Ankara’da saklı Sisi

Mısır’da Erdoğan’ın biraderleri, Müslüman Kardeşler yani, derdest edilip General Sisi iktidara el koyunca, ki modifiye edilmesine bile gerek duyulmamış bir tür Evren’dir, Türkiye’deki iktidara açık bir uyarıda bulunulmuş oldu. Dünya sistemi, Ankara’da tepeden inme bir darbeci iktidarı engellemeyeceğini ilan etti.

Biz böyle okuyabiliriz.

General Sisi Kahire’de iktidarı alırsa, Ankara’daki Sisi veya Sisi adayları da gün saymaya başlar.

Başlamaz mı?

Eğer öyle olmasaydı, bu ABD ve AB, Washington ile Berlin-Paris hattı, operasyonu Mısır’da nasıl karşılardı? Yani, çok açık: Dünya sistemi, Mübarek’in biraz canını sıkarak da olsa iktidardan alınmasını Mısır ordusunun üstyönetimiyle (“AsParti”) birlikte kararlaştırdı. İçeriden bilgi almaya gerek yok; yaşananları uluslararası arenada tekrar gözden geçirdiğimizde rahatça görebileceğimiz bir şey bu.

Çürümüş solun (“liberal sol”) aklımıza devrim diye sokuşturmaya çalıştığı Arap ülkelerindeki kitle hareketlerini nötralize etmeyi, daha doğrusu sokağa çıkan insanları yeniden evlerine sokmayı başaran Sisi dışında, yakın veya orta vadede o topraklarda bir alternatife izin verilir mi?

12 Eylül, kitle hareketlerini bıçak gibi kesebildiği için onay görmedi mi?

Neyse...

Bu gazetede de yazıldı; arkadaşlarımız sosyalist oldukları için gelişmeleri önceden okuyabiliyorlar: Bayağı Türk demokratları, yani şu solculuk satan ve İlhan Selçuk’un Cumhuriyet’ini bile ele geçirmeyi başaran liberal sürü, ellerinin yanacağını düşündükleri için olmalı, askeri bir alternatifin bırakın fikirlerine yerleşmesini akıllarına gelmesini bile kabullenemiyor ve Ankara’daki bir Sisi operasyonunu gündeme getirmiyor.

Batıcılar anlaşamıyor sonuçta: Dinci Batıcılar korkmakta haklıdır. Çaldıkları bazı şeyleri laik Batıcılara geri vermek bu arada cezaevlerine girmek zorunda kalabilirler. Sonuçta Kenan Evren de Necmettin Erbakan ile Alpaslan Türkeş’i yıllarca hapiste tuttu (Agah Oktay Güner: “Fikirlerimiz iktidar, biz hapisteyiz!”), ama onların politikalarını yürüttü. Katil Evren, Erdoğan rejiminin öz babasıdır.

Gerçekten de, yeni darbe beklentilerinin temelsiz olduğunu kimse ileri süremez. Ülke çöktüğü için, çare diye gelip çöküşü hızlandıracak bir darbe gündemdedir. Tabii, normal şartlar altında: Solun sahneden tamamen süpürülebildiği (“sürprizsiz”) koşullardan söz ediyoruz. Sosyalizmi tasfiye etmeyi sol politika sayan ve her yere sızmayı başaran HDP-CHP şakşakçılarının (“sosyalizme karşı birleşik cephe”) hizmeti büyük gerçekten.

Her durumda, Ankara, bir Sisi operasyonuna gebedir.

Eğer Türkiye çöken bir ülkeyse, halkının bir bölümü artık diğer büyük bölümden nefretini açıkça dillendirmeye başlamış ve ayrılık hesapları yapmaya başlamışsa, Türklük adına şehirler kuşatılıp bombalanıyor ve Kürt halkı katlediliyor ya da göçe zorlanıyorsa, etnik ve dinsel taleplerle kitle katliamları sahneleniyorsa, dincilik devletin tüm kurumlarını ele geçirmişse ve turizmden başlayarak bu yıl büyük bir ekonomik krizin sahneye ağırlığını koyacağı “herkesin sırrı” halini almışsa...

Ankara’da bir Sisi, iktidara hazırlanıyor demektir.

Sorun “bir Sisi’nin” iktidara hazırlanması değildir. Burada asıl sorun, iktidar oyununun Mısır’dakinden çok farklı bir yol izleme olasılığıdır: Aydınlanmanın derinlere nüfuz ettiği ve sınıf mücadelesinin, sosyalizm yürüyüşünün Mısır’dakinden çok farklı bir derinlikte seyrettiği Türkiye’den söz ediyoruz.  Geçerken değinmiş olalım: Türkiye'nin tarihinde, Prof. Dr. M. Şehmus Güzel’in iki çok yeni kitabında (“Türkiye’de İşçi Hareketi 1908-1984”, “İşçiler Örgütleniyor 1939-1950”) işlediği gibi, işçi sınıfının ve modern sınıflar mücadelesinin çok büyük bir damgası vardır. Bu cumhuriyet işçisiz, burjuvasız, Kürtsüz vs. kurulmadı. Aydınlanma tarihimizin zenginliği bizi Ortadoğu’dan ayırır.

İşte bu Türkiye, hem Sisiler arası bir kavgayı tetikleyebilir hem de halk kitlelerinin ve aydınlanmacı katmanların tepkisini denetleyemez olur.

