Gölgesiz kitapların izinde

“Bir yerde herhangi bir kitaba Kur’an-ı Kerim’den daha çok ilgi gösteriliyorsa orada hakikat adına ciddi bir sorun vardır.” Sözün sahibi, Diyanet İşleri Başkanı. Malumunuz, olaylara bakışı soy ismiyle müsemma. Üstüne bir de AKP rejiminden aldığı güçle yaşadığı özgüven patlaması geldi. Sonuç işte bu.

İmama uymuyoruz, bütün kitaplara ilgi gösteriyoruz. Elbette bazılarına daha az, bazılarına daha çok. Alıp okşayacak halimiz yok, okuyup öğrenmeye çalışıyoruz şunun şurasında. Fakat farkındayız, görmezin göze de bilgiye de ihtiyacı olmaz. Sadece tek kitabı var elinde, hepimize doğru sallayıp duruyor. Cevap zorunluluğu doğuyor haliyle.

Düzelterek başlayalım; sadece bir kitaba ilgi gösteriyorsanız gerçeklikten bütünüyle kopmuşsunuz demektir…

Özgüven patlaması yaşarken bilgi ve kütüphane bu kadar dar olunca sıkıntılar doğması da kaçınılmaz. Birincisi şu: Bütün öteki kitapların önüne koyduğu kitap, bildiğimiz haline taşıyıcılığını yaptığı inancın doğuşundan 200-300 yıl sonra getirilmiş. Ondan önce ortalıkta “yazılı” bir kitap yok. Ne var? “Tanıkların” hatıraları. O tanıkların büyük çoğunluğunun yaşları ve yaşadıkları dönem itibariyle “tanık” olmaları, tanık sayılmaları mümkün değil. Elde kalan söylencelerden ibaret bir yığındır.

Ayrıca bu tanıkların anlattıkları dışında ne kitapla, ne kitabı oluşturan vahiyleri aktaranla ilgili herhangi bir kayıt var elimizde. 750 yılına kadar Bizans, Acem ve Süryani kayıtları sessizdir. Hayatı ve sözleri bu tarihte kayda geçirilmeye başlanmış. Bu kayıtların atıf yaptığı kaynaklar da ortalıkta yok üstelik. Oysa kitap, kendisinden “kitap” olarak söz ediyor. Kitabı ortalıkta olmayan bir kitapla karşı karşıyayız demek.

İnancın ortaya çıktığı coğrafyaya komşu ülkelerde ciddiye alıp kayda geçiren olmamış, böyle bir oluşumdan rahatsızlık duyması gereken devletler yazışmamış. Ancak Emevi-Abbasi devletleri ile birlikte yeni inanç görünür hale gelmiş. Esasında elimizdeki Emevi-Abbasi inancıdır. Milattan Sonra 8. yüzyılda kayda geçirilmiştir; ortayı çıkışı ile kuruluşu arasında iki yüzyıl fark vardır.

Haliyle bugün ortalıkta dolaşan kutsal hırkaların ve sakalların da kaynağı belirsizdir. Hıristiyanlar da İsa’dan emanetler saklıyor kiliselerinde. Fıtratındandır. İnandıktan sonra her şey mümkündür.

Peki, kim veriyor bu bilgileri bize? Diyanet Başkanının aşağıladığı diğer kitaplar. Buna bilim diyoruz, kitaplarla ilişkisi dininkinden başkadır.

***

Başka bir kitaba, Hıristiyanlığa geçelim. Bizans İmparatoru I. Konstantinos’un bir imparatorluk dinine ihtiyacı vardı. Piskoposları İznik’te topladı, imparatorluk topraklarında dal budak salmış onlarca tuhaf inancın ortasında en tuhaf görünen inanca bir çeki düzen vermelerini emretti. Hıristiyanlık Milattan Sonra 325 yılında İznik’te din oldu. Yani gerçek peygamberi İsa değil Konstantin’dir. Kurucu peygamberi hayata bir pagan olarak göz yummuştur.

