Da Vinci’nin poposu

“Tüm aile için güvenli, uygun eğlenme”… Mottoları bu. “Learning” var adlarının devamında, eğitici bir kanal yani. İzleyici kitlesi çocuklar. Şöyle diyorlar kendilerini tarif ederken: “En küçük dâhimizden, dâhimizin büyükanne ve büyükbabasına kadar her yaştan izleyicinin ilgisini çekecek programlar sunmaya kendimizi adadığımızdan, televizyonunuzu açtığınızda, Da Vinci Learning'de kuralsız şiddet görmeyeceğinizden ya da insanı huzursuz eden bir dil duymayacağınızdan emin olabilirsiniz.” “Genel izleyici standardındayız” diyor yani. Kanal sadece bizde değil 100 ülkede yayında.

Gece yarısı sanatın serüvenin anlatan bir programa rastladım kanalda. Haliyle yayının görsellerini resim sanatından örnekler oluşturuyor. İlginç, akıcı bir program. 17. yüzyıldan bir tablo geliyor ekrana. Belli ki çıplak figürler var tabloda ama göremiyoruz. Çünkü yayında o sahne sansürlü. Sonra bir tablo daha, yine sansürlü. Picasso’nun kadınlarına geliyor sıra, sansürlü. Almanya’da faşizm döneminde şehrin meydanına dikilen heybetli bir heykel geliyor ekrana. Kamera heykelin tenasül organına yönelince o bölge buzlanıyor.

Yani sanat tarihi üzerine bir belgesel izliyoruz ama o tarihin ana unsurları olan sanat eserlerini, tabloları, heykelleri göremiyoruz. Neden? Çünkü çoğunluğunu AKP’lilerin oluşturduğu RTÜK adında bir sansür kurulu var ülkede. Tenasül organı, meme, popo görmemizin sakıncalı veya günah olduğunu düşünüyor. Yayınlayan kanallara kızıyor, para cezası veriyor. Olmadı kapatıyor. Hoş Da Vinci’nin bu arkadaşları da yasalarını da takacak hali yok ama kanalı bize ulaştıran platform Turkcell TV. Yani AKP’li bakanların kontrolündeki telefon şirketi. Hani şu çocuk tacizleri meşhur iktidar yanlısı dinci vakfa sponsor olan şirket. Çocuk tacizinde, tecavüzünde sorun yok ama gece yarısı benim bir tabloda popo, meme, tenasül organı görmemde sakınca var. Sanırsın onlardan bizde yok!

***

Gece yarısı Da Vinci’deki sansürün bir görüntüsünü paylaştım sosyal medyada. Takipçilerimden biri “hala Turkcell kullanmaya utanmıyor musun” dedi. Utanıyorum. Zaten telefonumu da taşıdım. (Yeni şirket eskisinden yamyam çıktı bu arada. Nihayetinde kapitalizm işte.) Binada adı geçen şirketin internet hattı var, aldık mecburen. TV'yi de yanında promosyon verdiler. Ara sıra açıp bakıyoruz, serde habercilik var. Buraya da uzun bir yol kat ederek geldim zaten. Kablolu TV ile başladık, iktidarın elindeydi. Birdenbire ortalık yandaş ve dinbaz kanallar doldu. Vazgeçtim. Dört beş yıl sonra ödenmemiş faturalarım olduğu iddiasıyla haciz gönderdiler. İtiraz ettim, dava açtılar. Davayı kazandım, hala temyizde. Sonra “CiciTürk” diye bir başka platforma kaptırdık kolumuzu. El konuldu,  o da iktidarın kontrolüne geçti. Ortalık yine yandaş, dinbaz kanal doldu. “CiciTürk’le ilgili en son hatırladığım şey belgesel kanalında yayınlanan Afrikalı bir kabileyle ilgili belgeselde kabile kadınlarının memelerinin sansürlendiği. Aradım, müşteri temsilcisine ulaştım, ağzıma geleni söyledim. “Efendim RTÜK dedi” temsilci. RTÜK’e de platformuna da… dedim, kapattım. Abone olmak bir telefona bakıyor ama abonelikten çıkmak sırat köprüsünden geçmekten zor. İttire kaktıra ondan da kurtulduk. Ne yapsak diye sordum soruşturdum. Çanak-manak uydu yayınına geçtik. Bir sabah fark ettim ki izlediğimiz bütün kanallar uçmuş. Sebep? “Fetö” darbesi olmuş. E birader o zaman solcu kanalları neden kapatıyorsun? Canı öyle istemiş âdemlerin. Bir gün 20 kanalda birden aynı âdemin konuştuğunu görünce toptan vazgeçtim izlemekten. Da Vinci gibi kanallara merakım ondan. Bu âdemlerin bednam suratlarını görmüyorsun hiç olmazsa. Bizde artık sadece belgesel kanalları açık. Onda da meme, popo, tenasül organı, sigara, içki yerine buzlu cam görüyoruz sadece. Utanmasalar kuşların çiftleşmesini de buzlayacaklar. AKP ahlakı böyle. Özeti şu: Âdemleri görmeyecek kanal açsan âdemlerin parmağını oranda buranda hissediyorsun. Yağlı, tombul, bulaşık, cahil ve yobaz bir parmak bu.

