Akrebin gözleri

Yarım akıllı Donald Trump’ın işaretiyle baş gösteren Kudüs krizi uçtu gitti. Ülkenin dört bir yanında kurulu olduğu iddia edilen milis eğitim kamplarını ciddiye almadı kimse. Erdoğan Bayraktar’ın Trabzon’da “Tac Mahal” görünümlü çakma cami inşaatı kesintisiz sürüyor. İstanbul’da devlet hastanesindeki hamile çocuklar unutuldu. Ne var peki? Suriye sınırında, Afrin’de savaş. Bakımsızlıktan ölmeye yüz tutmuş zeytin ağaçları arasında süren “zeytin dalı” savaşı bu. Zeytin ağaçları kimin, zeytin dalı kime uzatılıyor, kim kime kurşun sıkıyor, kim neyi nasıl kazanmayı umuyor orası belli değil yalnız. Bildik Ortadoğu manzarasıdır.

Manzarayı tamamlayan görüntü sosyal medya üzerinden paylaşıldı savaşın başladığı gün. Bir askeri kontrol odasında bir savaş lordu ile öğrenme güçlüğü çektiği iddia edilen şehzade orduya kumanda ederken görülüyordu fotoğrafta. Savaşın aslında ne olduğunu gösteren müthiş bir ayrıntıdır. Ama maksat hâsıl oldu, Burak Özçivit’le Fatih Portakal’ı, İlker Başbuğ ile Hulusi Akar’ı, CHP ile “iş insanları”nı birleştirmeyi başardı yeni gündemimiz. “İyi de zaten ayrı mıydılar” diye itiraz eden zındıklardan olmaya gerek yok. Savaş vesile oldu, bir daha birleştiler, iyi birleştiler!  

Gelişmeler bir tek Amerika’nın kucağına oturup özerklik düşü kuran bölge Kürtlerini memnun etmemiş görünüyor. Kuzey Irak’taki gibi gelişmiyor hiçbir şey. Ruslar güvenli bölgeye izin vermiyor, Amerikalılar bir öyle bir böyle. Zemin oynak. Oynak zeminde dans etme ustası Barzani gibi kıvrak bir şahsiyet de yok ortalıkta. Demek ki herkes her an başladığından daha kötü bir noktada bulabilir kendini.

Şimdi dönüp yeniden bakın bölgeye. Silikleşen sınırlar görüyorsunuz değil mi? Silinen o sınırlar Birinci Dünya Savaşı’nda milyonlarca insanın hayatı pahasına çizilmişti. Irak’ın işgali ile o savaşla kurulan statüko parçalandı. Önce Irak’ın, sonra Suriye’nin sınırları silindi. Türkiye’nin de nerede başlayıp nerede bittiği artık tartışmalıdır. Demek ki bölgede yeni sınırlar çizilecektir. Ve demek ki yeni bir savaş gerekmektedir!

Bu tür kaoslarda önce zeytin dalları tutuşur, sonra öksüz zeytin ağaçları çatırdar. Ardından o zeytin ağaçlarından meyve devşiren gündelikçilerin kanı karışır toprağa. Bildik Ortadoğu manzarasıdır.

Ama bu da unutulur bir haftaya kalmaz. Çürümeye yüz tutmuş düzen ayakta kalabilmek için yeni krizlere ve yeni gündemlere muhtaçtır. Uçarı bir adamın rüzgârında savrulup durmamız ondandır.

***

Malum, ülkede basın da sizlere ömür. Halen habercilikte ısrar eden üç beş haber sitesidir görüp görebileceğiniz. Haliyle AKP duyulmasını istemediği şeyler olunca “sosyal medya operasyonu” yapıp kitlesel haberleşme imkânlarını baştan engellemeye çalışıyor. “Afrin” vakasından sonra da öyle oldu. Evler basıldı, gözaltılar yapıldı. Gece evi basılanlardan biri gazeteci olduğu haber verilen Nurcan Baysal’dı. Baysal “sosyal medya paylaşımları ile Afrin operasyonunu eleştirme” suçlamasıyla gözaltına alınmıştı iddiaya göre. Meslektaşız madem, ne yazmış diye bakayım dedim. Bakamadım. Hanımefendiyi takip etmemin ve görüntülememin engellenmiş olduğunu öğrendim. Niye? Tanımam etmem. Ne karşılaştım, ne de tartıştım. Daha bir daralmış hissettim soluduğum havayı.

