Pragmatik müstebit

İngiliz savaş kabinesi, 2 Kasım 1917’de Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour’un imzasıyla Yahudi kökenli Banker Lord Rothschild’e, Siyonist Federasyon’un dikkatine sunulması talebiyle bir mektup gönderdi. Majestelerinin hükümeti mektupta kudretli banker aracılığıyla Siyonistlere, “Filistin’de Yahudi milleti için bir vatan kurulmasına olumlu baktıklarını ve bu hedefin gerçekleşmesini kolaylaştırmak için gayret göstereceklerini” müjdeliyordu. Balfour Deklarasyonu olarak bilinen bu metin İsrail’in kuruluşu fermanıdır. O tarihten bu yana bütün Ortadoğu o deklarasyon çerçevesinde şekillenmektedir.

Mektubun yazıldığı tarihte Filistin topraklarında yaşayan yaklaşık 660 bin nüfusun 600 bini Müslüman - Hıristiyan Arap, 60 bini Yahudi’ydi. O 60 bin Yahudi’nin çok önemsiz bir kısmı Siyonist hareket nedeniyle Filistin’e göç edenlerden oluşuyordu.

O tarihten sonra İngiliz emperyalizminin ve Siyonizm’in gücünü arkasına almış üç-beş bin fanatik Yahudi bütün Filistin’i hallaç pamuğu gibi attı ve sonunda işgal edilmiş Filistin topraklarında İsrail Devletini kurmayı başardı. Yani Kudüs dâhil bütün Filistin toprakları 1917’den beri fiili, 1950’den beri resmi işgal altındadır. Elde kuşatma altındaki Gazze ve Kudüs’ün bir kısmı kalmıştır. O da dün itibariyle elden kayıp gitti.

Bakmayın gürültüsüne, İslamcının umurunda mı sanıyorsunuz? Daha düne kadar AKP iktidarı ile İsrail yöneticileri sarmaş dolaştı. Suudiler İsrail’in ebedi dostu, Mısırlılar da öyle. Siyasal İslamcılar Trump’ın manevrası nedeniyle Kudüs’ün dini anlamını keşfettiler zorunlu olarak. Kutsal şehirmiş, öyle diyorlar. Yürüyüp tepinecekler birkaç gün. Sonra unutacaklar. Oysa Filistin işgal edilmesi meselesi dini bir mesele değildir. Düpedüz emperyalist bir projedir. O proje çerçevesinde bir halkın esir edilmesi ve parça parça yok edilmesidir.

***

Buna kısaca pragmatizm diyoruz. Esası faydacılıktır ve hem emperyalizmin hem de onun icadı olan siyasal İslam’ın felsefesini işaret etmektedir. Filistin bu pragmatizm nedeniyle işgal altındadır ve Filistin’in işgali bu pragmatizm nedeniyle devam etmektedir. Kudüs İslamcının ve emperyalizmin elbirliğiyle düşürülmüştür.

Nedir esası? O, teorisiz pratiğin, yönü olmayan eylemin felsefesidir. Hangi araçlarla olursa olsun amaca ulaşma yöntemidir. Başarı her türlü eylemin biricik ölçüsüdür. Bu ölçü etkili olduğu sürece, yani kişiyi amacına götürdüğü sürece,  istenilen her şeyi kullanmak suç sayılamaz. Pragmatizmde önemli olan biricik soru şudur: Bu, benim işime yarıyor mu? Cevap “evet” ise, bu şey gerçek ve iyi, “hayır” ise, yanlış ve kötüdür. Harry. K. Wells’in “İşbitiricilik Felsefesi” adlı çalışmasından aktardım.

***

Şöyle bir şeyden söz ediyorum…

Temmuz 2016. Cumhurbaşkanı Erdoğan Lozan Barış Anlaşması’nın 93. yılı dolayısıyla bir açıklama yaptı. Şöyle dedi açıklamasında: “Bu anlaşma, yeni kurulan devletimizin tapusu niteliğindedir... Bu düşüncelerle, Lozan Barış Antlaşması'nın 93. yıldönümünde, Cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal başta olmak üzere, anlaşmanın mimarı olan tüm devlet adamlarımızı rahmetle anıyorum.”

