Başyüce’nin son ruleti

Erdoğan’ın kaç danışmanı var? Vaktiyle bir gazeteci merak etti, Cumhurbaşkanlığı Halkla İlişkiler Başkanlığına sordu 2017 yılında. Cevap yerine “danışmanların sayısı ve maaşı kamuoyunu ilgilendirmez” diye terslendi, devlet sırrıydı. “İleri demokrasi” sebebiyle “maaşını biz veriyoruz, nasıl ilgilendirmez” diye fevri davranışlarda bulunamıyoruz haliyle. Cezası büyük. Fakat her nedense, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Fahri Kasırga bu olaydan kısa bir süre sonra çıkıp devlet sırrını açık etti. 36 başdanışmanı vardı Sayın Cumhurbaşkanının. Bir de “çok sayıdaki bürolarda” –çok sayıda işte, illa kesin rakam istemeyin- hizmet eden “danışman düzeyinde arkadaşlar” vardı.

Aradan geçen zamanda kaç danışman daha kadroya katıldı bilemiyoruz. Bildiğimiz, eş dost akraba da var aralarında, SADAT kökenli eski askerler de. Dün biri daha katıldı kadroya. Ecevit’in, Davutoğlu’nun danışmanlığı yapmış, eski MHP'li, sonradan AKP milletvekili Vedat Bilgin Sarayın başdanışmanı oldu.

Peki, nereye kadar gidecek böyle diyorsanız söyleyeyim: 101’e kadar yolu var. Demek ki daha yolun başındayız.

101’i Devlet Bahçeli’nin “40. yılda iktidar hesabı”na benzer bir yöntemle bulmuş değilim. Necip Fazıl’ın “İdeolocya Örgüsü” adlı kitabından ödünç aldım. Artık çok açık, Saray etrafında örülen yeni devlet bu kitaba göre şekilleniyor. Başdanışmanlar kısmı, kitapta  “Yüceler Kurultayı” olarak kodlanmış. Yüceler Kurultayı yaşları 40’la 65 arasında değişen 101 kişiden oluşuyor ve üyeleri “halk” değil, “Hakk” tarafından seçiliyor. Elbette onun adına bu yetkiyi “Başyüce” kullanıyor.

Necip Fazıl’a göre Başyüce “milletini tek şahıs içinde yekûnlaştıran baş örnek” ve onun her işi “ben milletimin görünürde en ahlaklı, en bilgili ve en akıllı ferdiyim” demek anlamına gelmekte. Haliyle her emri ayrı bir kanun. Başyüce isterse bir emriyle hükümeti değiştirebilir, hükümet “en büyük mümessilinden en küçüğüne” onun adına iş gören bir uzuvdur. Adalet onun adına dağıtılır, o “bütün icra vasıtalarının” ve ordunun başıdır. Başbuğ (Genelkurmay Başkanı) doğrudan doğruya Başyücenin vekilidir.

Başyücelik hükümeti Başyücenin atadığı bir başbakandan ve on bir bakandan oluşur. Başyücelik hükümetinin “11 davası” vardır: Ruh ve Ahlak Davası, Umumi İrfan Davası, Köy ve Köylü Davası, Şehir ve Umran Davası, Ordu Davası, Dış Münasebetler Davası, Bütün Neşir Vasıtalarını Murakabe ve Himaye Davası, İş Emniyeti ve İş Sahaları Arasında Ahenk Davası, Nüfusu Çoğaltma, Güzelleştirme ve Sağlamlaştırma Davası, Milli Servet ve İktisat Davası.

Tüm bu davaları kontrol edecek en önemli kurumlardan biri ise “Yüce Din Dairesi”dir. Yüce Din Dairesinin reisi, hükümet reisiyle aynı seviyede olup Başyüce tarafından seçilir; “iç telkin, dış propaganda, dini öğretim, din vazifelilerini yetiştirme ve kadrolaştırma” gibi görevleri üstlenir ve “devletin başlıca istişare merkezi olarak” kabul edilir.

