Zaman yolcusu

1920 şartlarına geri döndük… 2008’de Ergenekon ve Balyoz davaları ile orduda tasfiye dalgası başlayınca söylenmişti bu söz ilk. Aradan 10 yıl geçti, cumhuriyetin kazanımları tırpanlanmaya devam etti. Haliyle tutunamadık 1920’li yıllarda. İki yıl önce 31 Mart’ı geçtiler. Anayasa rafa kalktı. Ardından 1908’i solladılar. Şimdi ta 1876’ya fırlatılmış durumdayız. Nevzuhur Abdülhamit Haziran’ın 24’ünde de başarılı olursa uzun istibdat yıllarına başlayacağız.

Türkiye, yoluna 150 yıl geriden yeniden başlamak durumundadır artık. Gericilik cumhuriyetin cenazesini kaldırmakta kararlı. 16 yıllık ölüye tecavüz seansının bitişine tanıklık ediyoruz haliyle. Gömüldü cumhuriyet, 24’ünde padişah seçeceğiz. Tek adım kaldı geriye, iktidarın babadan oğula geçmesi. Bilal aportta bekliyor.

Hepsi zamanda yolculuktur ve şimdilik geriye gitmenin mümkün olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz.

***

1876 Anayasası (Kanun-u Esasi) “Cemiyet-i Mahsusa” tarafından hazırlandı. Gerçi anayasa monarşiyi kabul ediyordu ama buna karşılık kişi hak ve hürriyetlerini de güvence altına almaya çalışıyordu. Anayasa ile birincisi, üyeleri iki dereceli seçimle halk tarafından seçilen Heyet-i Mebusan, ikincisi de üyeleri padişah tarafından atanan Heyet-i Ayan olmak üzere iki meclisli bir parlamento oluşturulacaktı. Halkın seçtiği Heyet-i Mebusan’ın gerçek hiçbir yetkisi yoktu. Her iki Meclisçe kabul edilen kanunların Padişah tarafından onaylanması gerekiyordu. Ayrıca padişahın kanunları veto etme ve parlamentoyu feshetme yetkisi vardı. Yürütmenin başı oydu, sadrazamı ve bakanları bizzat seçecekti, ordu ona bağlıydı. Özetle, bugün olduğu gibi padişah da kendi çalıp kendi oynamayı sürdürecekti.

Cemiyet-i Mahsusa’nın hazırladığı taslak Mithat Paşa başkanlığındaki Heyet-i Vükeladan geçtikten sonra II. Abdülhamit’in önüne geldi. Padişah, bazı değişikliklerin yapılması için anayasanın ilanında ayak sürüdü. Mithat Paşa anayasanın bir an önce ilanından yanaydı, arkadaşlarını ikna etti.

Kanun-u Esasi, anayasal düzenden taraf olduğuna inanıldığı için tahta çıkarılan İkinci Abdülhamit tarafından nihayet ilân edildi. Ortalıkta bir anayasa vardı var olmasına ama ferman hala padişahındı. Anayasa ile geniş yetkilerle donatılan ve halifelik sıfatı bulunan padişah, tıpkı bugün olduğu gibi mutlak bir sorumsuzluğa sahipti.

Bu gelişmeler sırasında Osmanlı-Rus harbi çıktı. Abdülhamit harbi bahane ederek Meclisi feshetti. Anayasa rafa kalktı. Padişah, ayak sürüyerek kabul ettirdiği maddeye dayanarak Mithat Paşayı sürgüne gönderdi ve orada öldürttü. Anayasa tarihimizin ölümsüz kahramanıdır ve halen Abide-i Hürriyet’te ikamet etmektedir.

***

Anayasaya uyacağı umularak tahta oturtulan Abdülhamit 30 yıl süren bir baskı rejimi kurdu. Anayasayı kaldırdığı raftan indirmeye hiç yanaşmadı. Ama vekillere maaşlarını ödemeye devam etti. Hafiye örgütüyle ses çıkaranı takip etti, yakaladı, ezdi. 1908’de alaşağı edilene kadar böyle sürdü her şey.

Zulüm öyle bir hale geldi ki Resneli Niyazi adındaki genç bir subay canına tak edince yanında dört yüz kişiyle dağa çıktı. Abdülhamit için yolun sonu görünüyordu. Ülkenin şehirleri, caddeleri, meydanları ilk o gün “Hürriyet” ile tanıştı. Abdülhamit alaşağı edildi, 1876 Anayasası raftan indirildi. Ekler yapıldı, padişahın yetkileri sınırlandırıldı, Meclisin gücü arttırıldı. Meşrutiyet geri gelmişti.

Fakat İttihatçılar, padişahsız bir rejim kurmayı hayal bile etmemişlerdi. Abdülhamit’i indirdiler, Mehmet Reşat’ı bindirdiler. Binenin bir kukla olduğundan emin olunca aldıkları yetkileri geri verdiler. Bu yetkileri onun adına genç Enver kullanacaktı gerçi ama her şey yine başa dönmüştü. Uzun iç savaşımızın büyük dış savaşın içinde kaynaşıp büyük bir yıkıma yol açtığı dönemin kapısı böyle aralandı.

İmparatorluk paramparça olunca geride kalanlara “Milli Kurtuluş Mücadelesinden” başka yol kalmadı. Padişah işgalcilerin maşası olmuştu. Mücadeleye girişenlerin halktan başka güvenecekleri bir kuvvet yoktu. Cumhuriyet, işte bu denklemden çıktı.

Şimdi cumhuriyetin ve meşrutiyetin gerisindeyiz. Meclis feshedildi. Anayasa rafta. Yetkileri Abdülhamit’ten fazla olan bir nevzuhur sultanımız var. Üstelik her adımda daha fazlasını istiyor. 24 Haziran’da işte bunu oylayacağız. Ya istediği yetkiyi vereceğiz ya da yerine yeni bir Mehmet Reşat bulup durumu idare etmesini umacağız.

***

1923, 1908, 1876…12 Eylül 1980’den beri zamanda yolculuk yapıp duruyor ülke. Her adımında biraz daha geriye gidip, oradan kahramanlar, kurtarıcılar devşirmeye çalışıyor. Abdülmecit aziz, Abdülhamit mehdi, Sultan Selim ahir zaman peygamberi…

Yalnız unutulmamalı, geriye gitmek mümkünse, ileriye gitmek, geleceğe sıçramak ta mümkündür. Çürüyen, eskiyen, düşen her şeyi kaldırıp atmanın tek yoludur bu. Devrim diyoruz adına. Halktan başka güvenecek hiçbir kuvvetin kalmadığı şartların getirisidir.

Padişah seçmeyi o yüzden reddediyoruz. Ne Abdülhamit, ne Mehmet Reşat. Niyetliyiz. Efendiler, yakında cumhuriyet ilan edeceğiz!