Arka bahçenin asayişi

Osman Çutsay'ın “Arka bahçenin asayişi” başlıklı köşe yazısı 6 Aralık 2012 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Berlin, Arap dünyasında olan bitenlere, hatta Endonezya ve Afrika’nın bazı bölgelerini düşünüp biraz genişleterek söylersek, İslam ülkelerindeki rejim dönüşümlerine tam bir taraf olarak yaklaşıyor. Tüm gerici rejimlerin destekçisi ve bu kararlığında ABD’den pek farklı bir resim verdiği söylenemez. Ama bu ortaklığın hep böyle “mutlu mesut” süreceği de söylenemez.

Şunu görüyoruz: Ortasında Tür-kiye’nin bulunduğu bir coğrafyada, Merkel hükümeti, Almanya’nın jeostratejik çıkarlarını korumak için silah ihracatına hız veriyor. 2010’daki 2,1 milyar avroluk rekor silah ihracatının gerçi epey gerisine düşülmüştü 2011’de (1,3 milyar avro), ama aynı dönemde onay verilen silah ihracatının tutarı 5,4 milyar avro olmuştu. Bu, sadece ısrarlı gözlerin görebildiği bir tutarlılık. İyi.

İyi de, ne oluyor? Yeşiller Eşbaşkanı Claudia Roth’a göre, Başbakan Angela Merkel, Alman dış politikasında tam bir paradigma değişimine yönelmiş görünüyor. Roth, daha önce barışçı olan dış politikanın bu tür yöntemlerle savaşçı renkler aldığını belirtiyor veya belirtmek istiyor herhalde. Öyle mi?

Berlin’in, merkezinde Türkiye’nin bulunduğu bir coğrafyada olup bitenlere kayıtsız kalması düşünülemezdi. Son yıllarda Alman silahlarının en iyi müşterilerden biri Türkiye. Yunanistan ve İsrail de öyle. Şimdi Suudiler ve diğer Körfez emirlikleri, daha açığı, her türden Arap gericiliği sırada. Müşteri paleti tam bir felaket: Birbirleriyle kanlı bıçaklı adamlar, boğazlaşmak için Alman bıçağı satın alıyor.

Olan şudur: “Ortadoğu’nun Balkanlaştırılması” son hızla devam ediyor. Türkçede de var: Oded Yinon imzasıyla 1982’nin şubat ayında “Kvinum” dergisinde İbranca yayımlanan, ancak hemen ardından bir insan hakları savaşçısı olan Israel Shahak (1933-2001) tarafından İngilizceye çevrilerek dünya kamuoyunun dikkatine sunulan korkunç bir senaryonun (“Ortadoğu’nun Balkanlaştırılması”), büyük ölçüde gerçekleştiğine tanık oluyoruz.
Ayrılıkçılığın rejimler ve ülkeler yıkan gücünü bilenler, birbirlerinden neden uzak dursunlar ve boş alan bıraksınlar?

Orta Avrupa’dan sonrasını arka bahçesi sayan ve ekonomik gücüyle kendini kabul ettirmiş, üstelik bölgeyi yüz yıldır iyi tanıyan bir emperyal gücün, tek süper güç olmasa da “yedi düvelin” en azından ön sıralarında yer alan bir devletin, Ortadoğu’ya seyirci kalmasını kim bekleyebilir? Balkanlar’a da seyirci kalmamıştı.

Peki, Avrupa’da krizle başa çıkmaya çalışan ve Ortadoğu’daki her kanlı maceradan pay kapmaya çalışanlar, acaba birbirlerinin ayağına basmadan bu kaosun altından kalkabilirler mi?

Kalkamazlar, birbirlerinin ayaklarına elbette basarlar ve bu hengamenin dışında kalmaları eşyanın tabiatına aykırı olur. Ancak, fillerin tepişmesinden büyük sakatlıklar çıkacağı kesindir. Otların tarihinde bu da var. Arap dünyasına yığılan silahların kimi imha edeceğini kimse söyleyemez.

Bunlar, daha önce rüzgar eker fırtına biçerlerdi, artık sadece fırtına ekebiliyorlar. Ne biçeceklerini görürüz.