Araştırdım. İki olasılık var. Biri hanımefendinin “yetmez ama evetçi” çevreden bir liberal oluşu. İkincisi Diyarbakır’da uluslararası “sivil toplumculuğun” temsilciliğini yapması. Bir tür “önleyici engelleme”yle karşı karşıyayım yani. Ne kadar değişken bir siyasal iklimdeyiz. Üç beş yıl önce, masa halen ayakları üzerindeyken hanımefendi bölgede AKP’ye en yakın olan isimlerden biriydi. Şimdi twit hapsinde. Dilerim tez zamanda özgürlüğüne kavuşur…

***

Osman Çutsay soL’daki dünkü yazısında Nevzat Evrim Önal’ın kitabından yola çıkarak liberal şebekenin düzendeki rolünü hatırlattı. Şöyle dedi: “Mesele kapitalizmden doğrudan nemalananlar, yani bizzat sermaye sınıfı değil, onun özellikle ‘beyaz yakalılar’ arasına serpiştirdiği militanlar. Her biri diğerinden daha demokrat (ve entel) tetikçiler bunlar. Yani sadece Ankara’nın İslamcıları değil yalan söyleyip yayanlar. Halkın gözünü boyayanlar. Böyle bir başarıyı bu dinciler tek başlarına beceremezler zaten. Bir ara kablosu lazım bu enerjiyi yayabilmek için. O ara kablosu, somut olsun, mesela Syriza destekçileridir. Krizlerle şaşkına çevrilmiş emekçi halkı ve aydınları sisteme angaje edebilen ‘liberal sol’ militanlardır. Bunlar her yerde artık. İçlerinden bazıları hâlâ Tayyibistlerin dayağını yemeği sürdürüyor. Liberal sol, çağımız kapitalizminin ve/veya emperyalist demokrasinin temel gıdasıdır.”

Ne kadar çoklar ve ne kadar yapışkanlar. Son büyük kampanyaları 12 Eylül 2010’da. Yargıyı yürütmeye bağlayan o operasyon için hep birlikte “yetmez ama evet” diyerek rıza ürettiler. Aradan geçen 7 yılda vardığımız yer ortada. Yargı sizlere ömür. Cumhuriyetin son kalıntıları süpürülüp atıldı o sayede. Ülke zifiri bir karanlığın tam ortasında.

Peki, bu zifiri karanlığın ideolojik sorumluluğunu üstlenen liberal çete ne âlemde?

“Paketin hiçbir maddesinin demokrasi açısından daha geri bir noktaya götürdüğünü söylemek mümkün değil… Öküzün altında buzağı aramayalım... Evet!” diyen Ahmet İnsel Cumhuriyet’te o değerli fikirlerini yaymayı sürdürüyor. “Darbe anayasası ne kadar değişse sevaptır” diyen Baskın Oran boyunun ölçüsünü aldı, sustu oturdu. “Hayır diyenler kurulu düzen sürsün istiyor” diyen Ferhat Kentel hâlâ kanaat önderi. “Daha demokratik ve daha özgür bir ülkede yaşamak için evet demeliyiz” diyen Lale Mansur bildiri imzalamayı sürdürüyor. Mehmet Altan içeride, Mehmet Uçum sarayda. Şahin Alpay pişman, çile dolduruyor. “Sapına kadar evet” Ufuk Uras, “bugün olsa yine evet derim” Ali Nesin, “evet yetmez” Oral Çalışlar, Oya Baydar, Ömer Laçiner, Perihan Mağden, Orhan Pamuk, Mete Tunçay, Mithat Sancar mezarlıkta ıslık çalmaya devam ediyor.

Bir de siyasal analizlerinin mabadı açıkta kalanlar var. “Şair” Yılmaz Odabaşı “Kürt halkının geleceği için evet” demişti mesela. Ziya Halis ileride herkesin “evet” kararının doğru olduğunu anlayacağı kanısındaydı. Murat Belge özeleştiri yaptı yol verdikleri karanlığı görünce; “2010 referandumunda ‘evet’ diyenler kandırıldı ama sorumlusu 1923’te kurulan bu Cumhuriyetin sahipleri, katı Kemalistler”dir dedi. Öyle bir şebeke ki böyle cumhuriyet düşmanlığı görülmemiştir…

***

Yakın tarihte düzenin “aydınları”nın iki simgesel eylemi var. İlki “yetmez ama evet” kampanyası, diğeri “Kabataş yalanı vakası”dır. İlki liberal solculuğun, diğeri ona iliştirilmiş “İslamcı aydın yaratma” girişiminin sonu olmuştur. Türkiye’de düzene direnmenin dışında bir aydın çıkışının imkânsızlığının delilleridir bunlar. Gerisi Osman’ın deyişiyle fasa fisodur, kepazeliktir.

“Ama tam da birlik beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde” falan diye geveleyecekler olacaktır biliyorum. Bu zifiri karanlıkta payı olanları nasıl unutabiliriz, nasıl affedebiliriz? Ne birliği yapacağız gözünü bize dikmiş akreplerle? Şairin dediği gibi, bu dünyada bu zulüm onların sayesinde. Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahatin çoğu onların, canım kardeşim!

Bu tür kaoslarda önce zeytin dalları tutuşur, sonra öksüz zeytin ağaçları çatırdar. Ardından o zeytin ağaçlarından meyve devşiren gündelikçilerin kanı karışır toprağa. Bildik Ortadoğu manzarasıdır.

Bu yangını durduracağız. Bunun için de önce bu Syriza myrizayı, bu liberal solu molu, bu karanlık “ara kablosunu” söküp atacağız, mecburuz.