Hassasiyetlere saygısız yazı

Otosansür, açık bir baskı olmadan, başkalarının hassasiyetlerini saygı göstererek, herhangi bir makamın ve yetkili kurumun engellemesi olmadığı halde, kişinin kendi çalışmalarını sansürleme veya sınıflandırması eylemi.

Tarif böyle. Tarifin arkasındaki mana ise tarifin masumiyetinin tam tersine; İnsanın gönüllü sansürcü olması anlamına geliyor. Gönüllü sansür sansürün en ürkütücü hali. Çünkü burada sansürü sağlayan zor, sansürü yapan tarafından içselleştirilmiş durumda. Zorba, burada gizli özneye dönüşmüş yani. Haliyle otosansürde sansürü açığa çıkarmak bir dizi karmaşık teorik işlemi gerektiriyor.

Görünüşte otosansürü yapan kişi eylemi gönüllü, kendi kendine yapıyor. Yani ortalıkta bir hükumet baskısı, kolluk şiddeti, yargı sıkıştırması yok. Sadece bir takım hassasiyetleri dikkate alıp, aslında yapması gereken bir eylemi, söylemesi gereken bir sözü söylemeyen bir özne var. Başkalarının hassasiyetlerinin gerçeği gölgelemeye başladığı noktadır bu.

***

Kutsallara karşı gösterilen hassasiyetin düşünmeyi engellediği yerdeyiz yani. Sırf bir iki hadisi referans gösterdi diye sapık pedofil bir ilahiyatçıyı hoş görmek, dindar olduğunu söyledi diye tecavüze yol veren bir vakfı masum kabul etmek, dini duygulara hitap ediyor diye uydurulmuş “kutlu doğum” masalını tabu kabul etmek işte böyle bir sürecin getirisi. Bir kutsallığı yok hâlbuki bütün bunların. Sapıkça, alçakça, ahmakça şeylerden söz ediyoruz. Ama bunlardan söz etmek yine de birilerinin hassasiyeti. Hassas bir toplumuz biz, sınır yok hassasiyette. O halde!

Bu bir yandan sonsuz bir özgürlüğü ortaya çıkarıyor: Hassasiyetlere dokunmadığınız sürece her türlü sapkınlığı yapabilme imkânı. Örneği çok. “Allah’ın bütün vasıflarını üzerinde toplamış lider…” AKP Düzce Milletvekili Fedai Aslan Tayyip Erdoğan’ı böyle övmüştü vakti zamanında. Olur olmaz her şeyde “dini değerlere hakaret” bulan “iyi saatlerde olsunlar” çıt çıkarmadı bu söze. AKP Aydın il başkanı İ. Hakkı Eser de ilave yapıp aynı kişiyi “ikinci peygamber” ilan etti. (Bu ikincisi Allah ilan eden birinciye göre daha düşük profilli. Geleceğin başbakanı olabilir, dikkat edin!) E haliyle Ahmet indirilip Binali’nin bindirildiği son AKP kongresinde Tayyip Erdoğan’ın yazılı mesajı okunurken salonda bulunanlar ayağa kalktı. Ayağa kalkmak ne kelime, amuda kalksalar yeridir.

***

Hayır, bu yerindelik saptaması sadece âdemin Allah’a ve peygambere benzetilmesi nedeniyle değil. Devletin bütün organlarını kendi organına dönüştüren bir siyasi şahsiyet sözünü ettiğimiz. Önce partisi tek kişinin organına dönüştü, sonra devletin organları... Artık, ne bir siyasi parti var ortalıkta, ne yasama, ne yürütme, ne yargı. Sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir organ şeklinde koca memleket. 

Normal aslında, Modern kapitalizmin insanlığa sunacağı demokrasi bu. Ya yıkacaksınız ya zevkini çıkaracaksınız!

***

Demek ki din mevzusuna girerken önce bir otosansür yoklaması yapacaksınız kendinize. “Hassasiyetlere saygı”yı kapı dışında bırakacaksınız ki, gerçeğin salonuna özgürce girebilesiniz.

"Hoparlörleri yüz on desibel şiddetinde açtıkları için o camiye gitmiyorum. Ezandan değil, hoparlörden tedirginim." Dinci Mehmet Şevki Eygi'nin sözü bu. Aslında bütün ülke 110 desibel gücünde, ölçüsüz, kifayetsiz, terbiyesiz hoparlör sesinin mağduru ama “hassasiyetlere saygı” yüzünden ses çıkaramıyor. Siyah Mercedesli, sınırsız ödenekli “din-ayet” başkanı da hassasiyetlere saygı yüzünden bu çirkinliğe ses çıkaramıyor haliyle.

Evimin yakınındaki camide beş vakit tekrarlanan bir ritüel bu. Hoparlör yırtılıyor sanki, camlar titriyor, minareler gidip geliyor... Tarifsiz ve sürekli bir tecavüzden söz ediyoruz; Böyle çirkin, böyle terbiyesiz, böyle tecavüzkâr bir sesi arasanız bulamazsınız. Öyle bir ucube ki, sağmal inek olsanız sütten kesilirsiniz. Sonra saygı istiyorlar inanca...

Peki, neden bu çirkinlik karşısında Mehmet Şevki Eygi kadar özgür hissetmiyoruz? “Birader yaptığınız yanlış, çirkin” demek için ne gerekiyor bize?

Kapısından her geçişimde irkiliyorum, çünkü tescilli bir hırsızın adını taşıyor cami. Mesele cami değil; meyhaneye gittiğim yol üzerindeki okullarda da bir namlı uyuşturucu kaçakçısının adı yazılı. Şaibeli iş adamının adına cami, uyuşturucu kaçakçısı adına okul... Bir ülkenin ağır bir çürümüşlük içinde olduğunu bundan iyi ne anlatabilir?

Soru şu; kutsal mı ilan edeceğiz bu kabalığı, bu cehaleti, bu çirkinliği. Diyelim ki kutsal, bunun kime ne yararı var? 

***

Hassasiyetlere saygı gericiliktir. Devletin bütün organlarını yıkıp kendi organına dönüştüren zavallıyı tanrı ilan etmiş üçkâğıtçı. Oldukça hassas da üstelik, saygı istiyor inancına. Ne saygısı?

Zaten tanrı üçkâğıtçının gösterdiği âdeme benziyorsa niye ciddiye alalım? Nerden baksan bildiğin kasaba tüccarı! 

Ey nev-zuhur müminler, hırsızlık yaparken yakalandı tanrı, peygamber ilan ettikleriniz. O yüzden hassasiyet kalmadı bizde… Dağılın!