Peki biz, AB’nin bir Sisi iktidarına itiraz etmeyeceğini nereden mi biliyoruz?

Hem 12 Eylül’den, hem de geçen yılki bir ziyaretten.

36 yıl önce: Kenan Evren ve arkadaşları iktidarı Washington ve Bonn’un itelemesiyle gerçekleştirdiler. Vahit Halefoğlu, ki dönemin Bonn büyükelçisi ve sonra da dışişleri bakanıdır, çok anlatırdı: Bonn’daki parlamento salonlarında “her partiden” milletvekilleri Ankara’da ordunun duruma ne zaman el koyacağını adeta yakalarına yapışarak sorarmış. Belgelidir. 12 Eylül’ün hemen ardından SPD’li Federal Almanya Başbakanı Helmut Schmidt’in “Türkiye artık dipsiz kuyu değil” dediğini zaten biliyoruz... Eh, itirazlar ve küfürleşmeler olur, o da siyasetin cilvesi. Ama damarlar sağlıklıdır ve değer akışı sürmektedir. Bonn o dönemde “Hayır!” deseydi Evren kılını kıpırdatamazdı. Ya da sonu kısa sürede “Yunanlı meslektaşlarına” benzerdi.

Geçen yıl: Sisi, 10 ay önce Berlin’deydi; rakipsiz teknolojisiyle burada doğalgaz ve rüzgâr santralları kuracak tek bir Alman şirketi için 8-10 milyar avroluk yatırım bağlantıları imzaladı. Toplam tutar, bunun çok ötesindeydi elbette. Bu arada Mısır’ın Akdeniz kıyısında Ruslarla bir nütleer santral kuracağı da dünyaya ilan edildi. Alman devlerinin, hangi teknolojilerle Mısır’da neler kuracaklarının listesi çıkarıldı. Bunlar, iktidara askeri gücüyle el koyan ve -gericiliği tescilli de olsa- seçimle iktidara gelen bir hükümeti alaşağı etmiş sıradan bir generale rağmen değil, o general sayesinde yapıldı. Seçimle gelen iktidarın yıkılmasına “lafzen” itiraz etseler ne yazar? Damarlar derinin üzerinde değil, altında gıda taşıyor, malum. Siyasette de öyle.

Gericiler arasında tercih yapmak, sol politika değildir. Gericilerin çatışmasından ilerici iktidar çıkmayacağını biliyoruz. Bizi ilgilendiren nesnel ortamdır, destekçilik değil; sadece bağımsız, aydınlanmacı ve antiemperyalist bir politika buradan bir kurtuluş yolu açabilir.

Çöken Türkiye’nin son kez ve umutsuzca askeri düzenleme hesaplarına sahne olmaması mümkün değil.

Washington da, Berlin ve Paris de, Ankara’daki askeri bir müdahaleyi, bir darbeyi, sözde tepkiyle karşılasalar bile, derinlerde hemen kabullenirler. Hele NATO’cuların bu askeri hükümetin iplerini elde tutmaları halinde, “sözde” bağrış çağrışlar da kısa sürede kesilir.

Türkçü dinciler, aynı düzlemde fakat farklı etnik gruplardan benzerlerini de üreterek, bu ülkeyi dağılmaktan kurtaramayacaklarının farkında değiller. Ama deneyecekler.  Ateş çemberindeki akrep gibiler: Türkiye bir bütün olarak çöktü.

Bunu Batı’nın görmemesi, bu ülkenin artık kurtarılamayacağını bilmemesi mümkün değil. Avrupa’daki düşünce fabrikalarının raporlarını düzenli okuyan, medyayı da yakından takip eden her normal zekâlı biri, bu havayı koklar.

Ankara, Sisi’ye hazır. Batı da Türk Sisi’ye hazır.

Sorun şu: Biz Mısır’a benzemiyoruz. Türkiye sosyalist hareketi ve aydınlanma geleneği, o Türk Sisi’ye ve destekçilerine hayatı kısa sürede zindan edebilir.

Ankara cahillerinin göremeyeceğini biz buradan söyleyelim: Ankara’da birden çok Sisi var ve  bunların birbirlerinin ayaklarına basma, burunlarını kırma dışında, hayatlarına kastetme hınçları da yüksek. Ancak Türkiye Cumhuriyeti, şimdi çökertilmiş de olsa, Ortadoğu’nun kirli ve derinlikten uzak yönetim kadrolarını çok aşan bir aydınlanmanın yan ürünüdür. Rusya’yla benzerlikleri ise sanıldığından çok fazladır.

Batı, bunu kabullenmek istemiyor. Ama elleri mecbur: Türkiye’yi daha hızla dağıtacağı hemen ortaya çıkacak bir Sisi’ye muhtaçlar veya birbirine düşman birçok Sisi’nin eline bakmak zorundalar.

Ya Türkiye ilericiliği? Liberal uşaklığı soyunmuş Türkiye devrimcileri?

“Türkiye aydınlanma tarihinin, sınıflar mücadelesinin sürprizlerini, 200 yılı bulan kurtuluş kavgasının derinlerdeki akışını ve o kavganın günümüzdeki mirasçılarını kimse hafife almasın” diyeceğiz, ama tam da onu yaparlar: Devrimci durumda, egemen sınıflar böyle hataları çok sık yinelerler.

Kendileri bilir.

Umutsuz değiliz yani.