Sosyalizm cumhuriyete çok yakışacak

"Osmanlı burjuvası kentlere yerleşmiş göçmen ecnebiler ya da milel-i gayrimüslime diye adlandırılan iktidara uzak katmanlardı. Bu koşullarda iş başa düşüyor, Osmanlı aydını, entelijensiyası siyasete soyunuyor; ülke yönetiyordu." Aydınlar ve köylüler iktidarın dışına itilmişlerdi. İşçi sınıfı henüz ergenlik çağındaydı. Osmanlı aydını köylüye ulaşmanın çarelerini aramaya başladı. Yönetebilmek için bir sınıfa yaslanmaları gerekiyordu. Köylüyle birleşme hayalleri kurdular, köylüye güzelleme yaptılar. Bir yandan köylüye aşk şiirleri yazarken bir yandan milli “Türk burjuvazisi” yaratmak için çırpınıyorlardı. Halkçılık diyoruz kısaca buna. 1908’in temelinde işte o sancılar, o yokluklar, o yoksulluklar vardır.

Ama bütün bu yoksunluklarına rağmen II. Meşrutiyet cumhuriyetin laboratuvarı olmayı başarmıştır. Cumhuriyet bütün cephanesini 1908 deneyiminden ödünç almıştır. Köycülük ve milli burjuvazi sevdası da buna dâhildir. Ama nihayetinde o yoklukta ümmetten bir halk yaratmayı başardılar. Zorlama mı? Evet. Yakup Kadri, “Yaban”ında o zorlamayı anlatmaktadır. Zorluyor muyuz? Evet… Cumhuriyet eninde sonunda bir halk yaratma işidir. İnsanlarımızı tarikatların, cemaatlerin eteklerinden topluyoruz ve halk yapmak üzere üzerlerine laiklik serpiştiriyoruz. Başka formülü yoktur. Ümmetten halk yaratmanın tek yolu onu bütün eski bağlılıklarından kurtarmaktır. Devrim gerekir ve 1908 ilk devrimimizdir. Cumhuriyetin bütün kadroları o güzel devrimin yetiştirdikleridir.

Yalnızca cumhuriyetimiz değil bizim aydınlanmamız da büyük ölçüde II. Meşrutiyetin getirisidir. Bilimi oradan öğrendik, akılcılığı öğretenler onlardır; insanımızı, insanlığımızı 1908’e borçluyuz.

“Selanik, devrimden sonra yeniden İttihat ve Terakki ismini kullanmaya başlayan cemiyeti bağrına bastı ve yüceltti. Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, herkes meşrutiyeti kutladı. Özellikle Yahudiler ve Dönmeler devrimi gönülden ve kitlesel olarak kutladılar. Selanik Olimpos Meydanı’nın adı Hürriyet Meydanı olarak değiştirildi. İstanbul halkı, tam olarak ne olduğunun farkında olmasa da, ‘hürriyet’ coşkusunu kısa bir süre içinde alabildiğince kutladı.”

Çok güzel. İstanbul’a Selanik üzerinden gelen bir rüzgâr olsa da ilk devrimimizin “enternasyonal” bir havası var. İttihat ve Terakki heyeti devrim günlerinde, 1890’lı yıllardaki olaylarda ölen Ermenilerin mezarlarını ziyaret ediyor mesela. Üç Horan kilisesinde ise özgürlük ve adalet uğruna ölen Müslümanların anısına bir ayin yapılıyor. Ayinden sonra Müslümanlar ve Ermeniler birlikte coşku içinde Taksim’e yürüyor. İmamlar, papazlar ve hahamlarla kol kola dolaşıyorlar. Makedonya dağlarındaki Rum, Bulgar ve Mekadon çetelerle, Doğu Anadolu’daki Ermeni çeteler kendilerini takiple görevli müfrezelerle öpüşerek “düze” iniyor. Çünkü devrim olmuş, hürriyet gelmiştir.

Alışkanlıklarımız, geleneklerimiz var; devrim yapınca barışıyoruz. Din, dil, ırk farkı ortadan kalkıyor çünkü. Bir de devrim yapıp barışınca mutlaka kol kola Taksim’e yürüyoruz. Gezi direnişinin Taksim’de başlaması ve Taksim’de bitmesi rastlantı sayamayız. Taksim’i yok etmeyi, olmazsa bir Bedevi mahallesi haline getirmeye çalışmaları bu tarihin tecrübesine uygundur. AKM’yi yıkacaklar, adı devrimi hatırlatmaktadır. Gezi’ye topçu kışlası yapacaklar, çünkü o kışlayı topa tutarak devrimi koruduk. Demek ki Taksim’i tutma ve Gezi’yi koruma görevimiz var.

