Adalet ve kalkınma

Demokrat, doğru yol, ana vatan, refah, fazilet, milliyet, adalet, kalkınma… Türkiye’nin yakın dönemindeki sağ partilerin adları bu kelimelerden oluşuyor. Necmettin Erbakan’ınki önce “milli nizam”, sonra “milli selamet” adını taşıyordu. “Milli”yi Arapça aslına uygun olarak “din-şeriat” anlamında kullanıyordu rahmetli. Dolayısıyla gerçekte “dini nizam” ve “şerri selamet” peşindeydi. Ufak bir takiye vardı partisinin adında kendisine bakılırsa. Amacı örtüyor ve koruma sağlıyordu bu küçük yalan. Ama şurası tartışma götürmez ki Türkiye’nin en önemli dini partisinin adı bir yalanla örtülüydü. 

Hangisi yalanla örtülü değil ki?

“Demokrat Parti” demokrat değildi. Vurup kırarak, saçıp dökerek bir tek parti rejimi kurmaya kalkıştı. Hâlbuki hala tek parti dönemini bitiren parti olarak söz ediliyor bu karanlık oluşumdan. Faşizan uygulamaları öyle bir hal aldı ki, sonunda askerler ve halk tarafından alaşağı edildi.   

Yerine kurulan “Adalet Partisi”nden geriye lideri Süleyman Demirel’in “Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtmezsiniz” lafı kaldı. Sokakları esir almış faşist cinayetler karşısında dahi anca bu kadar adaletliydi beyefendi. 

“Doğru Yol Partisi”, ismiyle müsemma, eğri büğrüydü. Tansu Çiller vardı başında, ömrünü de onunla tamamladı. Başka söze gerek var mı?

ANAP, “Anavatan Partisi” vatanı satanlarla doluydu. Ülkeye vahşi kapitalizmi o getirdi. Toplumu piyasa mekanizmasına o kurban etti. “Benim memurum işini bilir” ve “sen onu küçük Turgut’a anlat” sözleri kaldı arkasında. Birincisi hırsızlığın, ikincisi kaba sabalığın ve cehaletin kutsanmasıydı. 

MHP, “Milliyetçi Hareket” paramiliter halk düşmanları yetiştirdi tarihi boyunca. Abdullah Çatlılar, Mehmet Ali Ağcalar, İdi Aminler hep onun içinden çıktı. Uzatmaları oynuyordu 12 Eylül’den bu yana. Siyasi ömrünü gerici yancısı olarak tamamlamak üzere. Tarihine bakın, bir tek “milliyetçi” tutumunu, bir tek “milli” işini bulamazsınız.  

“Adalet ve kalkınma” adını taşıyor bugün iktidarda olan. Yancısı “milliyetçi hareket”. Alternatifi “iyi” parti. “İyi” dedikleri, işte bu karanlık tarihin bütün aktörlerinin bir sentezi olma iddiasında. Kötülüklerden damıtılmış bir iyi!

Bir de hepsini birleştiren ortak bir noktaları var: Antikomünizm! Adlarına bakın ve karar verin. Bu karşıtlıkları mantıklı değil mi?

***

Adalet ve kalkınma şiarıyla yola çıkanların 15 yılda geldikleri yere baksanıza. Ülke OHAL zulmü altında. Devlet imamlar tarafından ölü ele geçirilmiş. Yargısı tepelenmiş, yasaması kendini savunmaktan aciz hale düşürülmüş. İdaresi bile gasp edilmiş bir devlet bu. Başbakanı başbakan değil, bakanı bakamıyor, belediye reisi merkezden atanıyor. 

Acıklı adalet manzaraları ortaya çıkıyor haliyle. 

Bakın mesela, Gezi gazisi Aydın Aydoğan’ın canına tak etti ve bir dilekçe yazıp savcılığa verdi. Halkın yarısına her gün hakaretler yağdıran siyasetçiden şikâyetçiydi. Dilekçeyi verdikten sonra adliyeden çıkar çıkmaz "kişilerin huzur ve sükûnunu bozma" suçlamasıyla gözaltına alındı. Şikâyet dilekçesi verenin suçlu olduğunu iddia ediyordu sistem. Bu, sağ siyasi iktidarlar dönemi için bile bir yenilikti.

Bakın mesela, Damat Bakan Berat Albayrak, CHP'li Özgür Özel'in "Cemaat okullarında okuduğu" iddiası üzerine söz alıp, "35 sene içerisinde Cemaatin yüzlerce okulunda okuyan yüz binlerce, milyonlarca gencin bir tanesiyim" dedi. Bakanlığı sırasında cemaatçi kuruyemişçiden fındık fıstık alan, cemaatçi bankadan ihtiyaç kredisi isteyen, parasızlıktan çocuğunu cemaat okuluna-yurduna kaptıran garibanlar içeride çile dolduruyordu hâlbuki. Ellerinde hiçbir delil olmamasına karşın okulları, bankaları, şirketleri, gazeteleri, baklavacıları, börekçileri cemaatçi diye kapattılar. Berat Bey açık kaldı.

