Zaman ve mekân bilgisi

İktidarın eki haline getirilen bütün gazete ve televizyonlarla bağımı kestim. Herkese tavsiye ederim, ruh sağlığını korumanın en etkili yollarından biri. Toplu halde okuyorum sonra, not alıyorum, “büyük resmi” görmeye çalışıyorum. Bugünkü yazıda da haftanın notları var.

Notlarımdan ilki şöyle: “Bir ekonomistim ben. Ülkelerin kalkınmasında bize ekonomide dört madde sayarlardı; insan, emek, sermaye, üretim. Ben siyasette bunu teke indirdim. Başarının sırrı sadece insandır.”

Büyük ve ulu yöneticimizin iddiasının tersine o maddelerde sayılanlar “ülkelerin kalkınmasının” değil, kapitalist üretimin faktörleri. “İnsan, emek, sermaye” değil, “emek, toprak, sermaye” ve bazı durumlarda “girişimci”dir o dört madde. Bunları teke indirmek için ise kapitalist üretimin ve dolayısıyla mülkiyetin kaldırılması gerekir. Ayrıca o maddelerde sözü edilen ilişki nesnelerin ilişkisi değil “insanların” ilişkisidir. Toprak toprak sahibinden, sermaye sermayedardan ve emek de emekçiden ayrılamayacağından insan zaten hep oradadır. Fakat insan kapitalist üretim alanında emek, toprak ve sermaye kılığında dolaştığından yokmuş gibi görünür. Hâlbuki insan, işçi ve burjuva kimliğiyle hep oradadır.

“Ekonomistler”in işi üretim sürecindeki insanı birer nesne gibi göstermek, onun gücünü nesnelerden geliyormuş gibi kurgulamaktır. Ama yine de bu tepetaklak âlemi kurgulama işi ehliyet ister, bir diploma gerektirir.

***

İkinci not İstiklal marşı ile ilgili. Büyük ve ulu yöneticimiz marşın güftesine bayılıyor ama bestesini beğenmiyor beyanlarına göre. Marşın güftesi Mehmet Akif’in, bestecisi Osman Zeki Üngör. Akif İslamcı. Üngör, batı eğitimi almış, batı müziğinde kariyer yapmış bir müzisyen. Senfoni orkestrasının kurucusu. Aslında marşla ilgili beste yarışmasında onun bestesi ancak beşinci olabilmiş. Yarışmayı Ali Rıfat Bey’in alaturka usuldeki bestesi kazanmış. 1930 yılında Eğitim Bakanlığı resmi kurumlara gönderdiği bir genelge ile uygulamada değişiklik yapmış ve o güne kadar Ali Rıfat Bey'in alaturka bestesi ile seslendirilen güfte, Osman Zeki Bey’in batı tarzı bestesi ile seslendirilmeye başlanmış. Ayrıca Osman Zeki Bey besteyi başka bir güfte üzerinden yapmışmış. Söz ve melodide yer yer görülen uyum sorunu, Akif’in güftesinin bir türlü besteye uydurulamamasından. “Şa-fak-larda” faciasının nedeni bu.

Şimdi besteyi atmak ve güfteyi tutmak istiyorlar anladığım kadarıyla. Ulu yöneticimiz de, “Güfte var ama maalesef istenilen beste yok” diyerek bu arzusunu açıkça belli ediyor. Yani yapmak istediği Zeki Üngör’ün “batılı” bestesini atıp, İslamcı Akif’in bestesine alaturka bir güfte yapmak.

Konuşmanın geri kalanında ileri sürülenler ise tevatürden ibaret. Marşın "korkma" ile başlamasının dini hikâyelerle kurulan bağı gibi mesela. Buradaki korkmama öğüdü yazıldığı yıllardaki vaziyetle ilgili. Koçgiri isyanıyla ilgili olması büyük ihtimal. Buna karşı güfte ile Tacettin Dergâhı arasında kurulan bağ doğru. Yalçın Küçük de güftenin bir cemaat işi olduğunu ve Akif tarafından değil bir komisyon tarafından yazıldığını ileri sürmüştü zaten.

***

Üçüncü konuşmanın hedefinde “dil devrimi” var. Diyor ki özetle ulu yöneticimiz, "Dil devrimi adı altında Türkçemiz tatsız, tuzsuz, ruhsuz, renksiz kelimelerin tasallutuna sokularak milletimizin kadim medeniyeti ile arasındaki bağ zayıflatılmaya çalışılmıştır.”

“Dil devrimi” ile dilimizin yabancı kelimelerin tasallutundan kurtulduğunu sanıyorduk hâlbuki biz. "Yabancı kelimelere, Türkçe olmayan yazışmalara artık tahammülümüz kalmadı” diyor o da aynı konuşma içinde zaten. Fakat anlıyoruz ki “Türkçe”den kastı “Osmanlı Türkçesi”. “Kadim medeniyet” dediği de Osmanlı…

İyi de ortalıkta bir Akif güftesi olmaması gibi bir Osmanlı Türkçesi de yok. Bu Türkçe Arapça-Acemce sözcüklerle Türkçe dert anlatmaya kalkışmak gibi sorunlu bir işe kalkışmanın ürünü. Dil devriminin yaptığı tek şey Türkçedeki Arapça-Farsça kelimelerin sayısını azaltmak ve Türkçeyi bir dil olmaya yaklaştırmak.

***

Siz de gördünüz mü büyük resmi? Notlara bakınca, cumhuriyet devrimini yıkmaya ve kapitalizmi ihya etmeye devam diyormuş gibi geldi bana. Kapitalizm iyi ama biraz insana ihtiyacı var, “ekonomist”imize göre. İstiklal marşının yarısı kötü; Osman Zeki’yi atıp Akif’e yeni bir beste bulduk mu, tamamdır. Dil devrimi de tepelenince ver elini Osmanlı…

Fakat yine de havai bir hal var sanki söylenenlerde. Ayaklarının yere değmesi için bir diplomaya, biraz tarih bilgisine, bir miktar da tutarlılığa ihtiyacı var gibi. Ayrıca hacı yeşili de haddinden fazla kullanıldığından, karanlık görünüyor tablo…

***

Notlar böyle olunca başka ne diyeceksin? Yıkmak için bile ehliyet gerekir. Var mı tabloda? Yok!

Hocaya öğrencisi sormuş: “Hocam, Kerbela’da kızı köpekler tarafından yenen padişah hangisi?” Hoca gönülsüz yanıtlamış öğrencisini: “Evladım padişah değil peygamber, Kerbela değil Kenan, kızı değil oğlu, köpek değil kurt.”

Birçok versiyonu var anlatının. Sorusu “eline kılıcını alıp, kızının kafasını tam kesecekken Allah’ın yukarıdan öküz indirdiği peygamber İsa mıydı?” şeklinde olanın cevabı, “Hazreti İsa değil İbrahim. Kılıç değil bıçak. Kızı değil oğlu. Öküz değil koç” şeklinde.

İnsan bir kez zamandan ve mekândan koptu mu böyle tuhaf sorular çıkar ortaya. Yapılabilecek tek şey ise böyle şeyler sorana zamanı ve mekânı hatırlatmaktır.