Sandalye teorisi

Rıza Sarraf İran vatandaşıydı. Ücreti mukabili Türk vatandaşlığına alındı. Cebinde İran ve Makedonya pasaportları da taşıyordu o sırada. Söyleyenlerin yalancısıyız, ortağı Bebek Zencani ile birlikte Türkiye’de dağıttıkları rüşvetin 8,5 milyar doları bulduğu iddia ediliyor. İki kafadar para içinde yüzüyor, yüzdükçe etrafa saçıyorlardı. Düşünün, ABD’de tutuklandığında 103 bin Dolar nakit vardı üzerinde hazretin. Bir yıldır ABD’de tutuklu.

ABD’ye gitmeden önce Türkiye'de de bakan çocukları ile birlikte tutuklanmış, 72 gün cezaevinde yattıktan sonra salıverilmişti hatırlayacaksınız. Salındıktan sonra tutuklanmasında görev alan polisler, savcılar, yargıçlar uçtu gitti. O, hakkında açılan davalardan yağdan kıl çeker gibi sıyrılırken İran’da tutuklanan ortağı idam cezasına çarptırıldı. İran’dan uzakta böyle bir cennet varken hapse girmeyi göze alıp neden ansızın ABD’nin yolunu tuttuğunu kimse bilmiyor.

Gitti, arkasında ağır bir enkaz bıraktı. Hayır, kapattığı iddia edilen cari açıktan söz etmiyorum. Enkazın esası siyasidir. Sadece saate meraklı bir bakana verdiği rüşvet şöyle: 32 milyon Euro, 10 milyon Dolar ve 300 bin İsviçre Frank’ı, pahalı bir piyano, lüks saatler ve mücevherler. Bir başka bakana 5,8 milyon dolar, bir kamu bankası müdürüne 2,5 milyon Euro ve 1,4 milyon Dolar, düşük profilli bir başka bakana 500 bin dolar… Hepsini toplasan 8,5 milyar doların 10’da biri etmez. Yani rüşvetin aslan payının kime gittiği hala sır. Ama bu konuyla ilgili ülkede yürüyen tek bir dava yok.

Başkanlık sisteminden sonra ne iş yaptığı bilinmez, hükumetin bir bakanı geçen hafta çıktı dedi ki, “Rıza Sarraf davası hukuki nitelikten çok siyasidir. Bu dava Türkiye’yi Türk milletini köşeye sıkıştırma davasıdır.’’ Diyelim ki öyle, peki neden hukuki bir dava açıp soruşturmadınız işin aslını, faslını? Neden yakalanan rüşvet paralarını faiziyle birlikte rüşvet alana iade ettiniz? Neden araştırmıyorsunuz, Rıza ve Bebek adlı karanlık adamlar heybesinde bu kadar parayla ülkede ne yapmaya gelmişti diye.

İçinde Türk milleti var mı bilmem ama belli ki Rıza Sarraf olayı vesilesiyle ta ABD’de bir AKP mahkemesi kuruluyor. Üstelik Rıza kalktı sanık sandalyesinden. Geride bir kamu bankasının ikinci derece yöneticisi kaldı. Ortalıkta bir dava olabilmesi için Rıza’nın boşalttığı sandalyeye oturacak birilerinin bulunması şart. ABD’lilerin bulmak için çok uğraşacaklarını sanmıyorum. Konunun muhatabı olan herkes bizzat kucağında oturuyor zaten. Herhangi birini işaret etmeleri yeterli.

“Süpürmeyin, kullanın” diye yalvarmışlardı yıllar önce. Kullandılar süpürüyorlar. Sandalye devriliyor. Darılmaca yok…

***

Rus uçağını düşürdükten sonra göreve davet ettikleri NATO ile de aralarında derin bir kriz var son günlerde. Söylenenlere göre Mustafa Kemal ve Tayyip Erdoğan’ı düşman panosuna yerleştirip, hedef tahtası olarak kullanmaya kalktılar NATO karargâhında. Ara tara, sorumlusu olarak bula bula bir Macar bilgisayarcıyı buldular. O da Kürt asıllı başka bir bilgisayarcı tarafından kandırıldığını söyledi. Kandırılmak suçu suç olmaktan çıkarıyor malum. Kürt asıllı bilgisayarcı zaten kayıp, Macar asıllısı “kandırıldım” dedi kurtardı, işine devam ediyor. Yedi kandırılmışlar ülkesinde kime ne diyeceksin?

Aslında içeride atılan hamasi nutukların dışında bir kriz miriz de yok ortalıkta. İlk gün duyulan “Eyy NATO” narasının ardından on tane iman tazeleme, NATO’yu teskin etme, bağlılık bildirme beyanı verildi iktidar çevrelerince. Çünkü dayak yiyen neden dayak yediğini gayet iyi biliyor, dayak atan da. O fotoğraf bilgisayardan indirilse bile hala hedeftedirler. Sandalyeyi çekiyorlar altlarından. Duyduğunuz onun gürültüsüdür.

