Adaletin bu mu dünya?

Hasan Cemal’i hatırlıyorum ilk. Koştu gitti. Dediğine göre hem gazeteci kimliğiyle izlemek için, hem de desteklemek için oradaydı. Hoş arkadaşın destekçi kimliği her zaman gazeteci kimliğinin önündeydi ama olsun. Kemal Kılıçdaroğlu’nun ani bir kararla başlattığı “Adalet yürüyüşü”nün çok renkli bir destekçi dağılımı göstereceği onun tavrından belliydi.

Kısa bir yürüyüşle Kılıçdaroğlu ile fotoğraf çektirenlere şöyle bir baktım. Hakikaten Türkiye‘nin bütün renkleri orada; Gülriz Sururi, Müjdat Gezen, Bedri Baykam, Uğur Dündar… Fotoğraflardan birinde gördüm, Heykeltıraş Mehmet Aksoy da yürüyordu ama gazeteciler tanımadığından ismini zikretmemişti. Ankaralı Turgut’u kaçırmamışlardı çok şükür. Sonra Sunay Akın, Ayşe Kulin… Levent Gültekin müstakbel Cumhurbaşkanı gibi yürüyordu gerçekten. Melek Baykal ve Dilber Ay da yürüyordu ki bu gerçekten de Gezi’yi aşan bir durumun işareti. Türkiye’nin sol renklerinin çoğunluğu orada, yürüyor. HDP yürümek istiyor, niyetli. LDP bile desteğini açıkladı yürüyüşe ki bu yürüyüşe mesafeli durmanın artık imkânsız olduğu bir siyasal iklimin sonucu. Eleştirisi ve eleştirmeni az bir eylemle karşı karşıyayız o yüzden.

Eski İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal istisnalardan biri. Dedi ki, “Ben bu ülkenin bölünmez bütünlüğüyle sorunu olanlarla, Cumhuriyetle ve Atatürk'le sorunu olanlarla, emperyalizmin işbirlikçiliğini yapanlarla yürümem.” Belli ki yürümeyeceğini beyan ettiği kişiler liberaller ve Kürt siyasi hareketinin temsilcileri. Ama Kocasakal da bir hukukçu nihayetinde. Hayrettin Karaman gibi “Ateistlere ve lgbti’lere kötü davranmak haktır” diyecek hali yok. Demiyor da zaten. Sadece onlar için yürürüm ama onlarla birlikte yürümem diyor. Hakkıdır.

Ama CHP’nin cumhuriyetçilik ve “Atatürkçülük” gibi iddiaları çok belirgin değil zaten. Laikliği telaffuz etmekten özellikle kaçınıyor. Kılıçdaroğlu en son 12 Eylül 2010 referandumundan sonra beyanda bulunmuştu bu yönde. O da “laikliğini tehlikede olduğunu düşünmüyorum” şeklindeydi. Hakikaten tehlikede değil laiklik. O tarihten sonra ölüsü ortalıkta kalan mevta hızla gömüldü. Daha geçen hafta kararname çıkardılar liselerde mescit zorunludur diye. Milli eğitimi bitirdiler yerine dini eğitimi geçirdiler. Şimdi gidip sorun, Cumhuriyetin de tehlikede olduğunu söylemeyecektir. Tayyip Erdoğan’ın bir takım aşırılıkları söz konusudur, o aşırılıklar önlenirse her şey düzelecektir.

Yürüyüşün bu kadar renkli olmasının nedenlerinden biri bu. Adalet istiyor yürüyenler. Mesela onu imkân haline getirecek herhangi bir iktidar talebi dillendirilmiyor. Saray o yüzden bütün kızgınlığına rağmen olup biteni izlemekle yetiniyor. Sonu farklı biter mi, göreceğiz…

***

Ümit Kocasakal’ı düzeltmek değil maksadım ama bu “Atatürkçülük” çok sorunlu bir lakırdı. Genel kanı onun Kemalizm’le aynı şey olduğu yönünde ama değil. Evcilleştirilmiş bir Kemalizm Atatürkçülük; Devrimi düşük, laikliği silik. 12 Eylül generallerinin imzası var altında. Gerici reformlarla uyumlu hale getirdiler Kemalizm’i, hatta giderek anti-Kemalist bir Atatürkçülük imal ettiler. Gericiliğin makul Kemalizm’e taktığı ad oldu haliyle. Kürde şaşı bakması o yılların bakiyesi. Liberalizm ise bile isteye Kemalizm’le Atatürkçülüğü bir sayıyor ve Atatürkçülük üzerinden Kemalizm’e ve laik Cumhuriyete yükleniyor. Onların sorunu Atatürk düşmanı olmaları değil, laik cumhuriyet düşmanı olmaları. Aklı başında olan kim yürümek ister onlarla, kim aynı fotoğraf karesine girmek ister. “Yürüyüşe gelme” diyemezsin elbette ama birlikte fotoğraf da çektirmezsin. Adalet söz konusu sonuçta. Bu adaletsizlik liberallerin payını unutmayalım ama evet, adalet bu günlerde onlara da lazım. Not edelim, yakında AKP’lilere de lazım olacak ama bulamayacaklar.

