İslamcılar düşerken

Ne tuhaf; geçen yüzyılın başında Suriye’yi işgal etmiş olan Fransızlar ülkeyi elinde tutmanın yolunun onu beş bölgeye ayırmak olduğunu düşünüyordu. Halep ve Şam’da iki devletçik kurulacaktı. Yanı başlarında bir Alevi ve bir Dürzi devleti olacaktı. Lübnan ve İskenderun Sancağı bunları tamamlayacaktı. Sanki Fransızlar Suriye için minyatür bir Sevr planı oluşturmuştu. Fakat Suriye’de İttihat ve Terakki’nin eteklerinden gelen, 1908’in devrimci havasını solumuş tuhaf devrimciler vardı. Paris’te öğrendikleri Aydınlanmacı fikirlerinin izinden giderek Paris’te yapılmış o plana direndiler. 1940’lı yıllarda bağımsız Suriye’nin kurulmasına öncülük ettiler. Bölüneceği düşünülen Aleviler, Dürziler, Hıristiyanlar, Sünniler, Kürtler, Ermeniler tam tersini yapmış, ülkenin bağımsızlığı ve birliği için çarpışmıştı. Baas hareketi işte o mücadelenin getirisidir.

Baas'ı, farklı inançlardan gelen üç arkadaş kurdu. Nusayri Zeki Arsuzi 1908’de, Rum Ortodoks Mişel Eflak 1910’da, Sünni Salah Bitar 1912’de doğmuştu. Üçü de Paris'e, Sorbonne Üniversitesi'nde felsefe okumaya gitmişlerdi. Doğdukları topraklara dönüp birer devrimci oldular. Tarihleri kısa Ortadoğu tarihidir.

“Arap Dirilişi’’ hareketinin bir devamı olan Baas Partisi 1947'de kuruldu. Mişel Eflak ilk genel sekreteri seçildi. Amaçları ‘‘Arap dünyasını tek bir bağımsız devlet haline getirmek için mücadele’’ydi. Eflak, 1949'da Suriye Eğitim Bakanı oldu. Bitar partide çalışmayı tercih etti. 1952'deki darbeden sonra sürgüne çıktılar. Birkaç yıl sonra döndüler. Sosyalizmin yükseliş yıllarıydı. Baas da, o arada “Arap Sosyalist Baas Partisi” oldu.

Salah Bitar, aynı zamanda Dışişleri Bakanı olarak Suriye ile Mısır'ın ‘‘Birleşik Arap Cumhuriyeti’’ adı altında tek bir devlet haline gelmesinin mimarlarındandır. Ama bu rüya sadece iki sene sürdü. Sonra yine askeri darbeler, yeniden sürgünler, kovuşturmalar, davalar, kaçıp kovalamalar… Olağan şeylerdir bunlar. Baas, Arapların İttihat ve Terakkisidir. Mişel, Zeki ve Salah ise Enver, Talat ve Cemal’i.

Hayatları da benzer biçimde nihayete ermiştir zaten. Hataylı Zeki Arsusi, kısmen istikrarlı bir hayat yaşadı. 1968’de ölene kadar Suriye ordusuna Baas ideolojiyi aşılamakla uğraştı. Salah Bitar, 1980’de Paris'te uğradığı bir silahlı saldırıda öldü. Ortodoks Mişel Eflak, 1989'da Paris'te yaşamını yitirdi. Cenazesi Irak'a getirildi ve merasimle Bağdat'ta defnedildi. Mezarı artık bir türbedir.

Böyledir, devrimler her türlü dinin ve her türlü inancın üzerindedir…

***

İttihat ve Terakki de çok dinli ve kimlikli bir yapıydı. Türkü, Kürdü, Çerkezi, Arabı, Gürcüsü, Arnavutu omuz omuza verip kurmuştu örgütü. Nihayetinde onlar da siyasi ve fiziki hayatlarını eskiden imparatorluk toprağı olan pek çok ayrı parçada tamamladılar. Vurdular ve vuruldular. Osmanlıcılığı, İslamcılığı, Türkçülüğü ihtiyaç oldukça bir silah olarak kullandılar. Eylemlerini yönlendiren teorileri yoktu, tam tersine teorilerini eylemleri belirliyordu. İslamcılık, Türkçülük, hatta sosyalizm onların bu tuhaf siyasi duruşunun ürünleridir. Kemalizm onun paltosundan çıktı. Nasırizm, Baasçılık ve bir bakıma İhvan da öyle.