Bakın mesela, Almanya’da AKP Dış İlişkiler Başkan Yardımcısı Metin Külünk’ün “Almanyalı Osmanlılar” adındaki çete oluşumuna para verdiği öne sürüldü. Ülkedeki resmi raporlara göre bu çete AKP tarafından PKK, aşırı solcular ve Gülen hareketine karşı “terörle mücadele faaliyeti” yürütmek üzere kurulup desteklenmişti. Gelin görün ki çete üyelerine uyuşturucu, silah ticareti, kara para aklama, şantaj, belgede sahtecilik gibi suçlamalar yöneltiliyor. Örgütün eski lideri de halen başka suçlamalar nedeniyle tutuklu… Devletin MİT’ini, polisini, askerini bitirmişler, “terörle mücadele” bu kahvene pişbirikcilerine kalmıştı. 

Bakın mesela, yolsuzluğa bulaşan dört bakana yurt dışına çıkış yasağı konulduğu haber edildi geçen hafta. Hayır, yasağı mahkeme değil saray koymuştu. Ana muhalefet partisi başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ABD’de yargılanan ve yasaklı dört eski bakana rüşvet verdiği iddia edilen Rıza Sarraf'a devletle ilgili sırların dönemin hükümeti tarafından verildiğini söyleyerek, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı rüşvet dosyalarını kapatmakla suçladı. Kime soruşturma açıldı dersiniz? Kemal Kılıçdaroğlu’na… Ama Kılıçdaroğlu’nun açıkça işaret ederek, “evi basılsın, ofisi aransın, tutuklansın” diyen Külünk’e ve “bittin sen” diye tehdit eden İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya herhangi bir soruşturma açılmadı.

Bakın mesela, eski Adalet Bakanı, yeni Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, halen Meclis tutanaklarında yer alan Fethullah Gülen'i övdüğü sözleri tekrar gündeme getiren kişilerin “FETÖ'nün teröristleri” olduğunu söyledi.

Ne yapacaksın? Yargıyı önce AKP’ye sonra saraya teslim ettiler. Yüksek yargı çay toplamaya gitti ve ondan sonra sesi sedası kesildi. Şimdi KHK ile doğrudan saraya bağlamaya çalışıyorlar. Yüksek yargıçları saray atayacak ve ömür boyu görevde kalacak arkadaşlar. Yargı düzeni böyle. Artık en ağır suç Cumhurbaşkanına hakaret. Tacize, tecavüze uğrayana, uyuşturucu kullanana, adam dövene, tehdit edene bakmıyor güvenlik kuvvetleri. Mağdurlar saldırganları sosyal medya üzerinden arıyor. Önceki gün Küçükçekmece’de sokak ortasında silahlı 30 kişi çatıştı. Bir çocuğun ölümüyle sonuçlanan çatışmanın ardından 14 tabanca ve bir otomatik tüfek bulundu olay yerinde. Bu işlere dönüp bakmayan polis o sırada Ankara’da işini geri almak için direnen Veli Saçılık’ın olmayan koluna kelepçe takmaya çalışıyordu. “Adalet ve Kalkınma”nın adaletidir...

***

Ne kaldı geriye? Kalkınma…

AKP’li Çalışma Bakanı’nın işçiden fedakârlık beklediğini söylemesinden iki hafta sonra iyi haberler geldi o konuda. Yüzde 11 büyümüştü ekonomi. 

Önce işçiden fedakârlık isteyen bakanın sözlerine, sonra TÜİK açıklamasına bakın. Ekonomik büyümenin işçinin fedakârlık yapmasına engel bir durum teşkil etmediğini hemen anlayacaksınız. Büyüme rakamları büyüyor. Onunla birlikte AKP’nin harcamaları, Sarayın harcamaları, Diyanet’in harcamaları büyüyor. İddialarına göre Türkiye de büyüyor ama yoksulun, emekçinin, işçinin bütçesi sürekli küçülüyor. Ekonomi büyüdü. Saraydaki harcamalar eleştirilince “itibardan tasarruf olmaz” diyenler, Saraya, Diyanete, patrona, TÜRGEV’e ülkenin varını yoğunu “pişkeş” çekenler ve yancılarına dönüştürdükleri büyük patronlar sevinçli. 

Ekonomi büyüdü ama onunla birlikte enflasyon, işsizlik, cari açık da büyüdü. Bunların ekonomileri böyledir, her şeyleri böyledir. 

Sağ partilerin tarihinin özetidir yalan. Bir de o yalana özenen sözde “sol” partiler vardır etrafta. Külli yalandır.

***

Yalan ve talanla yürüyen bir düzenin siyasi özetidir bu. O düzen adı yalan, kendisi yalan siyasal partiler üretir. Hepsi birbirine benzer, hepsi bir ve aynıdır.

Bırakın yalanla oyalanmayı. Adalet ve kalkınma patron yancılığının, dinci gericiliğin, ölçüsüzlüğün değil, eşitliğin ve özgürlüğün türevi olabilir ancak.

Onlar antikomünistse siz komünist olacaksınız mecbur!