Türk-İslam Sentezi’nin son günleri

1970’li yıllarda “Aydınlar Ocağı” tarafından dillendirildi. Türkiye için en iyi yol mevcut “milliyetçi batıcılık” politikasından vazgeçip “Türk İslam Sentezi”ne yatay geçiş yapmaktı. Aydınlar Ocağı ülke için milliyetçi batıcılık yerine bir tür “milliyetçi dincilik” politikası öneriyordu.

Aydınlar Ocağı’nın bu politik önerisi 1980’li yıllarda bizzat 12 Eylül cuntası eliyle yürürlüğe konuldu. Toplum islamize edilecek, din anayasal bir kurum olarak kamu yaşamına sokulacaktı. Zorunlu din dersi geldi böylece. Ardından imam hatip patlaması yaşandı. Milli Eğitim ordu eliyle dinselleştirildi. Birtakım tarikatlar el altından desteklendi. Yurtdışında Türk vatandaşlarının kalabalık olduğu ülkelerde onları “yıkıcı ve bölücü” akımlardan korumak amacıyla DİTİP (Diyanet İşleri Türk İslam Birlikleri) adlı bir tarikat benzeri teşkilat kuruldu. Bu teşkilatı örgütleyen Genelkurmay yurttaşlarına camiler etrafında toplanma çağrısı yaptı. Güneydoğu’da helikopterden atılan bildirilerle Kürtler “Ermeni tohumu” PKK’ya karşı cihada çağrıldı. Laikliğin devlet eliyle yıkılmasının kısa tarihidir bu.

Ülkedeki sağcı partilerin çoğu zaten devletin benimsediği bu “Türk-İslam” çizgisini takip ediyordu. MHP ise, sentezin bir tür ete kemiğe bürünmesinden ibaretti. Hatta arı bir Türkçülük ile “son Türk devleti” içinde etkin bir rol oynayamayacağını anladıkça dümeni İslam yönünde çevirmekte hiçbir sakınca görmedi. Böylece Aydınlar Ocağı’nın Türk – İslam Sentezi giderek İslam – Türk Sentezine dönüşmeye başladı. Ülkenin milliyetçi dincilikte tutunamayacağı, zorunlu olarak dinci bir milliyetçiliğe demir atacağı belli olmuştu.

Dinci milliyetçilik, şimdi AKP’de vücut bulmuş bir politika. Bu politikada belirleyici unsur dincilik. Türkçülük bir tür yan unsur. Onu dengeleyeceği umulan milliyetçi dinciliğin temsilcisi ise MHP idi. Ancak MHP bu çizgiyi tutmak ve korumaktan çok uzak bir çizgi tutturdu uzun zamandır. Dinci milliyetçiliğin bütün adımlarına evet diyor örneğin. Evet dedikçe kendi üzerinde durduğu milliyetçilik de hızla dincilik içinde eriyip gidiyor. Bu erimenin somutlaştığı kişi ise partinin başındaki Devlet Bahçeli. Son yıllarda koltuğunu korumak için AKP’nin her önerisine destek vermesi ayaklarının altındaki toprağın kayıp gittiğini fark etmesinden.

***

Dr. Devlet Bahçeli, sıradan “ülkücü” öğretim görevlilerinden biriydi. Bir iki ülkücü derneğin örgütlenmesinde bulunmuş, birini yönetmişti. Alparslan Türkeş’in daveti üzerine öğretim üyeliği görevinden istifa etti, 12 Eylül’den sonra kapatılan MHP’nin yerine kurulan MÇP’ye katıldı. 1987’de yapılan parti kurultayında parti yönetimine seçildi ve Genel Sekreterlik görevine getirildi. 1997’de Türkeş’in ölümü üzerine MHP Genel Başkanı görevini üstlendi. O gün bugündür MHP’nin tartışılmaz lideri. 2000, 2003, 2006, 2009 ve 2012 tarihlerindeki MHP kongrelerinde tekrar genel başkan seçildi. MHP düşse de kalksa da o hep koltuğunda oturmayı başardı.

Partisi içinde dillendirilen bir iddiaya göre o aslında MHP’liden çok bir AKP’li gibi davranıyor. Hoş 2002 yılında darbe gibi bir hareketle AKP iktidara getirildikten bu yana hem MHP hem de CHP, AKP ile sembiyotik bir yaşam kurmuş durumda. Böylece muhalefetin varlığı giderek iktidar partisinin varlığını sürdürmesine bağlandı. MHP’ninki sembiyotik bir yaşamın ötesine geçip beslendiği organizmanın bir uzvu haline gelme hali daha çok. Öyle ki zaman zaman AKP’yi arkasından sürüklemeyi bile başardı.

