Çaresizlik kafesi

Sosyal psikoloji toplumsal şartların insanlar üzerindeki etkisini araştıran bilim dalı. Sosyoloji ile psikoloji arasında bir yerde, disiplinler arası bir inceleme alanı. Toplumun bireye etkisi bireyin topluma etkisinden daha belirgin olmasından kaynaklı ilgi alanı çoğunlukla toplumun birey üzerindeki etkisi. Psikolojiden kasıt da zaten toplumun psikolojisi.

İlgi ve araştırma alanları ilginç. İnsanlar neden ve ne durumlarda birbirlerine yardım eder veya etmezler, neden grup kurallarına uyarlar veya uymazlar, neden itaat ederler? Topluluk bireyi nasıl etkiler, ön yargı nasıl oluşur, nasıl bulaşır? Şiddet hangi şartlarda ortaya çıkar, muhatabını nasıl etkiler? Çok çarpıcı konular değil mi?

Sanırım sosyal bilimlerin en şaibeli disiplinlerinden biri de aynı zamanda. Bunda toplumun birey üzerindeki etkilerini araştırmak için başvurduğu irkiltici deneylerin rolü etkili. Ama öte yandan bu disiplinin soğuk savaş ile yakın bir ilişkisi olduğu da biliniyor.

Kapitalizm savunusunun giderek bir karşı devrim örgütlenmesine dönüştüğü ikinci büyük savaş sonrası yıllardan söz ediyoruz. Nazizm iki savaş arasındaki yıllarda Yahudi kökenli bilim insanlarını baskılayarak fizikteki determinizmi tepelemeyi başarmıştı. Bu boşlukta ABD önderliğinde yürütülen soğuk savaş da Marksizm’i boğmaya, sıkıştırmaya başladı. Bilim alanı ABD tarafından büyük fonlar aktarılarak yeniden şekillendirilmeye çalışıldı. Baskılarla yeni bir dil şekillendirildi. Örneğin sosyoloji çalışmalarından Marksizm gitti, yerine “eleştirel teori” geldi. Marksizm’in kurucularına yapılan atıflar kitaplarda giderek azaldı, silindi. Sonuçta Karl Polonyi’nin çok değerli “Büyük Dönüşüm” çalışmasında olduğu gibi Marks’tan hiç söz etmeyen Marksist çalışmalar ortaya çıktı.

Sosyal Antropoloji, Sosyal Psikoloji –özellikle davranışçı okul-, Siyaset Bilimi, Kalkınma İktisadı ve elbette iletişim araştırmaları bu dönemde şekillenip bilimler piramidindeki yerini aldı. Çoğu, dönemin ihtiyaçlarına göre şekillendirilmişti. Kapitalist emperyalizm bütün enerjisini komünizmi durdurma ve yıkmaya yönlendirmişti. Uluslararası araştırmaların çoğunluğu, kalkınma araştırmalarının tamamı neredeyse bir Amerikan devleti faaliyetiydi. Komünizmin sindirilmesinde etkili taktikler sunduklarına inanıldığı için bu alanlara büyük fonlar aktarıldı, sınırsız destekler sunuldu. Herbert Marcuse, Talcott Parsons, Walt W, Rostow gibi pek çok ünlü yazar, araştırmacı o çalışmaların bize hediyesidir. Sanırım tektonik plakalar ve yer kabuğu ile ilgili bilgilerimizi de bu çalışmalara borçluyuz. Bir de şimdi içinden çıkmakta zorlandığımız, sınırları belirsiz bir sürü “disiplinler arası” bilim disiplinimiz oldu.

***

Meşhur “maymun” deneyini okuldaki sosyal psikoloji derslerinden birinde dinlemiştim. Dehşetli, fakat toplum(un) psikoloji açısından çok manidar bir deneydi. Özetle şöyle: Büyük bir kafesin tavanına bir salkım muz asılmış, ortaya muzlara ulaşmak için bir merdiven koyulmuştu. Beş maymunun sırayla kafese girmesine izin veriliyor. İçeri girip merdivenleri çıkmaya yeltenen her maymunun üzerine tazyikli soğuk su sıkılıyor. Merdivene çıkan maymun muza ulaşamadan soğuk suyun şiddetiyle yere kapaklanıyor. Maymunlara muzu almaya yeltenmemeleri gerektiği soğuk su şiddetiyle öğretilmiştir. Maymunlardan birisi dışarı alınıyor, yerine “kuru” yeni bir maymun konuluyor. Yeni maymunun yaptığı ilk iş, muza ulaşmak için merdivene yönelmek. Kafesteki ıslak dört maymun koşup yeni maymuna esaslı bir dayak atıyor.

Kafese konulan her yeni maymun kafesteki diğer maymunlarca aynı muameleyle karşılaşıyor. İlk gözlem şu: Kafese salınan ikinci kuru maymunu en şiddetli ve istekli döven, diğerleri tarafından engellenen ve ilk dayağı yiyen birinci kuru yeni maymundur. Islak suya maruz kalmamış maymunlar yeni gelenleri dövmekte daha bir iştahlıdır.

