Almanya Avrupası rahatladı

Türkiye’deki yerel seçimler, artık tüm itidalini yitirmiş, kendisine biat etmeyen her odağa “kırmızı görmüş boğa gibi” saldıran bir dinci siyaset adamının kitle desteğini görünür kıldı ve galiba sadece bu nedenle, Avrupa’nın gerçek başkenti Berlin’de, siyaset sınıfı rahat bir nefes aldı. “Eleştirel” bir ferahlama bu ve normal. Sonuçta Angela Merkel ve Sigmar Gabriel ile Tayyip Erdoğan kardeştir.

Ne mi oldu?

Şu: Krizden geçen ve tel tel dökülen “demokratik emperyalizmin”, yani AB’nin, tüm dikişlerini attıracak büyüklükte bir Türkiye’yi tam üye almayacağı, iyice açıklık kazandı. Almanya Avrupası, bundan sonraki Türkiye ilişkilerini tam üyelik dışında planlayacak. Mutlu.

Her an bir yıkımla karşı karşıya gelebilecek AB ve onun bir türlü dikiş tutmayan avrosunun, Türkiye gibi bir maceraya girmeyeceğini zaten tüm yönetenler biliyordu. Yeni dünya gericiliğini pazarlayan demokratların da şu sıralarda Türkiye’de ayakları suya erince, iş kolaylaştı.

Berlin, artık Ukrayna için düşünürken Türkiye’yi de hesaba katıyor olabilir. Gerçi hem AB hem de Rusya ile iyi ilişkiler içinde, pratikte ise parçalanmış bir Ukrayna’yı Türkiye üzerine yansıtınca elimizde bir Türkiye kalır mı, bilemeyiz, ama bu projenin bir ciddiyeti olduğunu söylemek zorundayız. Parçacıklar siyaseti, AB demokrasisinin temel taşı çünkü.

Sonuçta, üyelik falan hayal bile değil artık ve AB, parça parça bir Türkiye coğrafyası ile gelecekteki ilişkilerini Ukrayna merceğinden yansıtarak düşünebilir. Türkiye’deki cumhuriyetin çökmesi ve İslamcı kleptokrasinin iktidarı Alman siyaset sınıfını hiç üzmemişti. Tam tersine... Hırsız dinciler rejimine desteği büyük oldu.

Neyse, işte herkes bu Türkiye’nin daha fazla devam edemeyeceğinden emin. Sadece büyük parçalanmada etrafını yıkıp yıkmayacağı konusunda bir tedirginlik var. Ama SSCB, Yugoslavya, Çekoslovakya ve Arap dünyasındaki çöküşler bile etrafı pek yakmadıysa, yani AB merkezleri herhangi bir zarar görmediyse, neden “parçalanan Türkiye” gibi bir korkuları olsun ki?

Angela Merkel ve Berlin’in İslamcı Ankara ile araya koyduğu dikkatli mesafe, yıkım ve hafriyatın Almanya Avrupası’nı sarsacak olumsuzluklar içermesine karşı bir önlemdir.

Fakat yıkımın sadece risk değil, Alman sanayi üretimi ve finans kurumları için dev bir sıçrama içerdiği de açık: Parçalanan Türkiye’nin her parçası, Almanya merkezli Avrupa sınai ve mali ürünleri için ek birer pazar olacaktır. Hele kriz koşullarında...

Avrupa demokrasisi savaş ekonomisini iyi bilir ve iyi yönetir. Hele 1989’dan sonra...

Dolayısıyla, NATO ile birlikte halkların başına bir felaket olarak çöken ve bunu da demokrasi olarak satmayı başaran AB’nin, tarihinin en ağır krizinden geçtiği şu günlerde, böyle bir sorundan (“Türkiye’nin tam üyeliği”) kurtulması az şey değil. Erdoğan’ı eller üzerinde taşımaları gerektiğini biliyorlar. Erdoğan’la birlikte pek bir Türkiye kalmayacağını da... Sol, sosyalist yönelişli bir iktidarın uzağındaki Türkiye’nin günlerinin sayılı olduğu, artık kesin bilgidir.

Felaketin farkındalar.

Felaketimize seviniyorlar.

Felaketimize uzak durabileceklerine inanıyorlar.

Berlin güdümündeki Avrupa demokrasisi, bitirilen Türkiye’den sonrasını düşünmek zorunda. Emperyalizmde oyun çok, hüzün hiç yok. Tek bir kusuru var: Hâlâ derinlerdeki sol damarı, dolayısıyla krize içkin ve son dönemde Merdan Yanardağ tarafından yeniden tartışmaya açılan “yaratıcı yıkıcılığı” görmekte güçlük çekiyor. 1917 ve 1923’ten beri bu, böyle...

Biz, yüzyılların “yıkıcı körlüğü” diyelim ve karşı cepheden bizim elimize çalışan bir şans olduğunu da ekleyelim.