Arabesk solun düşmanlığı

Aralarında bir fark var mı? Daha doğrusu aradaki farkı sosyalizm açısından bize biri açıklayabilir mi? Zor.

Ne mi?

Kısmen geçen hafta da devam etti ve alay konusu olmayı sürdürdüler: Murat Belge-Ahmet İnsel gericiliğinden Adalet Ağaoğlu şaşkınlığına, onlardan Hasan Cemal ve Ahmet Altan’a, hep birlikte aldandıklarını, ihanete uğradıklarını yineleyip duruyorlar. En son da bir dönemin “kâzip şöhreti” Aslı Aydıntaşbaş “Yanılmışız. İslamcılar demokrat olamıyormuş...” diye feryat etti. Aslında algı ve akıl düzeyinin Murat Belge ve Ahmet Altan’dan farklı olmadığını ilan etti. Aralarında pek fark olmadığı doğrudur. Fakat kültür endüstrisinin bu iştahlı teknokratlarıyla aydının birbirine cepheden karşı iki zıt kategori olduğu da doğrudur. Peki.

Peki ve mesele “Belge’li Birikim Gericiliği” denilen okulun kıt zekâlı, ama epey umur görmüş tetikçilerinin günah çıkarma seansları değil. Bunların ciddiye alınabilecek bir entelektüel düzeye sahip olduğu söylenemez. Ama etkililer. Burada asıl önemli olan, derin bir kriz içindeki Avrupa’nın aldatılmaya meraklı demokrat çevrelerinin bizdeki demokratlardan bir farkının bulunmamasıdır. Dün komşudaki seçim vesilesiyle Syriza’nın durumu ve onun bizdeki yansıması HDP-CHP aldanmalarının paralelliği ortada. “Sol adına ihanete uğrama merakı” diyelim. Oysa, Sezar’ın hakkı Sezar’a, Çipras da, Papandreu da, Kılıçdaroğlu ve Demirtaş da hiç kimseye yalan söylememişlerdi: Sosyalizmle hiçbir ilişkileri yoktu, sosyalizm en fazla bir hayaldi bu hazretlere göre ve tek gerçekçilik de sosyalizm diyen solcuların kendilerini desteklemesiydi.

Hadi daha açık örnekleyelim: Sosyalizmin imkansızlığı üzerine kurulmuş, ama sosyalistliği de kimseye bırakmayan, sürekli Çipras ve “ihanetinden” dert yanan bir “analiz”in düzeyi ile Aslı Aydıntaşbaş arasında bir fark yoktur. Şöyle:

“İşte, tam da o an Yunanistan’da yaşanan krizin devrimci bir yoldan çözülebilmesinin somut imkanı oluşmuştu. % 62’ye dayanarak Avrupa Merkez Bankası (AMB), İMF ve AB Komisyonu’ndan oluşan ve Yunan ve Avrupa emperyalist merkezlerin tekelci sermayesinin çıkarlarını temsil eden yapıya/Troyka’ya karşı mücadele yükseltilebilir, 'iflas' ya da 'Avro’dan atılmak' göze alınabilirdi. Çipras ise, referandumdan 1 gün sonra herkesi şaşırtan bir ters takla attı ve Troyka’ya, onun koşullarını kabul edeceğini, hatta yeni bir orta vadeli kredi, tasarruf ve denetim paketini (Memorandum) de kabul edebileceğine dair sinyaller verdi. Bu şok hamle, açık bir ihanetti.”

İsteyen metnin aslını kolayca bulabilir. Bize, “Bunlar solun Aslı Aydıntaşbaşlarıdır!” demek dışında bir şey kalmıyor.  Arabesk sol böyle bir şey. İngilizce ve Almanca kaynaklar yığarak da arabesk olabiliyorsunuz. İyi.

Demek ki, yanılmaya, aldatılmaya meraklı bir solculuk yeni ortaçağımızın karakteristiğidir. Ama bu yanılgının nedeni, sosyalizm korkusudur. Daha doğrusu toplumsal kriz ne kadar yaygın ve derin olursa olsun, buradan sosyalist bir iktidarın ve toplumsal kurtuluşun kesinlikle çıkarılamayacağı inancıdır. Kültür endüstrisinin önce sola musallat olduğunu biliyorduk. Etkisinin enternasyonal bir renk taşıdığını da... Ecevit’ten Kılıçdaroğlu ve Demirtaş’a, kahramanları değiştirilip duran bu ihanet masallarının devam etmesi kadar doğal bir şey olamaz. Belki arada şöyle bir ayrım yapılabilir: Ecevit, ömrü biterken Türkiye’ye en büyük hizmetinin komünizmi engellemek olduğunu söylemişti. Selahattin Demirtaş ve onun solcuları, bunu çok genç yaşta yaptılar. Sosyalizmin gereksiz, reel sosyalizmin de zaten hep reddedilmesi gereken bir diktatörlük ve sadece kendi yollarının sosyalistlik olduğunu itiraf edecek kadar pervasız ve iddialıdırlar. Ecevit’ten daha düzeyli olamamaları ise biraz da dönemle ilgili bir şey.