Haliyle İsa gerçekte yaşadığı iddia edilen tarihten 300 yıl sonra üretilmiş bir söylencenin kaynağı belirsiz kahramanıdır. Ondan önce Eski Mısır’da “Baba, Oğul, Kutsal Ruh”a benzer pek çok inanış vardı. “İsis-Osiris-Horus” böyle bir söylencedir mesela. İsis Meryem’e, Horus (Christ-Hıris) İsa’ya benzemektedir. Kaldı ki pek çok tarihi kilise pagan mabetlerinin temelleri üzerinde yükselmiştir. Ayasofya bir pagan mabedinin uzantısıdır. Altında ışığı sönmüş Güneş tapınağı saklıdır. Dinler tarihi “tanrı-insan” figürleriyle doludur. Mısır’da Osiris, Yunanistan’da Dionysos, Anadolu’da Attis, Suriye’de Adonis, İtalya’da Baküs, İran’da Mitras böyledir. Aynı figürün başka dillere, kültürlere uyarlanmış versiyonlarıdır. Mesela Dionysos’un babası tanrı, annesi ölümlü bir bakiredir. Suyu şaraba dönüştürür, Dünyada işlenen günahları üstlendiği için öldürülür. O da tıpkı İsa gibi fiziksel bir beden içine hapsedilmiş ölümsüz bir ruhtur.

Son çalışmalarda İsa’nın hayat hikâyesinin bildiğimiz halinin Anadolulu Apollonius’tan intihal olduğu iddia ediliyor. Bize daha yakın bir söyleyişle “Balyanus” hastalara şifa veren, geleceği önceden gören, ölüleri dirilten bir gezgin tanrı-insandı. İsa gibi o da kötü ruhları duaları ile uzaklaştırabiliyor, parmaklarını şaklatarak ortaya çıkardığı sofrada açları doyurabiliyordu. O da İsa gibi çeşitli eziyetlerle öldürülmüştü.

Uzatmayalım, 325’te ortalıkta birbirinden farklı bir sürü “İncil” dolaşıyordu. Toplanıp elden geçirdiler, bazı versiyonlarını “kitaba” almaya karar verdiler, bazılarını kitabın dışında bıraktılar. Böylece “kutsal kitap” oluştu.

İncil (euaggelion) kelimesini, Yeni Ahit’te kullanan kişi havari Pavlus’tu. Pavlus, öğretiyi kendi anladığı şekilde yaymış ve bu yorumu “benim İncilim” diye adlandırmıştı. Haliyle başkalarının İncilleri de vardı. Hıristiyan inancına göre İsa İncil’i yazmamış, sadece tebliğ etmiş ve havarilerden onu tebliğ etmelerini istemişti. Nitekim İncil de yazıya geçirilmeden önce şifahen nakledilmişti.

Ortada pek çok “kitap” vardı. Eleme yaptılar. Sadece dördünü geçerli kabul ederek “ilham edilmiş kitaplar” listesi (canon) yaptılar. Diğerlerini “apokrif” sayarak reddettiler. Kilise “ilham edilmiş” dört “kitap”ın Matta, Markos, Luka ve Yuhanna tarafından yazıldığını kabul ediyor. Fakat bilime göre, adı geçen bu şahsiyetlerin adı geçen kitapları yazdığı kuşkulu. Uzun bir dönemde farklı yazarların konuya el attığı, metin çözümlemeleri (Hermeneutik) ile ispatlıdır. “İncil”in yazarı anonimdir. Varsa tarihsel açıdan önemi bu anonim emekten kaynaklanmaktadır. O da her tarihi belge gibi dönemini anlamaya yardımcı olan tarihi bir belgedir…

***

Musa’ya gelince, onunla ilgili işaretlerimiz daha az. Zaten tarihsel bir insanın değil bir efsane figürünün adı olduğunda uzlaşma var. Bildiğimiz tek şey İsrailoğullarının Firavunun zulmünden kurtulmasına öncülük ettiği. Milattan önce 13. yüzyılda yaşadığı iddia ediliyor. Kitabı, “Eski Ahit” yaşadığı iddia edilen dönemden 7 yüzyıl sonra yazılmış. Birbiriyle ilişkisiz pek çok hikâyenin bir araya getirilmesinden ibaret. Eldeki kitabın ilk beş bölümünün tanrı tarafından Musa’ya vahyedilenlerden oluştuğuna inanılıyor. Bu beş “kitaba” “Tevrat” veya “Tora” diyoruz. Bunlar, “Yaratılış”, “Çıkış”, “Levililer”, “Çölde Sayım” ve “Yasa'nın Tekrarı”dır. Geriye kalanlar “tarihsel kitaplar” ve Eyüp-Zebur gibi özdeyiş ve şiir kitaplarından ibaret. Demek ki “Tevrat” da insan eliyle yazılmış, bir araya getirilmiştir.

