Kan kokusu

24 Nisan üzerinde nefes aldığımız topraklar için çok önemli bir tarih. Bu ülkenin kanlı karanlık tarihindeki en önemli kırılma anlarından biri. Yüzyıllık bir hesaplaşmanın bütün faturasını ülkenin etnik gruplarından birinin sırtına yükleme girişiminin ilk adımının atıldığı, ilk zulmünün, ilk işkencesinin yapıldığı, ilk cinayetinin işlendiği gün.

24 Nisan’da gazetecileri, sanatçıları, siyasetçileri, avukatları, doktorları, din adamlarını topladılar, Haydarpaşa’dan bir trenin vagonlarına doldurdular. Suçlarını bile söylemeye tenezzül etmeden, hepsini, bilmedikleri uzun bir yolculuğa çıkardılar. Aralarından bazıları hiç dönmedi. Dönenler götürüldükleri yerde insanlığının bir kısmını bırakıp döndü. Aralarında müzisyen Gomidas Vartabet de vardı. O dönmeyi başaranlar arasındaydı ama o gün kaybettiği müziğini bir daha hiç bulamadı. Sustu. Ölene kadar sustu…

Böyledir, zulüm ilk insanın içindeki müziği öldürür. Müzik öldü mü insanlık da yitip gider. Kine, öfkeye, nefrete bulanmış saf zulüm kalır geride. 24 Nisan işte o kinden, öfkeden, nefretten damıtılmış o saf zulümdür.

***

Trump da 24 Nisan’ın yıldönümünde “soykırım demedi”, iyi. Ne dedi peki? “Büyük felaket”! Kötü. Felaket dedin mi, sel gibi, deprem gibi bir şey anlaşılıyor zaten. Hâlbuki Gomidas’ın içindeki müziği susturan ne seldi, ne de deprem, ne fırtına, ne tsunami. O müziği susturan insanın insana duyduğu kindi, öfkeydi, nefretti. “Soykırım” demeyerek içimizi ferahlatan Trump’da bu insanlık meziyetlerinin hepsi ziyadesiyle var hâlbuki. Kuzey Kore’yi yeryüzünden silmeye hazırlanıyor bugünlerde. Temsil ettiği sistemin peydahlayıp Irak’ın Suriye’nin, Afganistan’ın üzerine gönderdiği cihatçı katiller insan boğazlamaya devam ediyor. Amerika’nın kucağına oturmuş, İslam için masum boğazlıyorlar. Irak’ta öldürdükleri 1 milyondan fazla insanın kanı kurumadı daha. Libya’da yedikleri haltın hesabını tutan bile yok. Büyük Ortadoğu Projesi diye çıktıkları yolda neredeyse harap etmedikleri bölge ülkesi yok. Ukrayna’da faşistlerle çıktıkları Rusya seferi her ne kadar Kırım önlerinde bir Rus tokadı ile yere serilse de yeni oyunlar hazırlıyorlar şimdi. Körfezdeki besleme Bedevilerin eline tutuşturdukları modern silahlarla Yemen’i düzlemeye çalışıyorlar. Ölenlerin hesabını tutan yok.

Ama işte Trump 24 Nisan’da soykırım demedi, iyi. Tekeller, eskiden yetiştirdikleri adamları oturturlardı Trump’ın işgal ettiği koltuğa. Şimdi adam bile aramıyorlar, doğrudan kendileri oturuyorlar. Trump, etiyle kemiğiyle somut tekelci kapitalizmdir. Onun dilinde soykırımın, trajedinin, felaketin, insanlığın, zulmün, adaletin bir karşılığı yoktur. Onun dili tek cümleden ibarettir; “çıkar”dır o tek kelime. O çıkarla elde edilecek “kâr”dır, o kârın oranıdır.

İşte böyle bir denklemde tartışıyoruz bu toprakların utancını. Onun için de bir türlü sıyrılıp çıkamıyoruz bu utancın içinden. Nasıl çıkabiliriz? Bu topraklarda hiçbir cinayet tek başına işlenmez. Bu topraklarda işkence hep bir ekip işidir. Bu topraklara akılsızlık geldi mi, toplanıp gelir. Bu topraklarda zulüm bir toplumsal manyaklık olarak boy gösterir. Bu topraklarda devlete kapılanan devlete kapılanmayana hep daha bir acımasız davranır. Bu topraklarda, emperyalizmin, kapitalizmin dahli olmadan siyasal bir suç işlemek mümkün değildir.

