Yenik düşmek…

Daha ilk kuruluş toplantısına katıldığımda söylemiştim, ‘gericilikle işbirliği yapan kaybeder’ diye, sonra dünya örneklerini anlattık, ‘yasalar karşısında meslek tanımı yapılmamış bir alanda sendika kurmak hayalciliktir, önce yasal tanımın yapılması için meydanlara çıkıp durumu haykırmalı, bunun için halk ve tüm örgütlü yapılarla birlikte davranılmalı’ dedik.

Dinletemedik.

Fırtınalı bir denizde her yanı delik-deşik bir kayık misali yola çıkıldı.

“Televizyon ve dizi sektörü denen alanda süren acımasız-insafsız çalışma koşullarının oluşturduğu sömürü çarkını kırmak için bir adım belki” deyip sustuk, izlemeye koyulduk.

Kaldı ki, amaç yalnızca ‘bu alanda çalışan oyuncuların haklarını savunmak-geliştirmek olduğu’, set çalışanlarından başlayarak alandaki tüm yaratıcıları dışlayan, birlikte davranışın önünü tıkayan bir çıkış olduğu için de benim açımdan daha baştan ölü doğmuş bir çocuktu.

Dönemin Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın adının karıştığı pis kokular vardı ortalıkta, ‘Bakan odasında kurulmuş Sendika’ deniyordu, sonra çalışma bakanlığı ile yapılan toplantıların sonrası ‘uyum ve eşgüdüm’ lakırdıları duyar olduk.

Uyardık, “AKP tüm çalışma hayatında olduğu gibi burada da sömürü çarkının ta kendisidir, güvenmeyin, döner arkadan hançerlerler.”
Hiç oralı olmadılar.

Mehmet Ali Alabora, liberal aymazların sofralarından kalkıp alandaki arkadaşlarına, “çözüyoruz söz aldık, yasa çıkacak bu iş bitecek” açıklamaları yaptığında da hüzünle gülmüştüm.

“Setlerde oyuncular için sigorta yapılmasını zorunlu kılıyoruz” açıklamaları da karşılığı olmayan küçük bir sevinç olarak kursaklarda kaldı.

Sonra susuldu.

Haziran Direnişi’nde ortaya çıkıldı. Gezinin orta yerindeki çadıra ziyaretler, yürüyüşlerde önde saf tutmalar hem görseldi hem tüm direnişçiler adına umutlu görüntüler vermişti.

Mehmet Ali Alabora hedefe kondu, önce her oyuncudan direnç, sonra suskunluk.

Çok kısa zamanda bu suskunluk büyüdü ve korku dağı oldu. Konuyla ilgili televizyon demeçlerinden, gazete röportajlarından kaçanların bininin bir para olduğu zamanlar yaşandı.

Bozuntu höykürdükçe ve tayfası ‘geziciler listesi’ yayınladıkça korku, imparator oldu.

Herkes iş, aş peşine düştü.

Tuhaftır.

Teslimiyet, kelepçe gibi gelip kollara takılınca dün unutturulmaya başlandı. “Gezi bir şenlikti ve orda kaldı” açıklamaları cehaletin ve sisteme yaranmanın en belirgin örneği oldu.

Herkes işinin başına döndü.

Çocuklarımız öldürüldü susuldu, sürülenler işlerinden atılanlar, haklarında soruşturmalar açılan binlerle insan oldu susuldu, tiyatrolar düşman ilan edildi susuldu, meslek odalarının hakları tırpanlandı susuldu, direniş çağrısı yapan ağabeyleri yalnızlaştırılıp haklarında davalar açılınca susuldu, alanda ve ülke de yaşanan haksız ve hukuksuzluklar, hırsızlıklar, cinayetler büyüdükçe susuldu.

“Bazen susmak erdemdir’ geriliği bayrak edinildi.

AKM için tek eylem yapılmadı, kentsel dönüşüm adıyla süren talan için tek açıklama yok, kültürel varlıkların iç edilmesi konu bile edilmedi, TÜSAK konusunda kem-küm dinledik.

Emek Sineması için yapılan cengâverlikte sönünce ‘ortaya çıkış’ kendiliğinden bitiverdi.

Şimdi setler aynı sömürü çarkında tıkır tıkır işliyor, ‘yasaklılar’ her yerde şovda ve AKP yumruğu savurdukça gard almak yerine, dayak üstüne dayak yeniyor.

51. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde sansür ve otosansür kara bir leke gibi getirilip alınlarımızın orta yerine yapıştırılınca, ters köşede nakavt olmuş acemiliğin nasıl çırılçıplak kaldığını birlikte izledik.

Festivalin kapanış gecesi için onlarca söz edebiliriz ama ‘oyuncu hakları için mücadele eden’ bir sendikanın sansürün ve otosansürün aklandığı bu gece de boy göstermesi, teslimiyetin son perdesidir.

100 yaşındaki sinemanın bağrına taht kurup, bunun yavan edebiyatını yaparak sağda solda bin araba laf edenler de aynı perdenin altında kalırlar.
Yazık ettiniz sevinçlerimize, haykırışlara, birlikte yaşadığımız hüzne ve coşkuya.

Artık 18 Ekim gecesinden sonra, Sansür ve otosansür alnınızın orta yerine yapışıp kalmış bir kara lekedir ve ne yapsanız silemezsiniz.

Yenik düşüp teslim olanlar çabuk unutulur, sıranın size gelmesini hiç istemezdim.

[email protected]