İhlal edilmiş 'had'ler tarihi

“Had”din iki anlamı var. Birincisi sınır demek, ikincisi derece. Yetki anlamı da var. Demek ki “hadsiz”, sınırsız, ölçüsüz, yetkisini aşan anlamlarına geliyor. Bir siyasi tartışmada, eleştiride had’di belirleyen ne peki? Saygıyı veya saygısızlığı, ölçüyü veya ölçüsüzlüğü, sınırı, dereceyi kim nasıl belirleyecek? İktidarın, otoritenin, genel kabul görenin sınırları değil insanlığın sınırı. Bugün de böyle, dün de böyleydi. İktidara biat edenler, bir inanca dâhil olanlar, bir kuralı değişmez, kutsal sananlar her zaman olmuştur ama direnenler, dışında duranlar, kural tanımayanlar da öyle.

Çıkacaksın, gücün var diye hemen her gün hayali düşmanlarına haddini bildireceksin, tehditler savuracaksın. Sonra gelen ilk cevapta tabiri caizse “çamura yatacaksın.” Olabilir, yaparsın ama bir sonuç alamazsın.

Had, sınırı kabul edenler için geçerlidir. Aydının, şairin, sanatçının işi ise çizilmiş hadleri ihlal etmek, sınırı genişletmektir. Toplumlar hadsizlerinin yüzsuyu hürmetine ayakta kalır, iktidarın çizdiği haddi kabul edenler vesilesiyle değil.

***

Muş Sulh Ceza Mahkemesi, “Allah CC” isimli Twitter hesabı kullanıcısı Ertan P.’ye, “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama” suçundan 15 ay hapis cezası verdi. Ertan P.’nin yeniden suç işlemeyeceği konusunda olumlu kanaat oluşmadığı gerekçesiyle hükmü ertelemeyen hâkim ayrıca öğretmen olan Ertan P.’nin memuriyet hakkından da yoksun bırakılmasına karar verdi. Yargıtay’a giden dava dosyası onanırsa, Ertan P. hapse girecek. Dijital “Allah”a da böylece haddi bildirilmiş olacak!

Hadsizlik mi? İktidara kalırsa evet. Fakat hadsizlik diye bir suç yok ceza yasalarında. Hesap açık, bakarsanız hiçbir hakaretin olmadığını göreceksiniz. Birini aktarayım: İslamcı Yazar Esra Elönü’nün “Namaz kılmaya gidiyorum. Allah’tan bir şey isteyen var mı?” tivitini paylaşıp şu yorumu yapmış: “Diyecek bir şey bulamadık, dükkânı kapatıyoruz.” Esra Hanım’ın namaz kılarken iletişime geçip, genel istek ve dilekleri bildirebildiği tanrı olsa olsa bir Twitter kullanıcısı olabilir zaten. Başka türlüsünü düşünemeyiz; her türlü din bilgisine aykırıdır. Esra Hanım’a dava açıp haddini bildirmemişsen, kimseye bildiremezsin.

***

Yeni muktedirlerimiz had bildirmenin yanında Osmanlıya da bayılıyor malum. Ele geçirdikleri devlet televizyonunda kâh Abdülhamit’in sönüşü dönüyor, kâh Ertuğrul’un Diriliş’i. Gerçi biri kurmuş diğeri yıkmış ama ikisine de bayılıyor bizimkiler. Ertuğrul’un dini bilinmese de Hamit’inki oldukça belirgin, Panislamizm’e bile kalkışmışlığı var. Ümmet pek yüz vermemiş çağrılarına ama olsun, niyet etmesi yeterli. Şimdi de öyle değil mi? Panislamizm seferine çıkılmayan bir Allah’ın günü yok. Daha dün Menbic kapılarında kıvranmaya başlamadılar mı? Her seferden yüz geri edilmeye alışıklar, “Hamit’in izindeler” nihayetinde.

Ama onların sandıkları gibi Osmanlı padişahlardan ibaret değil. O düzende de asi şairler, söz dinlemez sanatçılar var. Hatta bir bakıma bugünkü muadillerinden daha sınır tanımaz, daha had bilmezler.

"Ey gönül elinde şarap kadehi var, bırak, tesbihe el sürme

Namaz kılanlara uyma, onlarla durma, oturma

Secdeye eğilerek özveri tacını başından düşürme

Abdest suyuyla esenlik uykusunu gözünden kaçırma

Ayakaltında kalırsın, sakın, hasır gibi camiye varma

Elinde olmadan gidersen de orada minber gibi çok durma

Müezzini dinleme, içine bulanıklık-karışıklık düşürme.