***

Adalet, hak ve hukuka uygunluk, hak ve hukuku gözetme ve yerine getirme, doğruluk demek. Adil olma durumu muktedir açısından. İktidara, yetkeye, devlete ait bir şeyden söz ediyoruz sonuçta. Birbiri ardına yapılan anayasa değişikliklerin ardından yokluğunun hissedilip bir sorun haline gelmesi şaşırtıcı değil. Anayasalar iktidarın, yetkenin, devletin gücüne bir sınır getirme belgesi. Kaldırdılar anayasayı, paramparça ettiler. O boşlukta adaletsizlik türedi, gelişti, boy attı. Yasalarla çizilen hakları kullanmak iktidara yakınlığa bağlı artık. İdarenin işlemleri hak ve hukuka aykırı. Adalet bir mekanizma olarak işlemiyor. Daha kötüsü iktidardakiler adaleti bir erdem saymıyor. Onu istediğine bahşedebileceği, istediğini mahrum kılabileceği bir şey sanıyor. Bildiğimiz Ohal’lerden biriyle karşı karşıyayız yani.

Bu hayhuy içinde “sosyal adalet”e sıra gelmiyor tabii. Eşitlik olmadan olmaz adalet. Adaletsizlik var çünkü bir yağma düzeni kurdu muktedir. Azgın bir sömürü, açlık, yoksulluk üzerinde yükseliyor adaletsiz yapı. Bu adaletsizlikte patronlar karlarını arttırdı mesela. Adaletsizlik hissetmiyor onlar, bir an önce adaletsizlikten yakınmaktan vaz geçelim, üretmeye, çalışmaya dönelim istiyor. Ezilenlerin, sömürülenlerin sorunu adalet.

Haliyle adalet yürüyüşü muktedirden adalet isteme yürüyüşü değildir. Muktedire sınırlarını hatırlatma yürüyüşüdür. Güç ister, emek ister, kararlılık ister, örgütlülük ister, sabır ister, özgüven ister, iktidar perspektifi ister. CHP’ye ve liderine böyle şeyler atfetmek büyük haksızlık. Bu tür bir beklentiyi destekleyecek bir pratiği yok CHP’nin. Kemal Kılıçdaroğlu’nun hiç yok. Sezgin Tanrıkulu-Mehmet Bekaroğlu arasındaki tekinsiz bölgede yitip gidebilir bütün umutlar. Mahmut Tanal ve Eren Erdem’in amatör sahne gösterisi ile yetinmek zorunda kalabilirsiniz yine.

***

Lafı dolandırmayalım; eleştirisi eksik olan işlerin kimseye bir faydası olmaz. Futbol maçı değil bu, biz de maçın büyüsüne kapılmaya hazır taraftarlar değiliz. Adalet isteğine kayıtsız kalamayız evet ama o isteğin neye tekabül ettiğini tartışabiliriz. Tartışıyoruz ve eleştiriyoruz. Soğukkanlı bakıyoruz; yürüyüşün, direnişin, her ne ise, bir halk hareketine dönüşmesine umut ediyoruz. Yani Hasan Cemal’e takılıp kalacak değiliz eleştiride. Daha derin sorunlardan söz ediyoruz.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Çetin Osman Budak, patronlara bir mektup göndererek Adalet Yürüyüşüne destek istedi mesela. TÜSİAD, MÜSİAD da var aralarında. Şöyle deniyor bir yerinde: “Adaletin olmadığı yerde can ve mal güvenliği, yatırım, üretim, iş, aş ve huzur olmaz. Bunu en yakından bilenler sizlersiniz... İş dünyamızın, ülkemizin can alıcı sorunlarına kayıtsız kalamayacağına inanıyorum.” Hâlbuki hayatla uyuşmuyor bunlar. 16 Nisan’ın ardından “referandum bitti, ekonomiye odaklanalım arkadaşlar” dediydi arkadaşlar. Memnun onlar olup bitenden. Grev yok, direniş yok, itiraz yok. Emekçinin hakkını düzenleyen “HaftaTatili Kanunu” kaldırıldı geçen hafta, daha ne olsun? Yani adalet bir gün bu topraklara gelecekse patronlara rağmen gelecek, dediğimiz bu. Sol her nereye yürüyorsa, bu gerçeği unutarak tek bir adım bile atamaz!

İnsanlık tarihi adaletsizliğe isyanların ve adalet arayışlarının tarihi. Birkaç bin yıllık mücadeleden damıttığımız değerli bir deneyim bu; Halkın ekmeğidir adalet, yokluğu tahammül edilebilecek bir şey değildir. Ama nazlıdır, kırılgandır gelin görün ki. Son diktatör devrildiğinde, son kapitalist kovulduğunda gelir gelirse ancak.

Demek uzun bir yolun başındayız daha. Başlamak kolay bitirmek zordur. Öyleyse yürüyelim arkadaşlar!