AB çıkmazının basit temeli

Olay basitleşiyor. Daha doğrusu, AB’de yaşanan kaotik çıkmazı açıklamak basitleşiyor. Aslına bakılırsa, başından itibaren de fazla karmaşık değildi.

Türkiye’nin kasap kafalı sol liberalleri AB hayranlığında sınır tanımaz, sosyalistlere AB demokrasisi dersleri vermeyi sürdürürken, Berlin’in güttüğü bu tuhaf yapı bir çözülme sürecinde olduğunu adeta bağırıyor.

Kitlelerin hoşnutsuzluğu, somut bir temelin üzerinde yükseliyor.

AB çözülüyor, çünkü inanılmaz bir gelir eşitsizliği sahnedeki yerini koruyor. Korumanın ötesinde, giderek daha da derinleşiyor ve yaygınlık kazanıyor. Elitler, tarihte eşine rastlanmamış bir birikim rejimiyle yüz yüze: Ellerinde mal ve hizmet cinsinden karşılığı olmayan bir parasal güç birikmiş durumda. Emekçi yığınların yoksullukla umutsuz mücadelesi ise sürüyor.

Bu koşulların yeni felaketler üretmemesi mucize olurdu.

Belki merkezde, Almanya ve çevresindeki birkaç küçük ülkenin sermaye sınıfları AB’den kârlı çıkıyor, ama diğerlerine, yani kenardaki yoksullara, yine avuçlarını yalamak kalıyor. Yunanistan-Portekiz çizgisi güzel bir örnek.

Şaşırtıcı değil. Tek tük solcu isimler var diye içindeki liberal gerici damarları bazen gereğinden fazla görmezlikten geldiğimiz bir gazete, ki bazılarına göre Alman gericiliğinin solu yerle bir etmekte son derece başarılı kalesi “tageszeitung”un (taz) kardeş gazetesidir, AB’ci liberallerle dolup dolup taşmadı mı? Radikal kapanınca şimdilerde bu görevi Cumhuriyet ve birkaç küçük refiki ortaklaşa üstlenmiş görünüyor.

Neyse, derdimiz gazeteler değil, derdimiz liberal kasapların her yere yayılma hızı ve bu mezbahanın merkez üssünün hâlâ Birikim ve İletişim markalarında aranması gerektiği...

Ne mi oluyor?

AB demokrasisine güvenmeyi ve övmeyi solculuk olarak satanların görmek istemediği bir gerçek sahnedeki yerini sağlamlaştırıyor. Yoksulluk artıyor ve AB’deki gelir adaletsizliği iyice yerleşiyor.

Bazı sinyaller artık görmezden gelinemeyecek kadar sıklaştı: Böyle bir gelir adaletsizliği ve yayılan yoksullaşma tehlikesiyle bu bünyeyi, AB’yi yani, daha fazla bir arada tutmak mümkün değildir.

Rakamlar ortada: Avrupa’daki yoksulluk tehdidi altındaki insan sayısını 2020 yılına kadar düşürmeyi hedefleyen AB elitleri, 2010 yılında 118 milyon olan yoksullaşma ve sosyal yaşamdan dışlanma tehdidi altındaki insan sayısını 110 milyona indirebileceğini düşünüyordu. Olmadı. Eurostat tablolarına göre, bu rakam şu anda 124 milyon civarında. Bir başka deyişle, her dört AB’liden biri yoksulluğun konusu. Diğerleri için de gelecek hiç öyle güllük gülistanlık falan değil.

Ülkelerdeki ortalama gelir düzeyinin yüzde 60’ı ve daha azına sahip olan insanlar, “yoksulluk tehdidi altındaki” grubu oluşturuyor. Sadece İspanya ve Yunanistan gibi özellikle her iki gençten birinin işsiz olduğu ülkelerde değil, merkezdeki zenginlerde de işlerin yolunda gitmediği biliniyor. Örneğin “Brexit İngilteresi”nde yüzde 24,1 gibi bir oran söz konusu, yani her 4 İngiliz’den birinin yoksullaşma tehdidi altında ömrünü tamamlamaya çalıştığı saptanmış durumda. Brexit kararı bu tehdit tablosunun bir sonucu. En iyi durumdaki Almanya’da bile durum çok iç açıcı değil. Bu ülkede 16 milyon insan yoksul. Elitlerin sermaye birikimi ise neredeyse aklın sınırlarını dumura uğratmış gibidir.

Sonuç mu?

Şu: AB halkları, güdüsel olarak, böyle bir sahneden refah çıkaramayacağını algılamaya başladı. Bu nedenle olmalı, elitlerin neoliberal çılgınlıklarına geleneksel sağ düşünce kalıpları içinde yanıt vermeye çalışıyor. Yoksullaşma rüzgârı altında, milliyetçiliğin sahneye yerleşmemesi ve özellikle de yabancı kökenli emekçileri dışlayıcı poltikaların hızla yayılacağı yeni bir döneme girilmemesi şaşırtıcı olurdu.

Belki de AB demokrasisi asıl şimdi gerçek yüzüyle sahne alacak.

Demokrasi bir sınıf egemenliğine, daha doğrusu bir sınıf diktatörlüğüne karşılık gelmiyor muydu?