Çok hoş; Mısır’da Krallığı tasfiye edip iktidarı alan Cemal Abdülnasır’ın “Cemal”i İttihatçı Cemal Paşa’nın hatırasıydı. 1950’li yıllarda Müslüman Kardeşleri sindirdi, Krallığı devirdi ve iktidar oldu. Bir bakıma Mısır’ın Enver’iydi, bir bakıma Mustafa Kemal’i.

Konumu gereği zorunlu olarak Sovyetler Birliği ile yakınlaşmıştı. O sırada Türkiye’de Amerikancı Menderes iktidardaydı. Çevrede olup bitenlere göre o da kendince bir pozisyon belirliyordu. 1952’de ülkeyi NATO üyesi yapması, 1955’te Bağdat Paktı-CENTO içinde yer alması hep o kaygıylaydı. Suriye ve Mısır’ın Sovyetler Birliği’nin desteğini alarak birleşeceği anlaşılınca ABD’nin talimatıyla 900 kilometrelik Suriye sınırına 1 milyon mayın döşedi. 1957’de İsrail Başbakanı David Ben Gurion’la Ankara’da gizlice buluştu ve görüşmenin ardından Suriye sınırına asker yığmaya başladı. Bunlar Suriye-Mısır birleşmesine karşı ABD-DP tepkisiydi. Sonra beklenen oldu, Sovyetler Birliği ağırlığını koydu, Suriye ve Mısır birleşti. Bu kaybın şoku atlatılamadan 1958’de Irak’ta devrim oldu ve derme çatma Haşimi Hanedanı yıkıldı. Darbede hanedanın Suriye-Mısır birleşmesini engelleme çabalarının büyük etkisi vardı. Bu bölgedeki dengelerin altüst olması anlamına geliyordu. Sovyet etkisi yayılıyordu ve Türkiye’de 27 Mayıs darbesi adım adım yaklaşıyordu.

27 Mayıs darbesi ile Menderes rejimi alaşağı edildi. Ülke Nasır’ın yoluna girmişti. Fakat o sırada Suriye’de de darbe oldu. Darbeci subay Abdülkerim Nahlavi Suriye’nin Arap Birliğinden ayrıldığını açıkladı. İki yıl sonra, 1963’te aralarında Baasçı Salah Cedid’in olduğu bir gurup general darbe yaptı, ayrılıkçıları devirdi. Aynı yıl Türkiye’de Talat Aydemir’in giriştiği ikinci darbe girişimi ise başarısız oldu. Aydemir asıldı.

1970’de Suriye’de Baasçı Hafız Esad bir darbeyle yönetimi ele geçirdi. Türkiye’de 12 Mart Darbesi oldu. 12 Mart darbesi ile 9 Mart’ta yapılması planlanan “Baasçı” darbe tasfiye edilmişti.

Şöyle devam edelim; İran İslam Devrimi, Irak’ta Saddam’ın iktidarı alması, Sovyetler Birliği’nin Afganistan’a müdahalesi aynı yılda, 1979’da oldu. Bir yıl sonra Türkiye’de 12 Eylül darbesi gerçekleşti. Kısa bir süre sonra da Mısır’da Enver Sedat öldürüldü. Müthiş bir satranç müsabakasıdır.

***

Suriyeli üç devrimcinin hayatıyla Ortadoğu’ya bakıyoruz. Bu kuşağın aktörlerinin çoğu yurtdışında, Fransa’da eğitim görmüştür. İstisnasız hepsi Aydınlanmacıdır ve bu fikri ülkelerinde hayata geçirmek istemektedir. Hepsinin yolu başlangıçta olmasa bile sonuçta ordu ile kesişmiştir. Nasır biraz Enver’dir, Salah Bitar biraz Talat. Zeki Arsusi biraz Talat Aydemirdir, Mişel Eflak biraz İsmet İnönü...

At koşturup toz kaldırdıkları alanda bugün onların da içinde olduğu büyük bir hesaplaşma yaşanmaktadır. Mısır’da, Irak’ta, Suriye’de ve Türkiye’de yaşananlara bir de böyle bakılmalıdır. Kavga, Ortadoğu’daki Aydınlanmacı siyasi geleneğin tasfiyesi ve yerine ılımlı İslamcı, İhvancı bir yeni düzen kurma kavgasıdır.