Eylül 2016. Bir açıklama daha yaptı, "Bugüne kadar Lozan’ı bize zafer diye yutturmaya çalıştılar. Bunun neresi zafer?" dedi.

Temmuz 2017. Lozan Anlaşmasının imzalanmasının 94. Yıl dönümü. Mesaj şu şekildeydi: "Bugün, Cumhuriyetimizin kurucu belgesi olan Lozan Barış Antlaşması'nın imzalanmasının 94. yıldönümünü kutluyoruz. Aziz milletimizin her türlü yokluğa, yoksulluğa ve imkânsızlıklara rağmen yazdığı istiklal destanı, Lozan Antlaşması ile diplomasi ve uluslararası hukuk alanında tescil edilmiştir. Türk Milleti, Lozan Anlaşması ile bu topraklardaki bin yıllık varlığını hedef alan Sevr'i yırtıp atmış, bağımsızlığından asla taviz vermeyeceğini tüm dünyaya kabul ettirmiştir."

Birkaç gün önce Yunanistan’a gitti. Lozan anlaşmasının güncellenmesi gerektiğini söyledi, şöyle devam etti; "Lozan sadece Türkiye ile Yunanistan arasında anlaşma değildir. 11 ülkeyi kapsayan bir anlaşmadır. Lozan'da Japonya da var, İngiltere de var, Fransa da var. Lozan sadece Ege'yi mi kapsıyor? Ege'nin dışında Lozan'la ilgili hiçbir şey yok mu? Batı Trakya'daki azınlıkların hukuku yok mu? Şimdi buradaki azınlıkların hukukunu bu anlaşmayla nasıl teminat altına alacağız?"

***

Mayıs 2010. Abluka altındaki Gazze’ye insani yardım götürmek için yola çıkan iktidar yandaşı İHH’nın organize ettiği Mavi Marmara gemisi uluslararası sularda İsrail Ordusu tarafından basıldı. Baskında gemideki birçok kişi öldürüldü. Bu olay Oslo’daki “van münit” vakasının ardından İsrail-Türkiye ilişkilerini bitme noktasına getirmişti.

Temmuz 2014. Karşılıklı sert beyanlar, itiş kakışlar derken Mavi Marmara bir kahramanlık öyküsüne dönüştü. Erdoğan o tarihte başbakandı. Çıktı "Otorite bizdik ve Mavi Marmara'ya izni biz verdik" diyerek eylemi üstlendi.

Haziran 2016. AKP İsrail ile anlaşıp barıştı, can ciğer kuzu sarması oldu. O nedenle Mavi Marmara davası konusunda da geri adım atma emareleri belirdi. Eylemi organize eden İHH iktidarın yan çizeceğini hissetmiş ve iktidarı eleştirmeye başlamıştı. Erdoğan, o havada çıktı konuştu; "Türkiye’den böyle bir insani yardımı götürmek için günün başbakanına mı sordunuz?" dedi.

***

Kasım 2015. Durup dururken Suriye sınırında uçan Rus uçağını düşürdüler. Zamanın başbakanı çıktı “emri ben verdim” dedi, olayı övünerek anlattı. Bir ay sonra “haberimiz yoktu, kazara oldu”ya çevirdiler övünmeyi. İki ay sonra NATO’yu kendilerini korumak üzere göreve çağırdılar. Rus ambargosundan sonra ihale tetiği çeken pilota kaldı. Putin’e koşup af dilediler, yalvarıp yakardılar. Sonra cihatçı kiralık katiller sürüsü eliyle düzlemeye çalıştıkları Suriye üzerindeki bütün iddialarından vazgeçtiler.