7 Haziran seçimlerinin hemen ertesi. Büyük oy kaybına uğrayan AKP henüz şaşkınlığı üzerinden atamamış. Yeni meclisin ilk işi meclis başkanını seçmek. AKP’nin artık tek başına kazanması zor görünüyor. MHP giriyor devreye. Meclis Başkanı, MHP'nin geçersiz oy kullanarak destek vermesiyle AKP'nin adayı İsmet Yılmaz oluyor. Muhalefetin psikolojik üstünlüğü de MHP’nin o adımıyla tuz buz oluyor.

AKP henüz çiçeği burnunda bir parti iken Bülent Ecevit’in başbakanlığındaki 57. hükümeti devirecek ve AKP’yi iktidar yapacak olan süreci de Devlet Bahçeli başlatmıştı. AKP, “Anayasa Mahkemesi’nin 367 Kararı” ile krize girerken, Devlet Bahçeli'nin desteğiyle kurtarıldı. Gül Köşk’e çıkaran o. Aynı yıl başlatılan Ergenekon davasına “adil yargılamayı etkilemeyelim, sonucunu görelim” diyerek destek verdi. AKP’nin başlattığı üniversitelerde türban serbestisi tartışmaları da Bahçeli’nin koşulsuz desteğiyle tamama erdirildi…

Bahçeli’nin AKP’ye destek tavrı öylesine bir reflekse dönüştü ki Wikileaks belgelerinde Tayyip Erdoğan’a yönelik iddialara bile ilk o tepki gösterdi. Belgelerde Tayyip Erdoğan'ın Avrupa bankalarında gizli hesapları olduğu iddia ediliyordu. Devlet Bahçeli, Wikileaks'in yayınladığı belgelerle ilgili olarak "kol kırılır yen içinde kalır" minvalinde değerlendirmelerde bulundu, “Parti olarak, yabancı bir ülkedeki internet sitesine dayanarak ve sağladığı bilgilere bel bağlayarak, AKP hakkında hüküm vermeyiz ve iç politikamızın malzemesi olarak kullanmayız. AKP ne kadar yanlışa düşse de ve ihanete uzanan hatalar yapsa da bunları biz milletimizden başka kimseyle konuşmayız ve iç politikamıza dışarından müdahalelerin yapılmasına kararlılıkla karşı çıkarız” dedi. Son numarasını siliyorsunuz; Tayyip Erdoğan’ın kendini tek adam ilan etme girişiminin başlama vuruşunu da o yaptı.

Peki, elde ettiği ne? Bütün bunları Devlet Bahçeli’nin politik tercihlerine bağlayabilir miyiz? Ülkeyi 2003 seçimlerine sürüklediğinde partisi barajın altında kalmıştı. Destek verdiği anayasa değişikliği ile çok partili hayat da bir anlamda rafa kaldırılmış durumda. Yani Bahçeli AKP’ye verdiği sınırsız destekle sadece ülkenin, laikliğin, cumhuriyetin değil MHP’nin de ipini çekti. Bakın haline tavrına, bayram konuşmasında bile Ohal’in devam etmesi gerektiğini söylüyordu. Tuğrul Türkeş bile AKP’yi savunmakta onun kadar hevesli değil.

***

AKP “Türk – İslam Sentezi”ni “İslam – Türk Sentezi”ne dönüştürdü. Eğitimden orduya devletin bütün unsurlarıyla dinselleştirilmesi tamamlandı. Bu oyunun son sahnesi şu: “Laik ordu”dan geriye kalan tortu Katar Şeyhini Suudilerden korumaya koşuyor.

“Türk”ü düştü sentezin, “İslam”ı ahlakını kaybetti. Sermaye düzenin bütün becerisini seferber ederek imal ettiği Türk-İslam Sentezi Türkçü ve İslamcı partilerini de arkasından sürükleyerek tarihin çöplüğüne doğru yuvarlanıyor.

Sermayenin seçenekleri tükendi. Faşizmi buldular son çare. Sopa gösteriyorlar hepimize, onlar gibi çaresiz kalalım istiyorlar.

Ama biz çaresiz değiliz. Türkçü ve İslamcı partileriyle, coplarıyla, sopalarıyla, diktatörlükleriyle, faşizmleriyle mücadele içinde biçimlenmiş, gözyaşıyla, kanla yazılmış bir tarihin içinden süzülmüş bir gelecek tasavvurudur bu. Sosyalizmdir!


*Bu yazı Boyun Eğme dergisinin 80. Sayısında yayınlanmıştır