***

Son perdeye yaklaşıyoruz. 20 Mart 2003’te Amerikan ve İngiliz işgal orduları Irak’a girdi. İşgal Irak’ta fakat savaş Ankara’da başlamıştı. Ankara’daki savaş 3 Kasım 2002’deki seçimle sonuçlanmıştır. AKP’nin iktidara getirilişidir. Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, 3 Kasım seçimlerinden 1 gün sonra ABD’ye uçtu. Hükümet 28 Kasım’da güvenoyu aldı. 3 Aralık’ta Wolfowitz ve Grossman hükümetin kapısındaydı, aceleleri vardı. İki ABD’li, Başbakan Gül, Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış ve Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’le görüştü. Görüşmeden sonra Dışişleri Bakanı Yakış, Irak’ın işgaline hazır olduklarını açıkladı. O kadar hazırlıksız o kadar aceleci bir açıklamaydı ki bu, birkaç saat sonra başında bulunduğu bakanlık tarafından tekzip edildi.

25 Şubat 2003'te TBMM'ye sunulan "Tezkere”nin reddedilmesi, Ankara’nın son direnişidir. Cevabı Süleymaniye’de verildi. 4 Temmuz 2003’te TSK’nın başına geçirilen çuvalla Ankara düştü. 27 Mart’ta, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hayri Kıvrıkoğlu, Suriye sınırında incelemelerde bulunuyordu. Irak’ın işgalinde direnen ordu, Suriye’ye müdahalede ikna olmuş vaziyettedir.

Süleymaniye’de kaybedilen o savaşın, son iki yüzyılda kazanılmış tek savaşın sonuçlarını bütünüyle ortadan kaldırmaya yönelmesi şaşırtıcı değildir. Kurtuluş Savaşı ile kazanılan kalelerden geriye kalanlar da 4 Temmuz’dan sonra bir bir düşmüştür, doğaldır.

Böyle bakabiliyorsak eğer, Mısır’da İhvan’ın iktidara gelişiyle Türkiye’de AKP’li yılların başlamasını birbiri ile ilişkilendirebiliriz. Irak’ta Saddam’ın, Libya’da Kaddafi’nin düşürülmesini de öyle. Son adım yine Suriye’de atılmış ve Hafız Esad geleneği silinip yerine Müslüman Kardeşler iktidarı kurulmak istenmiştir. Büyük Ortadoğu Projesinin alandaki “ılımlı İslam” uygulamasıdır bunlar. Irak’ta Saddam ile başladılar, Libya’da Kaddafi ile devam ettiler. Suriye’yi tıpkı Fransızların planladığı gibi küçük devletçiklere bölmeye çalıştılar. Mısır’da Mübarek’i indirdiler, Mursi’yi bindirdiler. Türkiye’de Ecevit’i düşürüp Erdoğan’ı çıkardılar. Büyük plana neredeyse yaklaşmıştılar.

Ama sonra tuhaf şeyler olmaya başladı. Esad’ın direnebileceği ortaya çıktı. Mursi büyük bir halk hareketinin ardından askeri darbeyle devrildi. İhvan’ın iktidar düşü paramparça olmuştu.

***

Gazeteler ABD Başkanı Donald Trump'ın ulusal güvenlik stratejisinin Türkiye için bir felakete dönüşebileceğini haber veriyordu önceki gün. ABD’liler “Türkiye’nin radikal İslamcı ideolojiyi desteklediği” kanısındaydı. “Müslüman Kardeşler’in bazı unsurları” hükümetlerin parçası haline gelmişti. Haliyle Türkiye onlar için İran’dan daha büyük tehlikeydi. Saklamıyorlar artık, açıkça AKP’nin adını veriyorlar. Rıza Sarraf davasını falan hesaba katmadık daha. Emperyalistler usulca çekiliyor eski sadık adamlarının arkasından.

Türkiye’den başka her yerde İhvan planı çöktü. Bu tarihten çıkarabildiğimiz, Türkiye’de de eninde sonunda çökeceğidir. Burada bir soru veya kuşku yok. Bir tek soru var: Son vuruşu emperyalistler mi yoksa halk mı yapacak?