Ülkenin ahmak liboşları toplandılar. Suçu, biçare Anadolu halkının üzerine atıp kaçtılar. Hâlbuki o Anadolu halkı yüzyıllardır o suçları işleyen devletten, besleme katillerinden, zulmünden kaçar durur. Dağa, taşa yapar evini ki yolu hiç kesişmesin. Devlete işi düştü mü boynunu eğer, devlet istedi mi sorgusuz biat eder. Kime ne zulmü yapacak, kimi nerden alıp nereye götürecek?

Demedikleri şu; 'Bu topraklarda cinayet hep tarz-ı siyasettir'. İktidar işidir, muktedir eliyle işlenir…

***

Bitti mi peki? Hatırlayın, Anadolu’da yakın geçmişte de bir sürü açığa kavuşmamış cinayet işlendi. 5 Şubat 2006’da Trabzon’da Rahip Santoro 16 yaşındaki Oğuzhan Akdin tarafından öldürüldü. Akdin’in Alperen Ocaklarıyla organik bağı olduğu iddia edildi. 17 Mayıs 2006’da Ankara’daki Danıştay 2. Dairesi üyelerine gerçekleştirilen saldırıda, hâkim Mustafa Yücel Özbilgin öldürüldü. Saldırgan Alparslan Arslan’ın üniversite yıllarında BBP gençlik teşkilatları ve Alperen Ocağına bağlı olduğu ve kendisine “reis” denildiği dava sürecinde ortaya çıktı. 18 Nisan 2007’de Malatya’da Zirve Yayınevine yapılan saldırıda Alman Tilman Ekkehart Geske, Uğur Yüksel, Necati Aydın defalarca bıçaklanıp boğazları kesilerek öldürüldü. Cinayeti gerçekleştirenler arasında yer alan Emre Yıldırım’ın Alperen Ocaklarıyla ilişkisi de yine dava sürecinde ortaya çıktı. Hrant Dink’i öldüren Ogün Samast da Trabzon Alperen Ocaklarıyla ilişkiliydi. Cinayeti azmettirdiği söylenen Yasin Hayal BBP ve Alperen Ocaklarının etkili isimlerinden biriydi. Diğer sanık Erhan Tuncel BBP ile yakındı. Peki, bu kadar bağlantıya rağmen adı geçen partiye ve derneğe yönelik herhangi bir soruşturma yapıldı mı? Kurbanlar nerede, katiller nerede?

***

1820 ile 1920 arasında bu topraklardan milyonlarca insan yerini yurdunu bırakıp göçtü. Balkanlardan, Kafkaslardan milyonlarca insan yerini yurdunu bırakıp bu topraklara kaçtı. Milyonlarcası yollarda öldürüldü, hastalandı, telef oldu. Kimisi Ermeni’ydi, kimisi Rum’du, kimisi Müslüman’dı, kimisi Hristiyan’dı. Bu cinayetlerin çetelesini ayrı ayrı tutup ötekine kin biriktirenler var bu topraklarda evet. Ama ayrımsız hepsini sahiplenenler de var. Kine, öfkeye, nefrete bulanmış saf zulmün yanında olanlar da var ama o zulme karşı mücadele edenler de.

Trump ne dedi bilmem ama onun ve ağababalarının yol verdiği katillerin, işbirlikçilerin, yardakçılarının ne suçlar işlediklerinin çetelesi de bizde. Gün gelir çıkarır, hesaplaşırız.

***

24 Nisan’da nahak yere aldılar, bir vagona kilitleyip götürdüler pek çok suçsuz insanı. Gomidas da vardı aralarında, müziği sustu.

Böyledir, zulüm ilk insanın içindeki müziği öldürür. Müzik öldü mü insanlık da yitip gider. Kine, öfkeye, nefrete bulanmış saf zulüm kalır geride. 24 Nisan işte o kinden, o öfkeden, o nefretten damıtılmış o saf zulümdür.

Tek yolu vardır bu topraklarda o müziği yeniden yeşertmenin. İnsanın içindeki müziği öldüren bu zulmü, bu kini, bu öfkeyi yeneceğiz ve o şarkıları özgür bir ülkede hep birlikte söyleyeceğiz!