***

Donald Trump’la ilişkileri daha bir renkli. Mecidiyeköy Meydanına dikili “Trump Tower” üzerinden anlatayım.

Nisan 2012. Trump’ın ortağı olduğu “Trumps Tower Mall” adlı AVM inşaatı tamamlandı. Açılışta Tayyip ve Emine Erdoğan çifti, Aydın Doğan ve kızları, Bakan Beşir Atalay ve şürekâsı toplaşıp kurdeleyi birlikte kesti.

Şubat 2013. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın “Trump Towers Mall”ın “tower” ve “mall”ından duyduğu rahatsızlığı dile getirdi, değişmesini istedi. Yerli ortakları emir telakki etti, Trump Towers'ın “mall”ını “tower”dan aşağı attı. Yerli ve milli “Trump Alışveriş Merkezi” öyle ortaya çıktı.

Aralık 2015. AKP’lilerin jestini dikkate almayan Trump, seçim çalışmaları sırasında Müslümanların ABD’ye alınmaması çağrısı yaptı.

Haziran 2016. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Trump'ın Müslümanlar aleyhine yaptığı konuşmalara işaret ederek İstanbul'daki "Trump Towers" ismini taşıyan gökdelenlere tepki gösterdi. Açılışını bizzat kendisi yaptığı binalar için, "Ben de bir yanlış yaptım, oranın açılışını yaptım" dedi.

Sonra umulmadık bir şey oldu. Trump seçildi. AKP’liler ve saray Trump’la görüşmek için taklalar atmaya başladı. Mayıs 2017’de görüştüler. Beyaz Saray'daki görüşme “girdisi, çıktısı” 20 dakika sürdü. Dediklerine göre bu 20 dakika AKP son yıllardaki en büyük başarılarından biriydi.

Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasından sonra Şişli-Mecidiyeköy metrosunda AVM’ye yönlendirmek için asılan “Trump” tabelalarını söktüler önceki gün. O sırada İsrail savaş uçakları abluka altındaki Gazze’yi bombalamaktaydı.

Faydası var, tekrar edeyim: Buna kısaca pragmatizm diyoruz. Esası faydacılıktır ve hem emperyalizmin hem de onun icadı olan siyasal İslam’ın felsefesine işaret etmektedir.

***

Sıkıldım ben bu acayip ve utanılası işleri takip etmekten. Sıkıntıyı atmanın en iyi yolu biraz sözlük karıştırmak. Konuyu dağıtalım, gelin birlikte karıştıralım.

TDK Sözlüğü “D” maddesinde “despot” sözcüğüne bakalım. Kulağa tanıdık gelen bir kelime bu. Kökeni Fransızca. İlk anlamı, “bir ülkeyi zora ve baskıya dayanarak yönetin kimse.” Arapçası “müstebit” ama kullanımdan düşmüş. O da “her istediğini ve dilediğini yaptırmak isteyen kimse” anlamına geliyor. Müstebidin eylemine “istibdat” diyoruz. Anlaşılacağı gibi müstebit, istibdat ile aynı kökten geliyor. II. Abdülhamit’ten biliyoruz, “hükmü altında bulunanlara söz hakkı ve davranış özgürlüğü tanımayan, zorba” demek. İkinci anlamı şaşırtıcı, Ortodoks Rumların din başkanlarına verilen ad. Metropolitliğe denk gelen yüksek bir dereceden söz ediyoruz.

Nereden bakarsanız bakın pek Ortaçağlı duran bir kelime bu despot. “Diktatör” gibi modern bir kelime değil mesela. Sanırım despotizmde motive edici tek bir saik var, o da iktidarı korumak. Bunun dışında söylenen bütün sözler boş, bütün eylemler anlamsız. Yani “müstebid”in sözünde anlam, eyleminde tutarlılık aramak boşuna çaba. Söylenecek tek söz, yapılacak tek iş var müstebit söz konusuysa…

Kahrolsun istibdat!