“Değil birkaç

              değil beş on

                        otuz milyon

                                   aç

                                      bizim!

Onlar bizim!

Biz onların!

Dalgalar denizin!

Deniz dalgaların!...”

Açların deli gözbebekleridir şairin anlattığı. Tarih geçen yüzyılda akmaktadır. 1920’li yılların başında, Nazım, Moskova yollarındadır. Uzun savaş daha yeni bitmiştir, “savaş ekonomisi” yürürlüktedir. Şair açlığın eşliğinde yürür Anadolu içlerinden Moskova kapılarına…

Edebiyatımızın ilk “serbest ölçülü şiiri” açların gözbebekleri üzerinedir, uykudan aç uyanıp, uykuya aç yatanlara adanmıştır.

“Bunlar yürüyen parçaları

                   o kurak toprakların!

Kimi kemik dizlerine vurarak

                       yuvarlak bir karın taşıyor!

Kimi deri... deri!

Yalnız yaşıyor gözleri!”

Bunlar yürüyen parçaları o kurak toprakların. Kemik ve deri, yalnız yaşıyor gözleri…100 koca yıl geçti aradan, dile kolay tam bir asır demek bu. Ne var değişen açlarımızın sayısından başka peki? Milyonlarca aç bizim, biz onların, dalgalar denizin, deniz dalgaların…

O dizelerin kâğıda dökülmesinden 100 yıl sonra uykudan aç kalkanlar ve uykuya aç yatanlar varsa hâlâ, ne yazacağız başka. Dönüp açların gözbebeklerine bakma vaktidir.

***

21. yüzyılın başında, Dünyada 1 milyar kişi aç. Demek, her sekiz insandan biri yatağa aç giriyor hâlâ.

Türkiye’de nüfusun yüzde 10’u açlık sınırında yaşıyor, sekiz milyon insanımız aç. Bir ülke düşünün asgari ücret açlık sınırı rakamlarıyla yarışıyor. 50 milyon yurttaşımız yoksulluk sınırının altında bir hayat sürüyor. Sadece 20 milyonumuzun karnı tok sırtı pek. Halbuki biliyoruz, ekmek herkese yeter.

Neden böyle oluyor peki?

OECD raporuna göre, Türkiye gelir ve servet dağılımı konusunda Avrupa’nın en kötü durumdaki ülkelerinden biri. AKP döneminde gelir dağılımı en uç noktalara savruldu. İşçi refahında en sonuncuyuz. Türkiye’de haftada 60 saatten fazla çalışan işçilerin oranı yüzde 20,6; OECD ülkeleri içindeki en yüksek oran.

Ülkedeki servetin yüzde 54’ü yüzde 1’in elinde. Nüfusun yüzde 72,6’sının serveti 10 bin doların altında. Nüfusunun binde 1’i dolar milyoneri. Nüfusun yüzde 10’unun serveti, ülke servetinin yüzde 77’sini buluyor. Geriye kalan yüzde 23’ü nüfusun yüzde 90’ı paylaşıyor.

Nedir bu? Çürümüş bir köhne düzen…

Öyle tuhaf bir denklem ki sözünü ettiğimiz, Dünyanın en zengin 8 insanı, yoksullukla mücadele eden 3,7 milyar insanın toplam servetine eşit servete sahip. Bir elin parmağı kadar olan bu asalakların serveti son 1 yılda 762 milyar dolar arttı. Sadece servetlerine eklenen kısımla, küresel yoksulluğu tam 7 kez bitirebiliriz. Yani bu sekiz kişiyi öldürsek, servetlerini yoksullara dağıtsak yeryüzünde yoksul kalmayacak. Artanıyla bütün hastaları iyileştirebileceğiz. Dünyada ne aç kalkan olacak, ne de aç yatan. Düşünün, sadece 8 kişi şunun sırasında.

“Ama vahşet değil mi diyeceksiniz” biliyorum. Yıllar önce bir yürüyüşte duymuştum o sloganı; “ekmek bulamıyorsanız zenginleri yiyin” diyordu. Ben de onu diyorum. Gerisini gayrı siz bilirsiniz!

***

Dönüp açların irileşen gözbebeklerine bakıyoruz. Yazgı değil bu, ekmek herkese yeter. Eşit bölüşebiliriz ürettiğimizi. Çürümüşü kaldırıp atabiliriz…Gördüğümüz bu.

“Ey beni ağzı açık dinleyen adam!

Belki arkamdan bana bu kalbini haykırana ‘kaçık’ diyen adam!

Sen de eğer

                  ötekiler gibi kazsan,

bir mana koyamazsan sözlerime

                        bak bari gözlerime;

                        bak bari gözlerime;

                        bak bari gözlerime;

Deli gözbebekleri!

Gözbebekleri!”

Halbuki biliyoruz, ekmek herkese yeter. Ama onlar açlar çoğalsın istiyor. Aç gözlülükle servet ediniyorlar, biriktiriyorlar, çalıyorlar, zorla alıyorlar, savaş çıkarıyorlar, el koyuyorlar, dolandırıyorlar. Açlığın kırbacı, sonsuz kalabalıkların onlar için çalışmasını sağlıyor çünkü.

Dedi ki zaliminiz önceki gün, açların karnını doyuruyoruz, buna rağmen nankörlük ediyorlar bize. Ama evet, kabahat onun değil, sizin. Bir avuç asalak teslim aldı hepimizi. İnsanlık tarihinin en ucube düzeninde, kapitalizmde yaşamaya zorlanıyoruz. Daha fenası, rıza gösteriyoruz buna.

Büyüyor açların gözbebekleri, deli gözbebekleri.

Ey beni ağzı açık dinleyen adam, bak bari gözlerime. Ayağa kalk. Aç kaçınılmaz olanın yolunu. Aç… Aç artık!