Üç şehir: Selanik, Tiflis, Halep

Halep, Selanik, Tiflis… “Küçük Asya”nın üç ayrı köşesinde yer alan üç ayrı şehir. Serhat Öztürk’ün şahane üç ayrı monografisinin de başlığı aynı zamanda. Sanırım okuduğum ilk kitabı “Halep”ti. Öztürk, şehrin arka sokaklarını dolaşmış, salaş meyhanelerinde konaklamış, şehri oluşturan ana materyal olan taşa dokunmayı başarmıştı. Medine-i münevvereydi Halep, aydınlanmış bir şehirdi. Çölde vahaydı. Şam ile birlikte düşündüğümüzde Arap kültürünün çıkış noktasıydı, kalbiydi. Bakmayın siz Körfez’deki bol yağlı Bedevi ışıltısına, Arap demek “Asuriye” demektir…

Bu üç şehirden Selanik bana en tanıdık geleniydi. Öncelikle daha “batı”mızda. Cumhuriyetin kurucusunun doğduğu şehir. Bir Osmanlı kenti evet ama aynı zamanda bir Yahudi ve Helen kenti Selanik. Minyatür İzmir.

Selanik’i gördüm. Hızlı, tabana kuvvet bir şehir turu; akşam bizim Çiçek Pasajını andıran bir sokakta akşam yemeği. Uzo çok tatlıydı, “rakı var mı” dedik. Barbayani getirdi garson. Girit üzümlerinden imal edilmiş Barbayani. Evet, rakı işte bu! Ertesi gün Beyaz Kule civarında dolaştık. İzmir esintisi her yerde. Ama sanırım İzmir’den daha huzurlu bir şehir Selanik. Koşuşturma yok, telaş yok, hüzün yok. Sanki hiç savaş görmemiş, hiç sürgün yaşamamış, hiç acı çekmemiş gibi görünüyor nedense? Oysa Yahudi izi silinmiş şehirde. Mezarlıkları yıkılmış. Yıkılan o mezarlığın üstünde üniversite binaları yükseliyor şimdi. 1917’de Yahudi mahallelerini yakıp kül eden büyük bir yangın yaşamıştı şehir. 1922’deki Rum ve Ermeni mahallelerini silip süpüren Büyük İzmir Yangını da Selanik’teki o yangının kıvılcımıyla ateşlendi. Dedim ya İzmir esintili bir şehir Selanik!

xxx

Tiflis… Batum’u duyuyorduk ama doğrusu yazarın kıyıdaki bu şehir dururken Kafkaslara doğru bakan bu karasal şehri yazmayı tercih etmesi şaşırtmıştı beni. Sonra anladım, Gürcistan aslında Tiflis demek.

Tiflis, üç şehirden bize en uzak olanı. Trabzon’dan başlayan uzun bir yolculuktan sonra şehrin kıyısından içeri doğru süzülene kadar böyle düşünüyordum. Daha gün geceye devrilmeden kendimi yıllar sonra terk ettiğim şehrime dönmüş gibi hissettim. Selanik güzel. Halep’i göremedim. Tiflis… Ben Tiflis’e aitim…

Tiflis’te Selanik’ten daha uzun kaldım. Pek çok sokağını arşınladım. Tarihi şehri baştanbaşa yürüdüm. Rustavali Caddesi üzerindeki hemen bütün binaların önünde durdum. Ve bir zamanlar Asya ile Avrupa arasındaki sınır olarak kabul gören büyüleyici Kura nehrini izledim üzerine düşen akşam ışıklarıyla. Bir Sovyet şehrinden söz ediyoruz. Stalin’in sokaklarında dolaştığı bir şehir. Kamo’nun şehri. Büyük banka soygununu şehrin ortasındaki Erivan Meydanında yapmıştı Kamo. Şimdiki adı Özgürlük Meydanı. Sovyet döneminde Lenin Meydanıymış. Stalin’in mezun olduğu lise meydana açılan caddenin üzerinde. Lenin meydanını boydan boya geçip, Kamo’yu anarak, Stalin’in mezun olduğu “imam hatip lisesi”ne doğru yürürken insan biraz tuhaf hissediyor kendini!

İçmeyi, yemeyi bilen bir şehir Tiflis. Erkek erkeğe evet ama törenle içiyor Gürcüler. “Tamada” önderliğinde “çaça” ile yapılan gizemli bir tören bu. Belki de bu yüzden ulusal kahramanları bir şair: Şota Rustaveli. Daha ne olsun? Sokakları şiir, sanat, hayat kokuyor Tiflis’in.

xxx

Suriye’yi düzleme operasyonu Halep’i görme planını imkânsız kıldı. Hâlbuki arkadaşım Musa Özuğurlu savaştan hemen önce Lazkiye’ye taşınmış, Şam’da iş bulmuştu kendine. Hediye Levent’i tanıdım onun sayesinde. Türkiye’ye her gelişlerinde Suriye üzerine uzun sohbetler yaptık. İkisi de Suriye’nin bu savaştan yenilerek çıkmayacağından emin görünüyordu.

