Yalnızlaşmış cesaret...

Bir delinin aklına teslim olunmuşluk tavan yapıyor.

Devlete ait hangi kurum varsa ‘uygun adım marş marş’ durumundalar.

İçlerinden  biri çıkıp ‘bu böyle olmaz’ diyemiyor, emir kulluğu diye tanımlanan tapınma vicdan, onur, şeref gibi insani değerleri ezip geçiyor.

Bunun adına korku deniyor ya hayır hiç öyle değil.

Devşirilmiş, tüm mekanizmaları teslim alınmış devlet ‘eksiksiz ‘ çalışıyor.

Devlet böyle de sivil toplum denen yapılaşmaların durumu farklı mı?

Hayır değil.

Bir kaç Sendika, Dernek  ve Meslek Odası dışında ne varsa tapınma zincirinin halkaları olmuş durumdalar.

Hal böyle olunca diktatörün yapamayacağı yok.

Savaş çıkarır insan öldürür, karar çıkarır doğayı ve hayatı talan eder, çıkarı dışında tek adım atılmasına razı gelmez, ses çıkaranın kafası koparılır.

Yaşadığımız şu kan günleri bunun en belirgin örneği olsa gerek.

Bu yüzden soL portal dahil bazı haber ve yorum sitelerinde yazılan ve ‘devletin içindeki çelişkiler’ başlığı altında sıralanan bir sürü sayıklamanın hiçbir gerçekliği yoktur.

Bütün ölüm seviciler birleşmiş, talanı ve yalanı silah edinip meydana dökülmüş, kan üstümüze sıçratılıyor biz soysuzluğun aralarındaki menfaat çatışmalarını ‘çelişki’ diye tanımlıyoruz.

Çaresizlik  hep topu taca atmaya yol açar.

Sahada sıkışırsın, sağdan soldan kalen adeta esir alınır, defansta kıvranır kalırsın ya işte o durum.

Gerçeği ötelemek işimize mi geliyor, yoksa yenikliğin dayanılmaz acısı mı bilinmez ama yaşadıklarımızın ülkeyi sürüklediği yer engelleyemediğimiz, ya da engellemeyi bir türlü beceremediğimiz yerdir.

‘Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez’ diyoruz ya işte bunu yalnızca diyoruz, örgütlenip ayağa kalkmayı beceremiyoruz.

Dostlaştığımız yapılarında bizden bir farkları yok.

Yalnızlaşmış cesaret!

Cesaret kana ve ölüme karşı, talan ve yalana karşı doğruyu en cesur biçimiyle haykırmaktır ama yalnızlaşmış cesaret tek başınalıktır ve bunca namussuzluğun karşısında hiçbir şeydir.

Güçlerimizi  birleştirip hayatın sahibi olmadıkça, kendi mevzilerini bile savunamayan siperlere sinmiş  ‘savaşçılardan’ ne farkımız kalır?

Bazılarımız bu saptamalara koca koca laflarla karşı duracaklar biliyorum.

O zaman bu hanımlara beylere gücünüz-gücümüz varsa haydi durduralım şu aşağılık iğrenç kirli savaşı, susturalım şu ölüm kusan silahları, yere çalalım zulmü, çaresizliği yenelim, zalimin öfkesini toprağa gömelim,annelerin ve çocukların gözyaşlarını dindirelim, talana set olalım bitsin bu kahpe devran diye çığlıklarla bağırmak isterim.

Bunun karşısına dikilecek ve ‘ama’ diye başlatılacak her sözün her davranışın  değersizliğini ise tartışmak bile istemem.

Şimdi bir aklı evvel çıkıp ‘işine bak’ diyebilir ve halt eder.

Kendi gerçekliğinin bile farkına varamayanlar bu ülke sanatçılarının büyük çoğunluğunun barış ve eşitlik ve özgürlük için ürettiğini bilmez, yalnızca karalayarak yok sayma yolunu seçip kendilerini Sırça Kümes’te  görürler.

Oysa biz buradayız sokağın orta yerinde, ya siz?

‘Ya ölü yıldızlara götüreceğiz hayatı ya da ölüm inecek yeryüzüne’

[email protected]