Burhan Kuzu için özet devlet teorisi!

Olağanüstü Hal devletin zincirlerinden boşanması halidir. Onun için bu hali mümkün olduğunca kısa tutarlar ki gidip sağa sola hasar vermesin devlet, yıkıp perdeyi viran eylemesin. Ama imamın sorunu ölçü bilmemesindedir. Uzattılar olağanüstü hali, çünkü tek ölçüleri ölçüsüzlüktür. 7 Haziran’dan beri AKP yönetimi bir olağanüstü haldir zaten. Ve utanmadan üstüne bir de “başkanlık” tartışması yapmaktadırlar. Ultra ölçüsülüktür.

***

Charles de Gaulle, zırhlı savaş teorisyeniydi. İkinci Dünya Savaşı'nın başında tuğgeneralliğe terfi etti. Fransa'nın Almanya'ya yenilmesinin ardından Londra'da Alman işgaline karşı direniş hareketini başlattı. Savaştan Fransız hükümetinin başı olarak çıktı. Askerdi, ulusal kahramandı, otoriterdi. Ancak bu otoriterliğin alt yapısı henüz hazır değildi. Hazırlığı yapılan Dördüncü Cumhuriyet anayasasının devlet başkanına çok az, parlamentoya ise çok fazla yetki verdiğinden şikâyetçiydi. Ancak Fransa'daki sol partiler bir diktatörlük yaratmamak için devlet başkanının gücünün sınırlandırılmasını istiyordu. Meclisin, "sorumlu ve saygın bir hükümetin ihtiyaç duyduğu yetkileri" kendisine vermemesi üzerine Ocak 1946'da başbakanlıktan istifa etti ve 1958 yılına kadar inzivaya çekildi.

Cezayir başta Fransız emperyalizmin sömürgelerinde birbiri ardına uğradığı yenilgiler 4. Cumhuriyeti zorluyordu. Şükür ki o her zaman ülkesine hizmet etmeye hazırdı. Cezayir'deki Fransız paraşütçülerinin Korsika Adasına çıkarma yapıp deGaulle'ün başbakan yapılmaması halinde Paris'e inme tehdidinin yardımıyla 1958 yılında siyasete döndü. Siyasete geri dönmenin şartı olarak altı ay ile sınırlanmış geniş yetkiler istedi ve yeni bir anayasa hazırlanarak halkoyuna sunulmasını önerdi. 28 Eylül 1958'de halkoyuna sunulan anayasa yüzde 79,2 oyla kabul edildi. De Gaulle Ocak 1959'da başkanlığa aday oldu ve kurulmasına önayak olduğu Beşinci Cumhuriyet’in ilk başkanı seçildi. Emperyalizmin hızlı devlet ihtiyacını karşılama girişimlerinden ilkidir.

Bu büyük başarılarına rağmen, Fransa içinde ağır eleştirilere maruz kalıyordu. Diktatörlerin çıkmazıydı bu. Yönetimi sert ve tutucuydu. Devlet televizyon ve radyo yayınlarındaki tekelini sürdürüyor, hükümet bu yayınların düzenlenmesine karışıyor ve hükümet yanlısı yayınlar yapılmasını sağlıyordu. Fransa’da Mayıs 1968’de baş gösteren gösteri ve grevler, hızlandırılan devlete sokağın cevabıydı.

Sıkıştırırsan patlatırsın. De Gaulle’ün girişimleri kişisel saplantısının bir tezahürü değildi. Emperyalist kapitalizme daha hızlı işleyen bir devlet lazımdı. Bunun anlamı da Anayasalarla yürütmenin güçlerinin yasama aleyhine arttırılması demekti. Yasama gücü azalınca devlet hızlanıyordu. Fakat gelin görün ki devletin hızlanmış hali bildiğimiz faşizmdi. De Gaulle’ün arzusu bu olmasa da pratikte devlet hızlanıyor ve emperyalist kapitalizmin arzuladığı o otoriter yapıya bürünüyordu.

***

Kapitalizm evrensel bir düzendir. Yeryüzündeki bütün insani-toplumsal ilişkileri değiştirerek kendini “global” bir düzen olarak var etmeyi başarmıştır. Haliyle Fransa’da kapitalizmin hızlı devlet ihtiyacı varsa bu “az gelişmiş” Türkiye için daha acil bir ihtiyaçtır. Bizdeki başkanlık arzusunun da grevlerin yükseldiği, sokakların hareketlendiği 1970’li yıllarda nüksetmesi rastlantı değildir.

12 Mart döneminin Genelkurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç 15-16 Haziran 1970’teki büyük işçi direnişinden sonra şöyle demişti: Sosyal uyanış, ekonomik gelişmeyi aştı. 1960 Anayasasının sağladığı özgürlük ortamının yan etkisiydi bu. Toplumsal dinamizm, sistemin baş edemeyeceği bir boyuta gelmişti. Sendikalar kapitalizmi zorluyordu, üniversiteler öğrencilerin ellerinde özgürleşiyordu, sokaklar muhalefetin egemenliğindeydi. 12 Mart darbesi işte bu gelişmelerin üzerine geldi. Darbe, kapitalizmin yarasına geçici bir pansuman yaptı ancak 1973’te sokaktaki gelişme bu pansumanın üzerindeki sargıyı kaldırıp attı. Sosyal uyanış durduralamayınca ülke 12 Eylül günlerine doğru hızla yuvarlanmaya başladı. Bir De Gaulle’ü yoktu ordunun, o da gidip Kenan Evren’i buldu. Onun siparişiyle yapılan 12 Eylül Anayasası De Gaulle anayasasına benzemese de ruhları ortaktı. Devleti hızlandırıyor, yürütmeyi güçlendiriyor ve yasamanın yetkilerini kırpıyordu. Kanun Hükmünde Kararname ucubesi böyle geldi ülkeye ki Fransa’dan ithaldir. Faşizmin yasamada yol açtığı kanserli bir urdur Kanun Hükmünde Kararname.