Suyun şiddetinin yan etkisi muazzamdır. Nihayetinde kafeste suyun şiddetiyle terbiye edilmiş maymun kalmaz ama sonradan gelen kuru maymunlar yeni gelen muz kapma heveslilerine şiddet uygulamayı sürdürür. İlk şiddet ile güdülen amaç gerçekleşmiştir. Kafesteki kuru beş maymun tepelerinde bir salkım muz asılı olmasına rağmen ona ulaşan merdivene yaklaşmaya cesaret edememektedir. Şiddet şiddeti üretmiş, nihayetinde korkuya dönüşmüştür…

***

Pek manidar bir rastlantı, sevgiyi anlamaya çalışan ancak pek sevgisiz ABD’li Psikolog Harry Harlow da maymunlarla çalışıyordu. Maymunlardan nefret ediyordu, zalim deneyler yaptı onlarla. Maymunları “çaresizlik kafesi” adı verdiği bir aparat içine yerleştirmişti. Bu aparat, boş, dış etkenlerden izole edilmiş bir oda şeklindeydi ve içerisinde çeşitli düzenekler bulunmaktaydı. Odaya iki yapay “anne” yerleştirilmiştir. Biri tellerden oluşan ama bir göğsünden süt veren bir aparattır. Diğeri süt vermez ancak yumuşak ve sıcak bir pelüşle kaplıdır. Genel kanı annelerinden ayrılarak odaya kapatılan bebe maymunların süt veren anne aparatına yakınlaşacakları yönündedir. Fakat tam tersi olmuş, çaresizlik kafesindeki bebe maymunlar süt verene değil, yumuşak ve sıcak olana yönelmişler ve yakınlaşmışlardır. “Bağlanma” olgusunun büyük ölçüde “kendini güvende hissetme”ye bağlı olduğu bilgisini o deneylere borçluyuz.

Fakat sorun şu ki bilim adamımız maymunları dış dünyadan tecrit edilmeleri nedeniyle çıldırdı. Bazıları yemek yemeyi reddederek öldü. Bunlar duyulunca hayvan severler büyük tepki gösterdi. Harlow “bir maymun neden sevilir ki” diyordu kendisini eleştirenlere. Bu kadar sevgisizleşmiş bir toplumdışı yaratıktı. 1980’li yılların başında ardından bir dolu madalya bırakarak öldü.

Yumuşak pelüş anne aparatına koşan bebe maymunlar sığınacak bir şefkatli kucak arıyordu. Pelüşü seçtiler ama bu onların yoksunluğunun çaresi değildi. Maymun bile olsanız sevgisiz yaşayamazsınız. Psikolog Harlow bunu anlayamadan öldü.

***

Maymundan insana geçildi sonra. İnsanları bir çaresizlik kafesine kapatıp duygusal yoksunluk şartlarında nasıl davranacaklarını araştırmak soğuk savaş yıllarında pek popüler bir faaliyetti. Bu deneylerin bir kısmı “duyusal yoksunluk”, “duyusal algı yitimi”, “algı mahrumiyeti” başlıkları altında sınıflandırılıyor. Oluşturdukları şartlar, bildiğimiz tecrit esasına dayalı yaygın hapishane şartları. ABD’den kopyaladık biz o şartları. 1950’li yıllarda CIA veya askeri birimlerin finansmanıyla gerçekleştirilmiş “zihin kontrolü”, “beyin yıkama” vb. araştırmaların getirisidir bunlar. Sonraki yıllarda senatoda yapılan tartışmalarda CIA’in finansmanıyla aralarında 44 üniversite, pek çok hastane ve hapishane, önde gelen ilaç şirketlerinin bulunduğu 80 kuruluşun bu çalışmaları yürüttüğü, rol aldığı açığa çıktı. Ulaşılan sonuç basitti. Zihin kontrolü için “zaman” ve “mekân” algısının ortadan kaldırılması gerekliydi. Bunun için de duyusal algımızın ve hafızamızın elektroşoklarla bastırılması, sonra silinmiş deneğin çaresizlik kafesinde demlenmeye bırakılması gerekiyordu.

Bu şartların yalnızca laboratuvarlarda, hapishanelerde oluşturulduğunu sanmayın sakın. Artık bütün piyasa toplumu bir tür çaresizlik kafesidir. Her gün duyusal algımızı ve hafızamızı elektroşoklarla bastırır, sonra aç bırakma tehdidinin zoruyla hizaya sokar, demlenmeye bırakır.

***

Düne açılan gece HDP’li vekiller evleri basılıp derdest edilirken hatırladım bu deneyleri. 7 Haziran’da, Türkiye’nin ilerici birikimini de arkasına alan HDP ülkenin içine düşürüldüğü çaresizlik kafesinin kapısını araladı. Umut yaydı, karanlık gidişin sonundaki ışığı görebileceğimiz umudunu doğurdu. Ama sonra AKP kafesin içindekileri soğuk su ile şoklamaya başladı. Bombalı saldırılar, parçalanan insanlar, şiddet, baskı… Ne HDP, ne de CHP direnebildi bu şiddete. 7 Haziran’ı savunamadı ikisi de. 1 Kasım, zaten başlamış bir iç savaşın getirisiydi.

Çaresizlik kafesinin içindeki biçarelerin umutsuzluğu artıyor. Hatta yeni gelen ve henüz çaresizliği öğrenmemiş olanlara yöneliyor şiddet çoğu zaman. Ama işte deneyi yapanların elindeki malzemeler belli: Ya soğuk su sıkacak üzerinize, ya da sevgisizliğini bulaştıracak. Bir tek yolu var oyunu bozmanın. Yeni gelenleri dövmemek. Israrla, inatla suyun neden, kim tarafından sıkıldığını anlatmak. Ve asıl önemlisi sevgi bulaştırmak yeni gelene.

Sözün gerisi israf. İktidarın, gücün, yobazlığın, baskının, ahmaklığın, akılsızlığın elinde maymun oldun mu devlete gerek kalmadan kafestekiler alaşağı eder seni. İnsan olmanın raconudur bu: Dayak yemek istemiyorsan çaresizlik kafesindeki maymun olmayı reddedeceksin. Birlik olacaksın, örgütleneceksin, boyun eğmeyeceksin.