AKP için gitmek de zor kalmak da zor

7 Haziran’da ortaya çıkan sonuç şiddetle önlendi ve 1 Kasım’a çıkıldı. Yerli ve emperyalist sermayenin gösterdiği tepkiler, göstermelik kaldı. 16 Nisan referandumunda ise artık çok daha keskin ve açık hale gelmiş halk tepkisinin üzerinden YSK çizmesiyle geçtiler. Dincinin dinciye yapmaya kalkıştığı darbe, halkın ne istediğinden daha önemli, daha önde. Yani halkın vaziyete el koymasına kadar bu denklemden bir çıkış yok. Bu ağır ve derin krizden çıkmanın tek yolu ise halkın ve sınıfın gelip krize el koyması. Tek yol kaldı ülkenin önünde; yeni bir örgütlenmeyi başarmak!

Referandum ite kaka geçildi. Kağıt üzerinde her şey bitmiş görünüyor ama AKP de reisi de derin bir meşruiyet krizi ile karşı karşıya. Ayaklarının altındaki zemin kaygan. O zeminin üzerindeki iktidar yalpalayıp duruyor. Gölgesinden korkan bir tek adam rejimi imal ettiler az zamanda. Hoş, hangi tek adam rejimi gölgesinden korkmaz ki?

Ama referandumdan sonra AKP’nin yaydığı koku, korkunun felç edici etkisine işaret ediyor. 23 Nisan’da bakanlarının birinin koltuğuna oturan ve bakanın hoşlanmadığı laflar eden çocuğun öğretmenine soruşturma açtılar örneğin. Reislerinin koltuğuna oturan çocuğa yöneltilen soruyu ise alelacele yine reisleri yanıtladı. Çocuk bu, ne der ne demez?

Referandumun sıcağında koştura koştura OHAL’i uzatmaları da bu ruh halinin tezahürüydü zaten. OHAL’le yarattıkları tekinsiz iklimi sürekli beslemek zorundalar şimdi. Cem Küçük, Ömer Turan gibi ak-tetikçiler bu beslemeyi o kadar ileri götürdü ki ölçünün kaçmakta olduğunu gören başka yandaşlar müdahale etmek zorunda kaldı. Bu nedenle başlayan utanç verici bir tartışma halen sürüyor.

Dönemin tuhaflıklarından biri de darbeden sonra en ağır darbeleri yemiş olan Yargı'da yaşanıyor. Kurumda yaşanan büyük tasfiye ile ortaya çıkan açığı kapatmak neredeyse imkansız. Tuhaf iddianameler dolaşıyor ortalıkta. Yargı kararlarının çoğu Allahlık. Yüksek yargı fiilen yürütmenin eki haline dönüşmüş durumda. Her sokakta bir adli ve idari hâkimlik kursu var. Öyle ki, sürücü ehliyeti almak hâkim olmaktan daha zor.

AKP’nin ülkeyi sürüklediği iklimin yarattığı çamurlu zeminin yansımaları bunlar. Nereye dönsen bataklık, nereye baksak çürümüşlük. 1 Kasım’da, 16 Nisan’da sandıktan kuş çıkartan sahte zaferlerin AKP’yi sürüklediği yer desek de uyar. “Milli irade” diye diye geldiler, artık halka rağmen iktidarı tutmaya çalışan organize bir çeteye dönüştüler.

AKP İKTİDARI GELDİĞİ NOKTAYA DÖNDÜ

AKP’nin yarattığı çamurlu zeminin son ürünlerinden biri de Avrupa Birliği’nden ve AB üzerinden gelen şiddetli tepkiler. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin Türkiye ile ilgili hafta başında aldığı karar ise ilişkilerin AKP öncesi döneme dönmesi anlamına geliyor. AKPM Genel Kurulunda “Türkiye’de Demokratik Kurumların İşleyişi” konulu oturumda, Türkiye ile ilgili son dönemde ortaya atılan iddialar değerlendirildi, Türkiye'nin 2004'te çıktığı denetim sürecine yeniden sokulmasıyla ilgili tasarı oylandı. AKPM, 45'e karşı 113 oyla Türkiye'yi siyasi denetim altına alma kararı aldı. Türkiye’de özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilan edilen OHAL uygulaması bünyesinde alınan karar ve uygulamaların eleştirildiği AKPM raporunda, demokratik kurumların işleyişinin bozulduğu belirtildi.

Raporun görüşülmesinden sonra oylanan karar tasarısında ise Türkiye'ye 35 maddeden oluşan tavsiyelerde bulunuluyor ve AKPM ile Türkiye arasındaki iş birliğinin devam etmesi için bu tavsiyelerin yerine getirilmesi gerektiği ifade ediliyor.

Türkiye'nin 1949 yılında kurucu üye olarak dahil olduğu AKPM'de 1990'lı yıllarda oluşturulan "denetim süreci" üye ülkelerde demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) temel değerlerini tesis etmeyi amaçlıyor ve uygulanmasını denetliyor. 1996'da bu sürece dahil edilen Türkiye, yapılan yapısal değişiklikler ve düzenlemeler sonrası 2004'te süreçten çıkarılarak "denetim sonrası izleme sürecine" dahil edilmişti.