***

Ruslarla da böyle bir kriz vardı iki yıl önce. Çünkü ABD’ye ve NATO’ya güvenip Rus uçağına ateş açtılar durup dururken. Aynı güvenle çıkıp “emri ben verdim” falan dediler. Sonra dönüp arkalarına baktılar ABD ve NATO duruyor mu diye. Ne gezer. Öfkeli Rus ayısının karşısında öyle dımdızlak kalakaldılar.

Yara bere içinde Moskova’ya koştular sonra. Af dilediler, el etek öptüler. Uzun bir süre Suriye sınırına yakın uçak uçuramadılar o korkuyla.  O gün bugündür Rus ayısına şirinlikler yapıp duruyorlar.

Bölgesel bütün iddialarından vaz geçip anlaşmaya varmak için gittikleri Soçi’de de altlarından sandalyeyi çekip aldılar. O sandalye ile birlikte Avrasya düşü de paramparça oldu Soçi’de. Afrin mafrin derken Suriye operasyonunun enkazı kucaklarına bırakıldı öylece. Şam’da namaz kılmak ne kelime, külliye camisinde Suriye sınırında bir Kürdistan daha kurulmasın diye yatıp kalkıp dua ediyorlar şimdi.

Ama Ortadoğu yasasıdır, sandalyesi altından çekilene tanrısı da yardım etmez. Gelen haberlere göre, Soçi Zirvesi'nde, Beşar Esad yönetimine danışmadan Suriyeli Kürtlere saldırmama sözü verdi Erdoğan. Yani bir tek hedefleri kaldı Suriye sınırları dâhilinde. O da artık Esad’ın iznine bağlı. Sandalyeyi altlarından çekip Esad’ı oturttular çünkü.

***

Ama çok şükür ülkedeki bütün sandalyelerde onlar oturuyor hali hazırda. Bütün televizyon kanalları, bütün gazeteler onların. Meclis onlarda, yargı ağızlarının içine bakıyor. Geçen gün sorunu kökünden halledip Yüksek Seçim Kurulu’nu doğrudan AKP’ye bağladılar. Böylece seçim kazanmak için çabalamalarına bile gerek kalmadı. Devlet Bahçeli biat etti, Kemal Kılıçdaroğlu imam hatip savunusuyla meşgul. Şişirdikleri İYİ parti iyi hoş ama ayakları kokuyor fena halde. “Uzaktan baktım ay parçası, yanına vardım estağfurullah” diye bir deyimimiz var, sanki bu parti düşünülüp öyle söylenmiş.  

Fakat işte oturdukları sandalyeden düşüp duruyorlar bütün bu elverişli şartlara rağmen. “Van münit” vakasından “kaçak Ermenileri sınır dışı etme” iddiasına kadar yaşanan krizler de gösteriyor ki zaten tuhaf, oynak bir sandalyenin üzerinde oturuyorlardı. Yakın yandaş bir yazarın iddiasına göre bu olaylardan birinde veya her ikisinde Ahmet Davutoğlu perde gerisinde beklemekteydi. Sahneden inince Davutoğlu’na “Ben bir şey yaptım” dedi. Davutoğlu da “Bunu konuşmuştuk, inanmıyorum” diye yanıtladı.

Artık Ahmet Davutoğlu yok. Bülent Arınç, Abdullah Gül çekildi. Kadir Abi sizlere ömür, Melih Gökçek’i “fışkiyesini” koparıp çöpe attılar. Kim var? Boyu uzun bir basketbolcu, boyu kısa emekli bir güreşçi, tuhaf, gelgitli eski bir gazeteci, hırsı aklından büyük bir solcu eskisi… Rüzgâr da karşıdan esiyor artık. Yani sandalyenin devrilmesi kaçınılmaz.

Yıllar önce, her şeyin yeni başladığı zamandan bir CIA raporu hatırlıyorum. Şöyle diyordu: “Sık sık yanlış yapar. Sonra yanlış yaptığının farkına varır ve çok rahatsız olur. Rahatsız olduğu şeye itiraz edildiğinde yanlışta inat etmeye devam eder."

Bitti artık o lüks hayat. Sandalyeden her düştüğünde kendini tekzip eden laflar sarf etmesi kalkmasının imkânsız olduğu bir noktaya geldiğini fark etmiş olmasından.

***

Sandalyeyi ülkenin de altından çekiyorlar evet. Ama ülkelerin ve halkların kaderidir, herkes yaptığı yanlışların bedelini gün gelir öder. DYP’ye, ANAP’a, AKP’ye, düzen partilerine verilmiş oyların bedelidir bu.

Tek yolu var artık kurtuluşun. Sandalyeyi sahipleneceğiz, kimin oturup kimin kalkacağına biz karar vereceğiz. ABD’ye, NATO’ya bırakmayacağız, ülkeyi kurda kuşa yem etmeyeceğiz.

Ne Rıza Sarraf diye bir davamız var bizim, ne NATO’ya bağlılığımız. Ne AB’den inayet dilenir, ne ABD’ye yalvarırız. Öyleyse vur tekmeyi sandalyeye!