Mısır asıllı İngiliz yazar Ahmed Osman bir dizi çalışmasını kaleme alana kadar bütün bu hikâyeleri ve “kitapları” tarihsel bir bağlama yerleştiremiyorduk. Ahmed Osman’ın sınırsız merakı ve cüreti sayesinde artık “büyük resme” yakınız. Şöyle özetleyeyim: Musa gerçekte ilk tek tanrıcı dinin kurucusu “Kâfir Firavun” Akhenaton’un ta kendisidir. Ancak pagan rahipler devriminden sonra toplanıp Akhenaton’un tanrısı Aton’u alaşağı etmiş, yerine eski tanrı “Amon”u oturtmuştur. Bu karşı devrimin kahramanı “oğul” Tutankamon ise sonradan İsa figürüne dönüşecektir. Baba’ya (Akhenaton), Oğul’a (Tutankamon) ve Kutsal Ruha (Aton-Adonay) böylece “tarihsel olarak” ulaşmış oluyoruz.

Bunu bize “kutsal kitaplar” değil görmezlerin görmezden geldiği “diğer kitaplar” söylüyor. Demek ki “hakikat arıyorsanız, kutsal kitaplardan başka kitaplar da okumalısınız. Hatta amaç hakikatse diğerlerini daha çok okumalısınız. Tekrar edelim: Sadece bir kitaba ilgi gösteriyorsanız gerçeklikten bütünüyle kopmuşsunuz demektir.

***

İnanç meselesine gelince… Diyor ki filozof Bertrand Russell, “Bütün dinin kökü korkudur-bilinmeyenin, yenilmenin ve ölümün saldığı korku. Zalimliği doğuran da korkudur, bu bakımdan zalimlikle dinin baş başa gitmesinde şaşılacak bir şey yok. Çünkü bu iki şeyin temelini korku teşkil etmektedir.” Bu meseleyi tartıştığı kitabı “Neden Hıristiyan Değilim?” adını taşıyor. Bilim ve felsefe, korkusunu yenmesine neden olmuştur, haliyle Hıristiyan değildir, özetlemiş oluyorum. “Bizde henüz “Neden Müslüman Değilim?” versiyonu yok ama yaklaşıyoruz. Din ve zulüm baş başa ilerliyor çünkü bir aydınlık manifesto için ortamı hazırlıyor.

Madem insanlık tarihini tek kitaba indirgemek istiyorlar, biz de tartışıyoruz. Tartıştığımız din değil yalnız, temelinde yatan bu kışkırtılmış, tahkim edilmiş korku. Bu korkuyu yeneceğiz, haliyle kitaplarımızı çoğaltacağız, dediğimiz bu.

Yazının son sözü de var tabii. Bizim “büyük kitabımız” der ki, “din dünyası gerçek dünyanın yansımasından başka bir şey değildir.” Bu dünyada korkular içinde yaşayanların öte dünyadan korkması doğaldır. Öte dünya mistiktir, çünkü maddi üretim sürecine dayanan toplumun yaşam süreci de bir o kadar mistiktir. Bu tepetaklak âlemde Diyanet İşleri Başkanı ile Merkez Bankası Başkanı aynı mistik dünyadan seslenirler.

Ağır, eziyetli, karanlık bir dönemin sonuna yaklaşıyoruz. “Eşitsizlikte özgürlük mümkün” söylencesi gerçeğin duvarına çarpıp parçalanıyor. İnanç özgürlüğü mülkiyet edinme özgürlüğüne, mülkiyet edinme özgürlüğü çalışma özgürlüğüne dayanıyor, görüyoruz. Kitaplarımız diyor ki, bunlardan birini kaldırırsan hepsini kaldırırsın. Kaldırırız, kaldıracağız.

Sadece bir kitaba ilgi gösteriyorsanız gerçeklikten bütünüyle kopmuşsunuz demektir. Okuyacak, yazacak kitaplarımız var daha. Çünkü gerçek bir kitap kadar yakın!