Vesvese…

Halkın yüzde sekseninde oluşan bir iradenin gece-gündüz aynı şeyi söylediğinden söz ediliyor.

‘Yargılanacaklar.’

Oysa bu söylem sıradan bir fısıldanmadan ibaret.

Dedikoduyu seven bir ülkeyiz.

Yatak odası hikâyelerine bayıldığımız için olsa gerek bu yargılanma bahsini de aynı seviyede konuşuyoruz.

-Duydun mu insanların evlerine ölüm yağarken oğlan iki gemi daha almış.

-Duydum ama sessiz ol, yerin kulağı vardır, her konuşanı terörist ilan ediyorlar.

-Adam dünyanın sayılı zenginleri arasına girmiş, dolar milyarderi olmuş, kimin parasıyla becerdi bunu, siyaset mi yapıyor ticaret mi?

-Şişştt yavaş, bak yandaki bize bakıyor, poliste olabilir, muhbir de, sakin ol.

-7 Haziran’dan sonra ne oldu da birden bire memleketin üstüne kan sıçramaya başladı, yazık değil mi bunca insana?

-Bana bak, sen bu konularda fazla konuşma istersen, bu kadar güçlü değilsin, duyar biri anında boylarsın içeriyi.

-Vay arkadaş yatıp kalkıp bu kadar parayı ne yapacaklar diye düşünmeye başladım, bu nasıl açgözlülüktür?

-Düşünme, sana ne, sana mı kaldı, zenginin parası züğürdün çenesini yorarmış, düşünme, konuşma, bırak bu meseleye kafa yormayı, yoksa kafanı koparırlar, demedi deme.

-Bunca kamu malını nasıl iç ediyorlar? Saraylar, arsalar, köşkler, yalılar, bilmem kaç bin dolarlık konaklar nasıl güzelleniyor arkadaş, aptal mı bu millet, niye görmüyor olup biteni?

-Kim diyor görmüyor diye. Herkes her şeyi görüyor ama susuyor, başının derde girmesinden ürküyor, susuyor, sen de öyle yap sus, gün olur bulur belasını.

-Ben anlamıyorum arkadaş, bu kadar parti var biri de çıkıp halkı sokağa çağırıp bu talanın hesabını sormayı akıl etmiyorlar. Varsa yoksa laf laf laf. Lafla peynir gemisi yürür mü?

-Yürür, bak yürüyor. Onlardan daha iyi mi bileceksin, her biri ayrı bir siyasi parti, hepsinin binlerce üyeleri, kurulları, başkanları, vekilleri filan var, onlar susuyor da sen niye konuşuyorsun. Bırak iş olacağına varsın. Boş yere gevezelik edip dertsiz başını derde sokma.

-Bu sanatçı tayfasını anlamıyorum arkadaş. Hani ülkenin okumuş yazmış, düşünen eden insanlarıydı bunlar, niye çıkıp iki laf söyleyeni yok, bu kadar mı zavallıyız?

-Zavallıyız tabi. Sen sanatçının başına çorap örüldüğünde sus, hakkında dava açıldığında ortalardan kaç, hakları gasp edildiğinde sesini çıkarma,   işsiz-aşsız bırakıldığında yanında olma sonra her başın sıkıştığında ‘nerede bu ülkenin sanatçıları aydınları’ de, yok öyle yağma.

-Ama çalıyorlar. Onlar bunu görmüyorsa ve halka anlatmıyorsa biz ne yapacağız?

-Çalıyorlarsa çalıyorlar, sana ne, senin malını, ekmeğini mi çalıyorlar, pastadan kendilerine düşeni üleşiyorlar, ne var bunda?

-Yargılanacaklar.

-Kim yargılanacak, aptalsın sen aptal. Polis elinde, yargı elinde, basın elinde asker elinde, para elinde, saltanat elinde. Senin neyin var, kaç kişisiniz mesela, kaçınız bir araya gelip bunu söyleyebiliyorsunuz, kaçınız sokağa çıkıp ‘hırsız var’ diyebiliyorsunuz, hangi yargıç, hangi savcı, hangi basın sizin çağrınızı dikkate alıyor, kim kimi yargılayacak acaba?

Bu konuşma çizgileri uzadıkça uzar ve bu bahis yatak odası hikâyeleri gibi süslenip-püslenip efsaneleşip binbir gece masallarındaki yerini alır.

Ayağa kalkmayı akıllarının ucundan bile geçirmeyenler her şeyi sandığa havale ederler ve yine kaybederek yeni bir seçime kadar aynı düşü kurup, aynı fısıltıyla konuşup dururlar.

Talancılar talana, yalancılar yalana hırsızlar hırsızlamaya, katliamcılar katliamlarına devam ederler.

[email protected]