***

İki şahane kitaptan aktardım. İlki “Türkiye’de Popülizm” adını taşıyor; Zafer Toprak hocamızındır. İkincisinin adı daha uzun: “Milliyetçilik ve Emperyalizm Yüzyılında Balkanlar ve Osmanlı Devleti”, Sacit Kutlu’nundur. İki hocamız bu çalışmalarıyla yepyeni bir 1908 devrimi ortaya çıkarmışlardır. Sacit Kutlu’nun bir de “Didar-ı Hürriyet”i var, artık bulunamıyor. 1908 devriminin fotoğraf sandığıdır. Bulunmalı ve okunmalıdır.

***

Selanik’in dışında pek çok “Hürriyet Meydanı”mız var. “Mecidiye”köy’deki Abide-i Hürriyet, eskiden 1 Mayıs meydanımızdı, artık meydan değildir. AKP üzerine “en büyük” adalet “sarayı”nı yaptı çünkü. İçinde adalet olmaması ise yapanın fıtratına uygundur. 1908’den öğrendik, saraylarda adalet bulamazsınız. Meydanın kıyısında “abide”miz var; adaletsiz sarayları yıkanları onurlandırmaktadır. İlk anayasamızın yapıcısı, meşrutiyetin fikir babası Mithat Paşa’nın başsız gövdesi orada. 31 Mart gerici kalkışmasını bastırırken can veren kahramanlarımız orada yatıyor. Korumaları ile birlikte yatan Mahmut Şevket Paşayı bir yana bırakıyorum, Hürriyet Kahramanı Resneli Niyazi ve Eyüp Sabri orada. Hülyalı Enver Paşa, Talat Bey, Komitacı Mithat Şükrü, silahşor Mülazım Atıf da orada, yan yana uzanıyor.

Fakat hürriyet meydanını yok edenler, abideyi de özelleştirdiler, halka kapattılar. Sözümüz var, abidemizi özgürleştireceğiz. Ülkemizin tarihi kimsenin özel mülkü, malı, dinlenme tesisi değildir.

***

Cumhuriyeti kuranlar,  1908’i yapanların yarım bıraktığı işi tamamladılar, bir halk, bir ulus yarattılar. Ve bir halk yaratmanın hala tek bir yolu var; cemaatleri dağıtacaksınız. Dini devletin ötesine, ibadethanesine göndereceksiniz. Bütün inançlara eşit mesafede duran bir kamu yaşamı oluşturacaksınız.

Üç devrim de bunu yaptı. Büyük Fransız devrimcileri kralın kafasını uçurdular ve kilisenin etkisini kırdılar. Dine göre düzenlenmiş takvimi kaldırıp attılar, yerine devrimi esas alan yeni bir takvim geliştirdiler. Devrim takvimidir; çiçek adları taşır ki çiçek gibidir. Ekim Devrimi de çarın kafasını uçurduktan sonra, kilisenin etkisini kırdı, takvimi değiştirdi ve dini kamu yaşamının dışına itti. Cumhuriyetimizin yaptığı budur. Hepsinin tek bir amacı var; özgür düşünceli yurttaşlar yaratmak, onların cemaatlerin tasallutundan kurtarmak.

Şimdi hemen her yerde ortaçağ artığı inançlar, fikirler yeniden diriltiliyor. Saray kaçkını zombiler dolaşıyor ortalıkta. İmamlar, papazlar, hahamlar dizleri üzerinden doğrulmuş yitirdikleri eski ayrıcalıklarını istiyor. Cemaatler bir ahtapot gibi her yanı sarmış, bir kısmı bebelere dadanmış, bir kısmı cumhuriyete tecavüze yeltenmekte. İddiaları o ki, özgür yurttaşlarımızı yeniden ümmete dönüştürecekler.

***

Abide-i Hürriyet’tir cumhuriyet, Gezi Parkı’dır, Taksim Meydanı’dır... Resneli Niyazi’dir, Eyüp Sabri’dir, Mustafa Kemal’dir… Nazım Hikmet’tir, Ali İsmail Korkmaz’dır, Berkin Elvan’dır… Robespierre’dir, Danton’dur, Lenin’dir, Stalin’dir. Bu tarihe değin ne varsa artık bizimdir.

Evet, sosyalizm cumhuriyete çok yakışacak. Hem yakışsa ne yakışmasa ne? Artık başka çaresi var mı?