Yavuz hırsız…

Hep öyle olur. Birileri bir şeyleri aparıyorlarsa sessiz-sedasız yapmak isterler işlerini.

Çaktırmadan, saman altından, karıncayı incitmeden, üzmeden, yumuşak yumuşak.

Öyle ki bu işte adeta uzmanlaşırlar.

Bu tür yaratıklar, yakayı ele verene kadar her tür dolabı çevirirler.

Gerçi benim ülkemde yakayı ele vermek de bir şey ifade etmez hatta daha da itibarlı olunur!

Örneğin, seçimlerinde bu tür kişilerin peşinden, dörtnala koşmaya başlanır.

İyi hesap yaparsan bakarsın bir sabah vekil, bakan ya da belediye başkanı olarak uyanmışsın!

İhaleye fesat karıştırmışsın, sahte fatura kesmişsin, vergi kaçırmışsın, çalışanların haklarını geçtik, sigorta primlerini bile vermemişsin, hayali ihracat yapmışsın, yandaşlarını kayırmışsın, devlet varlığını, halkın malını ona-buna, hısım-akrabaya peşkeş çekmişsin, kaçak inşaatlar dikmişsin, yetmedi kara para aklamışsın, banka hortumlamışsın, uyuşturucu tacirliği yapmışsın bunlar önemsiz.

Önemsiz çünkü bütün bunlar becerikli olduğunun, böylelikle devlet yönetiminde başarılı işler yapacak biri olabileceğinin göstergesidir!

Ülke buna, ‘seve seve’ alıştırıldı.

Son yedi yıllık süreç, bu durumun yüzlerce örneği ile dolu.

Devletin mahkemelerine ulaşmış, ‘yolsuzluk’ dosyalarının büyük çoğunluğu ‘dokunulmazlık’ zırhına sığınılarak yapılmış aparmalardan oluşuyor.

Bazen nasıl oluyorsa oluyor, bazı isimler biraz öne çıkıyor ve birileri bu isimlerin orasını-burasını biraz eşeliyor ‘bu kadar da olmaz ayıp’ filan diye manşetler atılıyor ortalarda dosyalar, filmler, belgeler uçuşuyor da bu beyleri yakından tanıma olanağına kavuşuyoruz.

Anımsayacaksınız. Yumurta, mısır, naylon fatura, vergi kaçakçılığı, hayali ihracat, kaçak inşaat simsarlığı, vb. Unakıtan denen bir bakanı işinden etmişti.

Son kabineye alınmadı, “dinlen ağabey, yoruldun” dendi.

Ne derseniz deyin, adam şanslıydı.

Maliye bakanlığı gibi bir görev, öyle her kula güzellenecek bir görev değil ki!

Hem, “Kemal ağabey işini iyi bilen bir maliyecidir. Faizsiz bankacılıkta uzman!”

‘Babalar gibi satarım’ en ünlü sözüydü. Sözünde de durdu. Babalayıp sattı tüm kamu mallarını.

Bir başkası da, AKP genel başkan yardımcısı koltuğunda oturuyordu hani.

‘Kürt ama azılı Kürt düşmanı’ diye bilinirdi. Kendilerinden olmayan herkese, her şeye karşıydı.

Konuşmaya başladı mı, bir gerginliktir kuşatırdı her yanı.

Sonunda uyuşturucu, arsa ve emlak ticaretinden kendi başını, kendi yedi.

Son kabinede o da yok. Yorulmuştur!

Tır filosu, arsalar, konutlar bir de elindeki tespih yanına kar kaldı.

Örnekler o kadar çok ki. Bakanlık bürokratlarından, belediye başkanlıklarına kadar uzanan bir ‘saadet zinciri’ sanki.

Paranın kokusu, cemaat ve tarikat kültüründen gelenleri adeta kudurtuyor!

Hem sonra, ‘kaç yıldır bu günler bekleniyordu’, ‘Şimdi olmazsa ne zaman?’

Hazır arkasında ‘millet desteği’ var, vatandaş yol vermiş’ Eeee o zaman işi iyi yapmak lazım.

‘Ne yani bin yıldır başkaları götürüyordu, şimdi de bunlar götürmüş çok mu?’

Uzatmadan bir son örnekle bitirelim.

Avrupa Kültür Başkenti İstanbul için kurulan şu 2010 Ajansından yine pis kokular yayılıyor.

Ajans, projeleri yandaşlara ‘pas’ etmiş. Bütçeler bazı dinci vakıflara ve işinde ehil olmayan sanat sevicilere verilmiş.

İstanbul Milletvekili Çetin Soysal, açtı ağzını-yumdu gözünü.

“Burada usulsüzlükler var, ortada proje de yok para da. Bu işin sorumluları her kimse elimiz yakasındadır! Buraya petrol ve petrol ürünlerinin satışından bile paralar aktarılıyor. Nerede bu paralar? Nerde sanat diye sunduklarınız? 2010’a şunun şurasında iki ay var, bu ajans ve orada koca koca paralarla çalıştırılanlar neler yaptı? Ortada elle tutulur gözle görülür hiçbir şey yok”

CHP bu durumu, tam bir yıl sonra görebildi!

Oysa basına onlarca veri-sonuç-belge iletmiştik ve onlarca kez yazı konusu etmiştik.

Talan ve dönen dolaplar gündelik basının sayfalarını süslemiş, ajansın yönetim kadrolarından dört kişi birden istifa etmişti.

İstifa edenlerin başında Nuri Çolakoğlu vardı. Bu eski ‘solcu’ beyin ağzını bıçak açmadı.

Hiçbir biçimde hiçbir soruya yanıt vermedi. 7.5 milyon ödenen ‘İstanbul camilerine Uşak kilimleri’ projesinin bile imzalayıcısı oydu oysa.

‘Çakma müzisyenler, çakma oyunlar, çakma dans ekipleri de’ onun imzaladığı projelerdi.

‘Anlaşamadık’ dedi, gitti.

Şimdi, Ajans’ın yeni başı, plastik tüccarı(!) Şekib Avgadiç’ten basına süslü-püslü açıklamalar düşüyor. “Açıklamalara açıklık getirme gereği duyulmuş! Ortada para yokmuş, var olanla bu kadar proje yapılabiliyormuş, Ajans’ın tüm fonu 150 milyonmuş”

Bu açıklamanın, bin tane yeni sorunun kapısını araladığı açık.

Ama beyefendi de biliyor biz de biliyoruz, Ajans kuruluş yasası gereği ‘hiçbir denetime tabi değil.’ Bu yüzden olsa gerek, atış serbest.

Bir gece yarısı, AKP’li Egemen Bağış ve arkadaşlarının yasa teklifiyle kurulmuş bu şirket, teklifi verenlerin çiftliği olarak kullanılıyor ve anlaşılan o ki, kullanılmaya devam edecek.

2010’da ise, İstanbul semalarından ezan sesleri ve ilahiler yükselecek!

Böylelikle Avrupalılar da, Türk ve İslam nedir yeniden tanıyacak, fena mı?

Müzikmiş, tiyatroymuş, dansmış, operaymış, baleymiş, filmmiş, resimmiş, fotoğrafmış, heykelmiş, tarihsel mimari dokuyu korumakmış, barışmış, bir arada yaşama kültürüymüş, bu kent bir insanlık mirasıymış kime ne?

Yavuz hırsız, kılıfını önceden hazırlar.

[email protected]