***

Biz bunlarla uğraşırken o esnada ülkede her dört saatte bir tecavüz veya tecavüze kalkışma suçu işleniyor. Sokaklarda yaşayan yaklaşık 30 bin çocuk cinsel şiddetle karşı karşıya. Yılda 10 bine yakın çocuk istismara uğruyor. Bunların bir kısmı “dini” vakıf ve cemaatlere teslim edilmiş çocuklar üstelik. Afaki rakamlar bunlar çünkü çocuk tacizi istatistikleri sistemli bir biçimde gizleniyor. Uluslararası kuruluşların raporlarına göre Türkiye’de cinsel şiddete en fazla maruz kalan grubu çocuklar oluşturuyor. Cinsel suçların yüzde 46’sı çocuklara karşı işleniyor. Türkiye, Küresel Kölelik Endeksi’nde Avrupa’da birinci sırada. Her yıl gerçekleşen resmi evliliklerin beşte birinde 18 yaş altındaki kızlar evlendiriliyor.

Kadınların durumuna değinmeye bile gerek yok. Malatya Belediyesi sadece kadınların kullanacağı pembe otobüs uygulamasına geçmeye karar verdi geçtiğimiz günlerde. Çünkü kadının örtünmesinin sokakta güvenli dolaşabilmesini sağlamadığı ortaya çıktı. Türkiye artık badem bıyıklı üçkâğıtçıların yönettiği koca bir kasaba. Erkeklerin çoğunluğu sokaktaki kadınların hepsini “yollu” olduğunu düşünüyor. Korkmuyorsa eğer saldırıyor. İstanbul’da toplu taşımayı kullanan kadınların yüzde 70’i bu araçlarda kendilerini güvende hissetmiyor. Toplu taşımada, parkta, yolda “kısa giyiniyor” diye taciz edilen, itilip kakılan kadınların sayısı çoğalıyor.

Neden? Çünkü ülkeye muhafazakâr, otoriter, eril, İslamcı ve faşist eğilimleri olan bir güruh el koydu. O anlayış tarumar edip kendilerine benzettikleri yargıya da sirayet ediyor. Yargı cinsel davranışların hangisinin uygun veya meşru olduğunu bu anlayışa göre belirliyor.

Bu sosyal guruplarla ilgilenen bakanlığın başında hep bir kadın var. Sonuncusu istismara çözümü çocuğa mahremiyet eğitimi vermekte buldu. Ellerinden gelen bu, yapabilecekleri bu kadar. Çünkü istismar bu kafanın bir getirisi. Çocuğa tecavüzü saklayan, olağan kabul eden ama yetişkin iki çiftin öpüşmesinde ahlaksızlık arayan kasaba kafası bu. İnsanın anadan üryan hali bir bakıma bu kafa. Yeme, içme ve üremeden oluşan bir ruh halinin hurafelerle yoğrulmuş ve yolunu kaybetmiş bir sentezi. E haliyle 16. yüzyıl tablosu müstehcen, 5-6 yaşındaki çocuklarla evlenmek dinen caizdir diyen cahil yobazın dediği ise inancın gereği.

Eski Diyanet Başkanı açıkladı; Dindarların yüzde 70’i dindarlığın ahlaklı olmayı gerektirmediğine inanıyor. Toplum dindarlaştıkça hırsızlık, arsızlık, hukuksuzluk, zulüm, taciz, tecavüz, ayrımcılık ve ahmaklık hızla artıyor. En tepesinde dinbaz muhafazakâr erkeğin durduğu, aşağıda kadınların ve çocukların dizildiği bir yobaz cehennemi bu. Camiye gelen muhtaç kadınları camide yatağa atan imamların ülkesi artık burası. Çocuklara tecavüz edip, “kurban kestik hallettik” diyen sapıkların ülkesi. Açlık grevinde 80’inci güne doğru giden Nuriye Gülmen’e yemek fotoğrafı gönderecek kadar insanlıktan uzaklaşmış aşağılık yaratıkların ülkesi.

***

Leonardo da Vinci… Rönesans döneminde yaşamış İtalyan filozof, astronom, mimar, mühendis, mucit, matematikçi, anatomist, müzisyen, heykeltıraş, botanikçi, jeolog, kartograf, yazar ve ressam. Onun adından ilham alan bir eğitim kanalında yayınlanan programdaki 400 yıl önce yapılmış tablodaki memeyi, popoyu, tenasül organının sansürlüyor hiçbir şey olmayan adamlar. Niye? Çünkü arkadaşların böyle tuhaf, ucube, sakat bir “ahlak” anlayışları var.

***

Tuhaf bir dönemden geçiyoruz hep birlikte. Cahil bir kötülük egemen sokağa. Ama silinip gidecekler yakında. Cehaletin ve alçaklığın tarihine yapılmış büyük bir katkı olarak yazılacak hikâyeleri…