***

Kanun Hükmünde Kararname çıkarıyor ve muhalefetle karşılaşmıyorsan başkanlık sistemi neden olmasın? Başkanlık sistemi devletin hızının doruğa çıkarılması halidir. Bütün yetkileri bir adama vermek ve denetimi en aza indirmektir başkanlıktan murat edilen. Yani kapitalizmin muhtaç olduğu kudret başkanlık sisteminde mevcuttur.

Bizde, ilk kez 1970’lerde telaffuz edilmeye başlandı. Nedeni malum; Sistemin sıkıştığı bir zamandır. Burhan Felek o günlerde yazmıştır “Bu Ultra Demokrasi Nereye Varır?” başlıklı yazısını. Ona göre aşırı özgürlük ülkeyi anarşiye götürmektedir ve çaresi devleti tereddütsüz korumayı sağlayacak başkanlık sistemidir. Kasım Gülek o yazıyı alkışlayacak ve çocuğun adını koyacaktır. Şöyle yazar; Cumhurbaşkanını halk seçmelidir. Çünkü Türk milleti, güler yüzlü, sevilir, sayılır amma otoriteli bir devlet hasreti içindedir.

1980’li yılların başında tekrar gündeme getirildiğinde üniversiteler, barolar ve Anayasa Mahkemesi gibi kuruluşlar, başkanlık ve yarı başkanlık sistemine geçiş önerilerine, Türkiye’nin Cumhuriyet geleneğine aykırı olacağı ve ülkeyi diktatörlüğe götürecek bir sisteme zemin hazırlayacağı gerekçeleriyle itiraz ettiler. Alan kapitalizmin hızlı devlet ihtiyacı için uygun hale getirilmemişti daha. Danışma Meclisi’nde başkanlık ve yarı başkanlık sistemine geçiş fikrini savunanlar azınlıkta kalınca, cumhurbaşkanının TBMM tarafından seçilmesi, buna karşılık geniş yetkilere sahip kılınması esası benimsenerek parlamenter sistem korundu. Ancak sağın rüyası olmaya devam etti. Başkanlık sistemini, parlamenter sisteme alternatif olarak öneren ilk âdem Turgut Özal’dır. Süleyman Demirel onun izinden yürüdü. Recep Tayyip Erdoğan’ın ısrarı özetle budur. Hızı yüzünden kontrolden çıkmış devleti daha da hızlandırma girişimidir onunki. Üstelik bu kez alan düzlenmiştir. İtiraz edecek ne bir mahkeme, ne bir üniversite bırakılmıştır ülke sathında.

Ama tarihin yeniden yeniden gösterdiği gibi, sıkışan patlar. 1968 Mayıs direnişi bir patlamaydı ve De Gaulle’ü kaldırıp tarihin çöplüğüne atmıştı. Haziran Direnişinin dersi ise belli ki henüz alınmamıştır.

***

Tuhaf bir tartışma bu. 7 Haziran’da iktidar partisi yenildi ve iktidardan rızasıyla çekilmeyi reddetti. Silahlı bir müdahale ile ülke 1 Kasım’ın eşiğine getirilip bırakıldı. Seçimle gitmeyi reddederseniz bu “ancak darbe ile giderim” demektir ve birilerinin bu mesajı aldığını artık biliyoruz. Demokrasinin bütün kurumlarından sonra serbest seçim efsanesi de bitirilmiştir ve yaşadığımız apaçık fiili bir diktatörlüktür.

Ayrıca Meclisi de feshettiler. Beştepe’de Meclisin bütün görevlerini üstlenecek bir yapı oluşturdular. TOKİ eliyle imal edilen o bina fiili bir rejimin mabedidir artık. Öyle ki hâkimler, savcılar, şarkıcılar, türkücüler, muhtarlar ancak oradan icazet alarak hareket edebilmektedir. Böyle böyle devlet o kadar hızlanmıştır ki, yönetenler sistemin frene ihtiyaç kalmadığını düşünmektedir. Bir duvara çarpıp paramparça olana kadar makbul bir düşüncedir bu. Daha ötesini Burhan Kuzu’ya nasıl anlatalım?

Devlet Bahçeli de onay verdi hem. Bekir Bozdağ tarih verir yakında. Bir referandumla hallediveririz sorunu, fiili durumu yasallaştırırız.

İyi de fiili durum yasayla kalıcı hale gelebiliyorsa kim darbeye engel olabilir ki?

Bakmayın siz felaket tellallarına. Kapitalizm o gelince çiçek gibi olacak, Burhan Kuzu öyle diyor. Hız lazım bize, başkanlık sistemi kesinlikle şart!