Ekonomisi sallantılı, ABD ve AB ülkeleri karşısında boynu bükük, Ortadoğu bataklığına boylu boyunca uzanmış, uluslararası alanda tecrit edilmiş bir ülke artık Türkiye. AKP, “Başkanlık yarışı”nı işte böylesine acıklı bir durumda kazandı. Seçimleri gözetlesin diye davet ettikleri AGİT’in her demeci ile biraz daha köşeye sıkışıyorlar. Öyle ki, savaş koşullarındaki Suriye’deki seçimler bile bu kadar tartışılmamıştı.

7 Haziran’da ortaya çıkan sonuç şiddetle önlendi ve 1 Kasım’a çıkıldı. Yerli ve emperyalist sermayenin gösterdiği tepkiler, göstermelik kaldı. 16 Nisan referandumunda ise artık çok daha keskin ve açık hale gelmiş halk tepkisinin üzerinden YSK çizmesiyle geçtiler.

Dincinin dinciye yapmaya kalkıştığı darbe, halkın ne istediğinden daha önemli, daha önde. Yani halkın vaziyete el koymasına kadar bu denklemden bir çıkış yok.

Bu ağır ve derin krizden çıkmanın tek yolu ise halkın ve sınıfın gelip krize el koyması. Tek yol kaldı ülkenin önünde; yeni bir örgütlenmeyi başarmak!

YA BU FURKANCILARIN GÜNAHI NEYDİ?

Adı var kendi yok Furkan Vakfının “kutlu doğum” açıklamasına TOMAlı, gazlı müdahale geldi. Çoluk çocuktan oluşan bir topluluğu çok şiddetli bir biçimde dağıttı polis. Dört kişi yaralandı, 50 kişi gözaltına alındı. Tamam, referandumda “hayır” diyeceklerini açıklamışlardı. Ama kaç üyesi olabilir ki bu küçük vakfın. Hayır deme ihtimali olan 200 kişiye bile tahammülü yok artık sistemin. Üstelik bu şiddeti yönettikleri kişiler Müslüman! Vakfın Başkanı Alparslan Kuytul başkanlığa “laik ve demokratik sistemin devam edeceği” düşüncesiyle karşı. “Sonuçta gene demokrat ve laik bir sistem devam edecek. Geri kalan önemli değil ki. Yine Allah'ın dediği olmayacak…" diyor örneğin. İtiraz gerekçesi bu kadar gerçek üstü.

Furkancılara yöneltilen şiddet de gösteriyor ki İslamcı muhafazakârların iktidarı Müslümanların boyunu çoktan aştı. Aynı mescitte yan yana secdeye varanlar devletin karanlık dehlizlerinde birbirlerine tecavüze yelteniyor şimdi. Birbirlerine darbe yapmaya kalktılar, darbeye eksik teşebbüste bulunanlar diğerleri tarafından teröristlikle suçlanıyor. Vaziyet o kadar karanlık.

“Geleceğin komutanı” olma koşulları açıklandı

İRTİCA GERİ GELDİ!

Darbe girişiminden sonra hallaç pamuğu gibi attıkları harp okullarında da tuhaf şeyler oluyor bu arada. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası mezun vermeyen ve ara sınıflardaki öğrencileri de ihraç edilen askeri okullar yeniden öğrenci başvurusu almaya başladı. Başvuru koşulları arasında “irticai faaliyette bulunmamış olmak” da yer aldı. Başvuru kılavuzunda yer alan ifadeye göre adayların, “Tutum ve davranışları ile yasa dışı, siyasi, yıkıcı, irticai, bölücü ideolojik görüşleri benimsememiş, bu gibi faaliyetlerde bulunmamış veya bu gibi faaliyetlere karışmamış olması” gerekiyor. Halbuki "irticai faaliyete katılmamış olmak" şartı AKP tarafından fiilen işlemez hale getirilmişti. Hem böyle bir sistemde “irtica” ne ola ki?

Harp Akademisi’nin yerine kurulan ve başına da “general” rütbesiyle badem bıyık bir TV ünlüsü atanan “Milli Savunma Üniversitesi” yayımladığı reklamlarla “geleceğin komutanlarını” arıyor bu arada. Milli Savunma Bakanı Fikri Işık’ın da sosyal medya hesabından paylaştığı reklamda “Geleceğin komutanı sen ol” sloganı öne çıkarıldı. Işık, reklamı paylaşırken “Milli Savunma Üniversitesine katıl, geleceğin Komutanı olma fırsatını kaçırma…” mesajını paylaştı. Fethullah Gülen döneminde “geleceğin komutanları olsunlar diye” orduya yerleştirilen komutanlar ise içeride çilelerini dolduruyor. AKP’nin yarattığı tepetaklak âlemin cilveleri bunlar.

Bu yazı Boyun Eğme dergisinde yayımlanmıştır.