Medya öncülüğündeki kültür endüstrisi, özellikle istihdam ettiği sosyalizm düşmanı solcular üzerinden, tüm toplumu sosyalizmden uzak tutmanın endüstrisidir. O endüstri içindeki solcular, “sosyalizmin yegane toplumsal kurtuluş şansı ve gündemin ilk maddesi olduğunu savunan” her solun amansız düşmanlarıdır. Nitekim dün de halkın neredeyse yarısını sandıktan uzak tutarak “yeni bir başarıya imza atan” Syriza ve Çipras’ın makus talihine ağlamayı sürdürüyorlar. Oyunun bir parçası olan bu ihanet masalını ısıtıp ısıtıp masaya koyuyorlar. Baktığımız zaman, CHP ve HDP’nin Türkiye işçi sınıfı, aydınları ve geniş emekçi yığınları için anlamının Yunanistan’daki oyundan farklı olmadığını görüyoruz. Bunların hepsi için Yunan komünistlerinin (KKE) 26 Ağustos bildirisi, ham hayaldir:

“KKE, halkın yoksulluğa karşı savaşını, işsizliğe, avro bölgesinde ve avro bölgesi dışında ya da ulusal para biriminin geçerli olduğu alanda dezavantajlı yaşama karşı halk mücadelesini destekleyebilen yegane güçtür. KKE, kapitalist sömürüyle ve iktidarla bağları koparan yegane güçtür. O, sadece alternatif değildir, onun ötesinde, ekonominin ve tüm toplumun daha yüksek bir örgütlenme biçimine de yol açabilen bir güçtür.

Toplumsal mülkiyetle, merkezi planlamayla, işçi denetimiyle... Bunlar, piyasaların ve sermayenin boğucu pencesinden kurtuluş için, borçların tek taraflı olarak ve tamamen silinmesi için, AB’nin zincirlerinden boşanmak için önkoşullardır.”

Kızıl bayrak kadar mavi-beyaz ulusal bayrağa da ikirciksiz biçimde sahip çıkan KKE’ye yönelik düşmanlığı, ancak sosyalizm nefreti ve korkusuyla bağlantılandırabiliriz. Öyle olmasa, sınıf mücadelesinin bin derecede kaynadığı bir ülkede, kapitalizmin krizi dayanılmaz ölçülerdeyken, sosyalizmi kurmak için çağrıda bulunanlara saldırmayı nasıl adlandırabiliriz? Bunun adı sosyalizm korkusu da değil, sosyalizm düşmanlığıdır. İyi. Kendisini solcu sanan liberal döküntülerin Çipras’a ilenmeleri, normal karşılanmalıdır. Arabesktirler. Yakışır.

Şuraya gelmiş olduk: Devrimci bir dönüşümün gerçek düşmanlığını oligarşinin dar mahfellerinde değil, sola musallat olmuş, daha önceki sosyalizm deneyimlerine ve sosyalist iktidarlara düşmanlıklarını hiç gizlemeyen bu türde ve onun yeni versiyonlarında aramak zorundayız. Kriz, devrimci bir Türkiye’nin ve sosyalizmin hem mümkün hem de acil olduğunu savunanları, böyle sistem tetikçisi teknokratlarla vuruyor. Bunların Ecevit’ten Çipras’a onlardan Podemos’a kadar yayılan “ihanet masalları” üzerinden de solun çaresizliği derinleştiriliyor. Kendi güçsüzlüğüyle gelip yapıştığı bu çevreler “dolayımıyla” sol rüya gören varsa, ilişmeyelim, uyandırmayalım. Yolları açık olsun.

Fakat acı olan, şu: O arabesk masalların (“İhanete uğradık valla!”) sahiplerini ve çocuklarını bir süre sonra, paralize olan Türkiye’den Avrupa’ya kaçacak milyonların önünde görürsek, hiç şaşırmayacağız. Aldatılmaya bu kadar teşne, kendilerini uyaran sosyalistlere/komünistlere de bu kadar acımasız “solcuların” kaderini Yugoslavya’dan bu yana iyi biliyoruz çünkü.

Çipras’a sevinip üzülenlerden veya onun ihanetinden söz edenlerden sosyalist falan çıkmaz. KKE ve yoldaşlarının uyarılarını ciddiye almalarında yarar var eğer solculuk mesleğinde kalmak istiyorlarsa. Kendileri bilir. Bize gelince... Durumumuz çok açık: Sosyalist bir hükümet, paralizasyonun eşiğindeki Türkiye için tek ilaçtır. Bunu imkansız bulanlara, tam tersini hatırlatalım. Başka bir kurtuluş mümkün değil: Ya sol Türkiye, ya yok Türkiye!

Komşuya ve “hainlerine” bakarak da görebilirsiniz.