Vaizden bilgi isteyerek cehennem kapısını açtırma…”

Kim diyor bunları? 16. yüzyıl şairi Fuzuli. Bayezid’in, Yavuz Selim’in, Kanuni Süleyman’ın, II. Selim’in, III. Murat’ın çağının şairidir. Hiçbiri Fuzuli’ye fuzuli çıkışlarda bulunmamış, haddini bildirmeye kalkışmamıştır. Tam tersine II. Bayezit “Adlî”, Yavuz Selim “Selimî”, Kanuni Süleyman “Muhibbî”, II. Selim “Selimî”, III. Murat “Muradî” mahlasıyla şiirler yazmış, Fuzuli’nin izinden yürümeye çalışmışlardır.

“Bezm-i safa vü reşh-i cam bu zemzem olmuş ol makam

Meyhaneler Beytü'l-harâm, pîr-i muğan Şeyhü'l-harâm.”

"Esenlik veren bir toplantı, kadeh teri, zemzem olmuş. Meyhaneler Ka'be, meyhanecibaşı da Ka'be yöneticisidir." Kanuni döneminin ünlü ozanı Baki’nin bu satırlar. Yalnız da değil bunu söylerken;

“Mescidde riyâ-pîşeler etsin ko riyayı

Meyhaneye gel kim ne riya var ne mürâyî.”

Meali şöyle: "Camide ikiyüzlüleri bırak, ikiyüzlülük etsinler. Meyhaneye gel ne ikiyüzlülük var ne de ikiyüzlü." Kim diyor? 17. yüzyıl şairi Şeyhülislam Yahya Efendi.

19. yüzyıl şairi Edib Harabi doğrudan muhatabına seslenmeyi tercih etmiş;

“Ya Rab senin mekânın yok

Yatağın yok yorganın yok

Hem dinin hem imanın yok

Her bir şeyden münezzehsin.”

Aramış, bulamamış, kendi üslubunca “yoksun” diyor şair muhatabına.

Harabi sadece şair değil, o günün koşullarında tanrıtanımaz bir filozof bile sayılabilir. “Daha Allah ile cihan yok iken, biz ani var edip ilan eyledik, Hakk’a hiçbir layık mekân yok iken, hanemize aldık mihman eyledik” diyor Vahdetname’sinde. Bu yüzden “sofu” Abdülhamit’ten pek hazzetmezdi, 1918’de inançlı İttihatçı olarak öldü. “Sevaba girmek çün içeriz şarap. İçmezsek oluruz duçar-i azap. Senin aklin ermez bu başka hesap. Meyhanede bulduk biz bu kemali” deyişinden bileceksiniz, hala günceldir.

"Müslüman tökezledi, Hristiyan mutsuz, Yahudi şaşakalmış, Mecûsî sapkın. İki tür insan kalmış demek ki bu dünyada, biri akıllı dinsiz, öteki dinli çılgın" diyor 11. yüzyıl Arap şairi Maarri. Akılsızlıktan, gericiliğe yol açmaktan, baş aşağı yuvarlana yuvarlana 11. yüzyılın eşiğine geldik dayandık. Öyle bir sıkışma ki ne Ertuğrul diriltebilir çöken düzeni, ne Abdülhamit yıkımı durdurabilir. Gerisi aptal avunmasıdır.

***

Sadece Osmanlı değil, bütün köhne monarşiler böyledir; Sarayda süren hayatın sokaktaki ile hiçbir ilişkisi yoktur. O yüzden gerçekte ne olup bittiğini anlamak için sanatçılara, şairlere kulak vermek gerekir. Hamit yüksek duvarlı sarayının loş odalarından birinde uçan seccadesiyle hayali İslam Birliği seferlerine çıkarken, büyük şairimiz Tevfik Fikret, “Beşerin böyle dalaletleri var, putunu kendi yapar kendi tapar” diye not düşmüştür şiir defterine. Dizelerin, deyişlerin kaynağı İsmet Zeki Eyüboğlu’nun “Türk Şiirinde Tanrıya Kafa Tutanlar” adlı kitabıdır. Haddini bilmek istemeyenlere şiddetle öneririm.

Hiçbir padişah çıkıp “haddini bil” dememiş bu arkadaşlara. Evine kolluk göndermemiş, işsiz, aşsız bırakmamış. Osmanlı bile şaire, şiire ihtiyaç duymuş, korumuş kollamış özetle. Ona özenen sen, derme çatma bir düzen kurup şairsiz, şiirsiz, sanatçısız yaşatacaksın öyle mi?

Aydının, şairin, sanatçının işi had’di aşmaktır. Sınır yoktur sanatçı için, sınır kendisidir. O yüzden onlara had bildirmeye kalkan bütün muktedirler eninde sonunda yenilmişlerdir.

Madem şiirle başladık, şiirle bitirelim. Divan şairi Sabit şöyle sesleniyor muhatabına:

“Sana her meclisinde söyler isem mülzem olmazsın

Değil kürsiye vaiz, arşa çıksan âdem olmazsın…”