir”. Aşamacılık, yani sosyalist bir hükümetten önce “ılımlı” bir hükümetin sosyalizmin önünü açacağı ham hayali, tam bir dipsiz kuyudur. Bu işten nemalanan, sosyalizmin imkansızlığına biat etmiş çetelerin eğlencesi dedik ya...

Tabanları bir yana, ama üstyönetimleri mafyatik çetelerin işgalinde bulunan AKP parlamentosundaki iki “sosyal demokrat“” parti, muhalif olmanın yüzde 1’lik bir gereğini yerine getirmek için olsun, acaba hükümet olmaları halinde Türkiye’nin NATO ile ilişkilerini, bu ittifakın “Kuruluş Sözleşmesi”nde yer alan 13’üncü madde uyarınca askıya alabileceğini duyurabildi mi?

13’üncü madde?

Şöyle: Federal Almanya’nın sayısı çok fazla olmayan aydın profesörlerinden Werner Ruf, ki son kitabı Batı’nın bir düşman sahibi olma histerisiyle yarattığı İslam heyulası üzerinedir (“Der Islam – Schrecken des Abendlands”), birkaç gün önce verdiği bir mülakatta NATO’nun 13’üncü maddesine, daha doğrusu bu maddenin ittifaktan çekilmeyi çok kolaylaştırdığına dikkat çekti. Artık emekli, ama yorulmadığı belli bu uluslararası ilişkiler uzmanı, sol hükümetlerin de böyle bir “Saldırı İttifakı” (Angriffsbündnis) ile arasına mesafe koyabileceğini hatırlattı. Gerçekçi bulmadığını da hatırlatarak tabii.

Boşuna gerçekten.

Misal: François Hollande ve onun İtalya, İngiltere, Almanya’daki, hatta İspanya ve Yunanistan’daki  benzerlerinin böyle bir yoldan geçmeyeceğini herkes biliyor. Ama hukuki olanaksızlıklar değil, Avrupa “sosyal demokrasisinin” korkunç NATO’culuğu ve onun Türkiye, Yunanistan vs. ülkelerdeki izdüşümlerinin rolü insanı düşündürüyor.

Bize gelelim ve tekrar: Parlamentodaki sosyal demokrat ve kimlikçi partilerin başına çöreklenmiş mafyöz temsilcilerin ağzından, Türkiye ilericiliğinin bu temel belgisini bir kez olsun duyan var mı?

Peki, eğer öyleyse, bu işgal güçlerinin ilericilikle bir bağı olduğunu kim, neden iddia ediyor?

“Kerenski’den sol iktidar çıkarma mantığı”, artık ne kadar mantıksa, tarihe karışalı çok oldu. Bugün durum tamamen farklı...

Açıkça paramparça olacağı bir büyük savaşa itilen Türkiye’de, NATO ve yabancı askerlerin ilericiliğimizin turnusol kağıdı olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor. Bu yabancı güçleri Anadolu topraklarından çıkaracağını açıkça ilan etmemiş bir siyasal hareket de, böyle bir programı savunmayan siyasetçiler de, adları ve bıraktıkları izlenim, yarattıkları hava ne olursa olsun, gericidir. Bu NATO’culuk, savaş uçurumuna itilen Türkiye halkının gerçek düşmanıdır.

Türkiye gericiliği, içindeki Türk ve Kürt sosyal demokrat yönetim çeteleriyle, ağzından tek bir NATO karşıtı laf çıkmayan bir NATO silahıdır. “İktidarımızda, Türkiye topraklarında tek bir yabancı asker kalmayacaktır. Tüm yabancı güçlerle askeri ilişkiler sıfırlanacaktır” mealinde bir programı olmayan bir partinin, Türkiye’de solculuk başlığı altında görülmesi, en hafif deyimle, ayıptır.

Yazar Cangül Örnek’in, bir dönemi sessiz sedasız kapatan ve yenisini açan parlak kitabı “Türkiye’nin Soğuk Savaş Düşünce Hayatı”nda da dikkat çektiği gibi, özellikle Soğuk Savaş Türkiye’sinin gericileriyle ilericileri, liberal göndermeleriyle “İslamcılar” ve sol cilalı “Kemalistler”, Amerikancılık/Batıcılık konusunda tarihimiz boyunca yarıştılar, birbirleriyle kanlı bıçaklı oldukları dönemde bile Batıcılıkları ve NATO’culukları birbirini aratmadı: Ergenekon ve Balyoz skandallarının sahipleriyle mağdurlarının “NATO sevgilerini” bir tartalım, görürüz.

Oyun aynen devam ediyor.

Ancak engellenemeyen çöküş, içinde, Türkiye ilericiliğinin bu şikeden kendisini kurtarması ve bir sınıf hareketi halinde iktidara alternatif olması için gereken koşulları da üretiyor. Özet olsun: NATO karşıtlığı bir turnusol kağıdı değilse, hiçbir şey değildir ve bugünkü Türk-Kürt siyasetinde, devrimci birkaç müfreze dışında, böyle bir karşıtlığın alıcısı da yoktur.

Türkiye ilericiliği, NATO ve tüm yabancı askerleri Türkiye’den çıkarma konusunda ısrarlı olmayanlara, içinde yer vermemekte haklıdır. Ayrılar ayrı yere...

Bu “diğer siyasal güçlerle temas korkusu” veya “marjinalleşme” anlamına gelmiyor, sadece sosyalist solun kendisini net bir biçimde diğer tüm benzerlerinden ayrı tutması ve farklı bir program çizmesi gerektiği anlamına geliyor.

Kerenski illüzyonu bir asırdır tarih oldu. Siz medya oligarşisi ve kültür endüstrisi boşuna mı var sandınız? Bir Kerenski daha çıkmasın diye yüz yıldır uğraşıyor adamlar. Ne aşaması?