Demek ki yıkılan eski devletten geriye kala kala Sarayla Diyanet’in kalması rastlantı değildir.

Meclis ne olacak peki? Başyücelik Devletinde buna benzer bir “Halk Divanı” var. Bu Divan yılın belli başlı günlerinde kurulur ve isteyen herkes bu divanda kürsüye çıkıp fikirlerini söyleyebilir. Ancak divanın herhangi bir yaptırım gücü ve yönetime fiilen katılma hakkı bulunmamaktadır. Kendi çalar, kendi oynar özetle, sistemde bir kıymet-i harbiyesi yoktur.

Necip Fazıl’ın ütopyasıdır bunlar. Ütopyasında İslâm, devlete, ruhun uzviyete yapışık olması gibi sımsıkı bağlıdır; asla ayrılmaz ve onsuz uzviyet düşünülemez.

***

Necip Fazıl’ın yeni devlete katkısını keşfeden kişi değerli gazeteci ağabeyimiz Özdemir İnce’dir. Vaktiyle makale olarak kaleme almış, geçen yılın yazında Tekin Yayınevi üretimi olarak ve “Başyücelik Devleti” adı altında kitap halini de dönüştü. Oluşumunda hasbelkader katkım var. Kaldı ki, bugünkü iktidarın kurucu kadroları ile Necip Fazıl arasındaki ilişki sır değil. Nakşi-Nurcu sentezidir hepsi, Necip Fazıl ve Said-i Nursi’nin kitaplarından başka okuma yazmaları yoktur.

Bu bilgilerin ışığında yeni rejime tekrar bakın şimdi, İslami devlet yönetim tarzının ete kemiğe bürünmüş halini göreceksiniz. Özdemir İnce’nin deyişiyle “İslam’ın Devr-i Saadet döneminin asrî benzeri”dir o. Yaşadıklarımız ise özellikle Halife Osman dönemine benzemektedir. Kurumsallaşmış talan, örgütlü soygun, sınırsız nepotizm, emperyalist cihat ve yağma iki dönemin ortak karakteridir.

Diyor ki İnce, “Yıllardır, ‘Başyüce ve Başyücelik’ diye bir şeyden söz ediyorum. Necip Fazıl Kısakürek’ten söz ediyorum. Recep Tayyip Erdoğan’ın ikide bir ‘davamız’ dediği şey ne? Hemen yanıtlayayım: Necip Fazıl Kısakürek’in İdeolocya Örgüsü adlı kitabında bir ütopya olarak tasvir ettiği Başyücelik devletini kurma davası.”

Nedir bu davanın esası? Başyüce’nin bir emriyle hükümetler değişecek, bütün hükümet manzumesi onun adına iş görecek. Adalet onun adına dağıtılacak, yürütme ona bağlı olacak, ordu onun emriyle hareket edecek. Ağzından çıkan yasa, eleştirmek, itiraz etmek suç sayılacak. Necip Fazıl’ın deyişiyle, “Matbuat Hürriyeti (Basın Özgürlüğü) isimli millî ve içtimaî felâket vesilesi” kaldırılacak. Matbuat, emirle yazacak. Bu yasağa, kitap, gazete, mecmua, broşür, afiş vesaire olarak matbuat çerçevesinin belirttiği ne kadar yayın vasıtası varsa hepsi birden dâhil edilecek...

Bu kadar laf kalabalığının özeti şu: Bu sistemde, ideal İslam devletinde olduğu gibi halifeden (Başyüce) başka kimsenin hükmü yoktur. Hüküm, onun dağıttığı kadardır. O nedenle CHP’nin başkan adaylarının ilk işi Saray’a koşup icazet almak oldu. Tipik siyaset esnafı öngörüsüdür bu. Birkaç gün önce gördüm, DSP adlı tabela partisinin lideri, “iktidar olduğumuzda biz de Saray’dan yöneteceğiz, orası yeni devleti yönetmek için oluşturulmuş bir yapıdır” mealinde bir şeyler geveliyordu. Yeni Kâbelerine içgüdüsel olarak yönelmişlerdir.