Hüsnü Mahalli ile tanışıklığım onlardan daha eski. Doğrusu nasıl ve hangi vesileyle tanıştığımı hatırlamıyorum. Ama Suriye ile ilgili birinci el bilgileri hep ondan aldım. Neden sonra bir kitap yapmaya karar verdik birlikte. Halep büyük ölçüde cihatçıların eline geçmişti. Savaş Şam banliyölerinde sürüyordu ama Hüsnü de Suriye’nin yenilmeyeceğinden emindi. Ben sordum o anlattı. “Diren Suriye” koyduk kitabın adını. Bir temenni değildi bu, yakın gelecekte olacak olanın hissiydi. Suriye direndi, cihatçıları yendi. İki gündür Halep’te bir iki mahallede sıkışan cihatçı çetelerin kalıntıları şehirden tasfiye ediliyor. O çetelerle birlikte isteyen siviller de yeşil otobüslerle şehrin dışına taşınıyor. Çoğu ordu kontrolündeki bölgeyi tercih etti. Çeteler nereye? Belki İdlib’e. Ama kesin olarak bu savaşın müsebbiplerinden biri olan Türkiye’nin kucağına doğru. Körfez ülkeleri elini yıkayıp çekilir bu savaştan, biz elimizdeki kirle öyle ortalıkta kalı kalırız. Bu görünüyor.

Hüsnü’nün evini de tam bugünlerde bastılar. Suçlama hakaret… Bu suçlamayla evde ne bulmayı umabilir ki bir savcı? Tutuklayıp attılar içeri. Güya Suriye’ye demokrasi getireceklerdi. Bunu yapamadılar ama arada Türkiye’ye diktatörlük getirmeyi başardılar.

xxx

Cumhuriyet sırtını dönmüştü Halep’e. Sanki oradan esecek sıcak rüzgârlardan işkillenmiş gibiydi. Uzak durmak istiyordu Arap coğrafyasından. Ama belli ki Halep iki şehirden de daha yakın bize. Bir Arap şehri, bir Ermeni şehri. Musa, şehirdeki meyhane kültürünü de Ermenilerin taşıdığını anlatmıştı bir keresinde. İçki satan dükkânların çoğu da onlara aitti. Suriye istihbaratı zaman zaman bu dükkânları dolaşıyor, içki satıyor diye baskı yapılıp yapılmadığını kontrol ediyordu.

Laik bir ülkedir Suriye. Çoktan beri bizim yitirdiğimiz çok kıymetli bir şeye sahiptir. Emperyalizmin desteğindeki Selefi çetelerin bu ülkeye saldırmasının sebeplerinden biri de budur. Başarsalardı ülkeyi Müslüman Kardeşler’e teslim edecekler ve bu çetelere de birer derebeylik vereceklerdi. Bunun ne anlama geldiğini artık biliyoruz. Farklı mezhepten diye insanları boğazladılar, korkunç ortaçağ artığı düzenler kurdular. Kadınları alıp sattılar, modern köle pazarları ihdas edildi yeniden. Emperyalizmin kucağında, hırsızlığa, yağmaya, tecavüze, yalana dayalı Suudi Arabistancıklar baş gösterdi Suriye ve Irak topraklarında. Ve işte bu rezalete direndi Suriye halkı.

xxx

İHH Başkanı Halep’in “düştüğü” gün çıktığı bir TV kanalında şöyle yakınıyordu: "İslam dünyasını kurtaracak 4 aklın merkezlerinden Kahire gitti, Şam'ı neredeyse kaybettik, Bağdat perişan. Son olarak İstanbul kalıyor." İHH, sözde yardım kuruluşu. Gerçekte cihadın lojistik merkezi. Özgüvenlerinin patlama yaptığı tarihte bir sürü insanı bir gemide toplayıp Gazze’nin fethine çıktılar. İsrail ordusu işin göründüğü gibi olmadığını çok acı bir biçimde öğretti onlara. Yakın tarihte, açılan bir dava da İsrail’le yapılan gizli anlaşmaların gereği olarak kapatıldı, ölenler öldüğüyle kaldı. Hala Kahire, Bağdat, Şam ve İstanbul hattında bir “İslami” ağ kurmaya çalışıyorlar. Ama dediği gibi, İstanbul dışındaki bütün merkezler çöktü. Tarihin dersi, İstanbul da çöker, yakındır. Bu tuhaf karanlık havanın nedeni bu…

xxx

Selanik’i gördüm, Tiflis’i hissettim. Kapalı Halep kapısı uzun bir aradan sonra açılıyor. “Antakya Kapısı”ymış bize bakanı. Çünkü “düştü” Halep. Bu demek ki, taş, taşlaşmış bir inanca galebe çaldı. Bu demek ki Ermeni meyhaneciler yaşayacak, Halep’in arka sokaklarındaki salaş lokantalar açık kalacak. Bu demek ki, Halep bir “medine-i müneverriye” olarak “Asuriye”de ışıldamaya devam edecek.

Çok acı, çok dramatik şeyler oluyor coğrafyamızda. Denildiği gibi coğrafya kaderimizdir. Ama yeneriz biz bu kaderi, emperyalizmi ve uşaklarını kovarız coğrafyamızdan. Selanik’i, İstanbul’u, Tiflis’i, Şam’ı ve Halep’i birleştiririz yeniden. Kader’i keder olmaktan çıkarırız ve yepyeni bir dünya yaratırız bu topraklarda…

Bir şehir düştü veya bir şehir kurtuldu. Her ne ise… Belli ki üç şehrin en lezzetli rakısını Halep’te direnen Suriyelilerle birlikte içeceğiz. Şehrin ışıltısında, sarhoş olana dek!