***

Soru şu; tekelci kapitalizmin devlet ihtiyacı ile kumarbaz bir yobazın gündüz düşü nasıl olup da örtüşebiliyor?

İslam’a doğru yelken açmadan önce bir kumarbazdı Necip Fazıl. Modern “Kumarhane Kapitalizmi” ile fikirlerinin uyuşmasında şaşılacak bir yan yok. Kapitalizmi “casino” ya benzetme onuru ise Keynes’in. Söylediği gibi, "casino capitalism" üretmeyen, iş alanları yaratmayan, faiz, borsa oyunları ve döviz ticareti peşinde koşan spekülatif sermayenin türevidir.

Alpaslan Işıklı hoca aynı adla bir kitap yazmıştı giderayak. “Kumarhane Kapitalizmi”nde diyor ki Alpaslan Işıklı, sosyal devlete yönelik saldırılar, “devletin küçültülmesi" sloganıyla süslenerek kitlelerin gözünde sevimlileştirilmek istenmektedir. Gerçekte ise devletin baskıcı ve sömürüye aracı olan yanları büyütülmekte, buna karşılık, halkın gereksinimlerini karşılamaya yönelik sosyal yanı küçültülmektedir… İnsanlığın gelişimi açısından şimdiye kadar görülmemiş türde bir “değişim" süreci yaşanmamakta; düpedüz, çok eski dönemlere dönüş anlamında, imparatorluk çağı diriltilmektedir. Gidiş, demokratikleşme doğrultusunda değildir. Tam tersine yeryüzü insanlarının demokratik özlemlerini ve istençlerini hiçe sayan bir süreç başlatılmıştır. Özünde, Sezar'ın, Cengiz Han'ın veya Firavunların imparatorluklarından farkı olmayan bir “çağdaş" imparatorluk kurulmaktadır.

Başyücelik devleti kurma, Osmanlıyı ihya etme düşü görme işlerinin demek ki düzende bir karşılığı var. “Özelleştirme” adı altında sosyal devleti küçültüp yok ettiler ama onun yerine devasa bir yeni devlet aygıtı inşa edildi. Bu devasa aygıtın Kumarhane Kapitalizmini korumaktan başka işlevi yok. Haliyle tek adama teslim etmek en akıllı tercih…

Rastlantı zorunluluktur. Kapitalizm insanlığa yönelmiş en büyük tehdit. Çürüdü ve her şeyi çürüterek ayakta kalabiliyor. Çakma Sezarların, şaşı Cengiz Hanların, cahil İskenderlerin, zombi Abdülhamitlerin ortalığa saçılması bu zorunluluğun tezahürüdür.

Fakat krizden krize sürüklenmek sarsıyor derme çatma yapıyı. “Finans kapital” dönemindeyiz, kumarda mahir olma şartı var. Yetmiyor Başyüce’nin ezberi, kekeme gündemin içinde debelenmemizin nedeni bu.

***

Bir kumarbazın gündüz düşüne göre şekil alan bir devlet olur mu? Tekelci dönemde her şey mümkündür. Baksanıza ahlak azaldı ama “Büyük Doğu” kuruldu kurulacak. Dinin adı var kendi yok. Talan kurumsallaştı, soygun yasallaştı, nepotizm sınırsız. Emperyalist cihat ve yağma niyeti de gizlenmiyor, diz üstüne çökerek idare ediliyor şimdilik. Koyun üstüne Neo-Osmanlıcığı, asrı-saadet döneminin tam ortasındayız.

Başyücelik devleti kuruldu kurulmasına da altındaki zemin kayıp duruyor. Halkın bütün malını varlık fonuna yükleyip kumarda el yükselttiler mecburen. Dönüyor rulet. Siyah gelirse oyuna devam. Şaşar da kırmızıyı gösterirse ok yandı gülüm keten helva!